İşbirlikçi Rejimlerin İşgal Rejimiyle Anlaşmaları

21 Mayıs 2017’de Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da düzenlenen, “Amerika ve İslâm Ülkeleri Zirvesi” adı verilen uluslararası toplantıda ABD Başkanı Trump’ın Arap dünyasındaki işbirlikçi rejimlere İsrail işgal rejimiyle ilişkilerini artık perdenin önüne taşımaları talimatı vermesi üzerine bu rejimler de işgalciyle açıktan ilişki içine girmek için zemini hazırlamak amacıyla yoğun bir faaliyet içine girmişlerdi. Buna “normalleştirme süreci” denildi. Kastedilen siyonist işgal rejimiyle ilişkilerin normalleştirilmesidir. Bu ise Filistin toprakları üzerindeki gayri meşru işgalin meşru kabul edilmesi ve resmen tanınması anlamına gelmektedir. Bu da tabii ki Filistin davasına ve halkına vurulan bir darbedir. Ancak Arap dünyasındaki ihanet rejimleri açısından yularlarını teslim etmiş oldukları ABD’nin başkanı Trump’ın talimatlarını yerine getirmek Filistin davasına ve halkına samimiyet göstermekten, bu halkın meşru haklarını geri almak için sürdürdüğü mücadeleye destek vermekten her zaman daha önceliklidir.

Geçen üç yıllık süre içinde Trump’ın emrinin yerine getirilmesi için önemli adımlar atıldı. Ancak ABD Başkanını en çok sevindiren İslam dünyasındaki muhtelif fitne politikalarının idare merkezi rolü oynayan Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) İsrail işgal devletini resmen tanımayı ve onunla diplomatik ilişkileri başlatmayı kabul ettiğini açıklaması oldu. Bu konudaki mutluluğunu 13 Ağustos 2020’de yayınladığı twitter mesajında dile getirdi ve BAE’nin arkasından başka Arap ülkelerinin geleceğini dile getirdi.

BAE ile İsrail arasında resmen ilişkilerin başlatılmasına dair anlaşmanın imzalanması için hazırlıklar yürütülürken ikinci bir Arap ülkesi daha ihanet anlaşmasını kabul ettiğini açıkladı. O da Suudi Arabistan’ın arka bahçesi durumundaki Bahreyn’di. Trump 11 Eylül 2020’de de Bahreyn’in işgalci siyonist rejimle diplomatik ilişkileri başlatma anlaşması imzalamayı kabul ettiğini duyurdu. Bunun üzerine normalde BAE ile İsrail arasında 22 Eylül tarihinde imzalanacağı açıklanan anlaşma da öne alındı ve 15 Eylül’de işgalci siyonist rejimin başbakanı Netanyahu, ABD’de Beyaz Saray’da Trump’ın iştirak ettiği bir törenle hem BAE hem de Bahreyn’le karşılıklı diplomatik ilişkilerin başlatılması konusunda anlaşma imzaladı.

Filistin’deki tüm direniş hareketleri bu anlaşmalara tepki gösterdi ve bunun Filistin’in arkadan hançerlenmesi anlamına geldiğini dile getirdiler.

Trump ve siyonist medya bu iki ülkeyi yeni Arap ülkelerinin takip edebileceği iddiasında bulundu. Özellikle de Suudi Arabistan ve Sudan’ın da işgal rejimiyle ilişkileri başlatması için yoğun çaba harcadıkları görünüyor. Ancak Sudan Başbakanı Abdullah Hamduk, ABD Dış İşleri Bakanı Mike Pompeo’nun Hartum’a yaptığı ziyaret esnasında kendilerinin böyle bir ilişkiyi başlatma konusunda yetkili olmadıklarını dile getirdi. Onun böyle bir açıklama yapma ihtiyacı duyması Sudan’daki toplumsal şartların buna elverişli olmaması ve böyle kritik bir konuda verecekleri kararın kötü sonuçlara sebep olacağı endişesinden kaynaklanmaktadır.

Suudi Arabistan Dış İşleri Bakanı da, Filistin ile İsrail arasında bir barış anlaşması imzalanmadan kendilerinin İsrail ile ikili ilişkileri başlatmak için her hangi bir anlaşma yapmayacaklarını söyledi. Onu böyle bir açıklamaya Suudi Arabistan’ın içinde bulunduğu siyasi şartlar zorlamış olabilir. Ama gerçekte Suud yönetiminin işgal rejimiyle ilişkilerin normalleştirilmesi yönünde atılan adımları desteklediği ve arka bahçesi durumundaki Bahreyn’i anlaşmaya onun teşvik ettiği bilinmektedir. Ayrıca BAE ile işgal rejimi arasında ilişkilerin başlatılmasından sonra bu ikisi arasındaki uçak seferlerinde Suud hava sahasının kullanılmasına izin vereceğini de duyurdu. Ancak özellikle Muhammed bin Selman’ın veliaht yapılması için gerçekleştirilen saray darrbesinin yol açtığı siyasi şartlar sebebiyle şimdilik işgal rejimiyle doğrudan ilişkilere resmen girmeyi tercih etmeyebilir ve bunu bir süre erteleme yoluna gidebilir.

Diğer Arap ülkelerinden ise şimdiye kadar sadece Umman söz konusu anlaşmaları destekleyici bir tavır sergiledi. Mısır ve Ürdün’ün işgal rejimiyle zaten resmen ilişkileri var. Diğer Arap ülkelerinden ise henüz işgal rejimiyle ilişkileri normalleştirme gemisine binmeye meyilli olduğunu ortaya koyan yok.

Gazze’ye Yönelik Saldırılar ve Ateşkes

Gazze, siyonist işgal rejimi tarafından 14 yıldan beri abluka altında tutuluyor. Ablukanın hafifletilmesi ve bazı engellerin kaldırılması konusunda daha önce yapılan anlaşmalara da işgal rejimi gereği gibi uymadı ve abluka konusunda yeniden katı uygulamalarına döndü. İşgalcinin bundaki amacı ise Gazze ahalisini şartsız bir şekilde teslim olmaya, kendi hakimiyetini kabul etmeye zorlamaktır. Bölge halkı ise işgal rejimine teslim olmaktansa direnmeyi, onu geri adım atmaya zorlayacak mücadeleyi sürdürmeyi tercih etti.

Bu doğrultuda işgal rejimine karşı geliştirilen mücadele yöntemlerinden biri de Gazze’nin etrafındaki yahudi yerleşim merkezlerine yangın çıkarıcı uçurtmalar ve balonlar gönderilmesidir. İşgal rejiminin Gazze’ye yönelik saldırılara son vermeyi ve ablukayı nispeten hafifletmeyi kabul etmesi üzerine, uçurtma ve balonlarla mücadeleye bir süre ara verilmişti. Ancak işgalcilerin yine sözlerinde durmamaları üzerine Gazzeli gençler tekrar çevredeki yahudi yerleşim merkezlerine uçurtmalar ve balonlar göndermeye başladılar. Bu tabii ki işgalcileri bayağı zorladı. İşgal rejimi önce Filistinlileri teslim olmaya ve vazgeçmeye zorlamak için saldırılarını ve ablukanın şiddetini artırma yoluna gitti. Ancak Filistinli gençler teslim olmak yerine mücadelenin dozunu artırmayı tercih ettiler. Çünkü teslim olmanın kendilerine bir yarar sağlamayacağını, işgalcinin saldırgan ve baskıcı tutumunun etkili olduğunu görerek kabadayılığını artırmasına yol açacağını biliyorlardı. O yüzden zorluğa katlanarak mücadelenin dozunu artırmanın daha iyi bir tercih olduğunu düşündüler. Bu durum karşısında sıkışan işgal rejimi Katar’ın da arabulucuğuyla, Kerem Ebu Salim kapısını yeniden ticari ürünlere açmayı, Akdeniz’de balıkçıların avlanma mesafesini artırmayı ve Gazze’ye yönelik saldırıları durdurmayı kabul ederek ateşkese razı oldu. Ancak işgal rejiminin sözünde durmadığı ve kendini rahat hissettiği zaman saldırgan tutumuna yeniden döndüğü bilindiği için Filistin direnişi de ona karşı mücadeleyi sürdürebilmenin araçlarını her an hazırda bekletmeye özen gösteriyor.

Avrupa’da İslam’a Karşı Kin Taşkınlığı

Muhtelif Avrupa ülkelerinde İslamofobi olarak isimlendirilen ve kökleri haçlı zihniyetine dayanan İslam düşmanlığı son zamanlarda yeniden kinci ve saldırgan tutumunu dışa yansıtmaya başladı.

Danimarkalı politikacı Rasmus Paludan’ın, Kur’an-ı Kerim’i yakmak için bir eylem düzenlemek amacıyla İsveç’e girmesine izin verilmemesi üzerine İsveç’te ona destek veren bir grup İslam düşmanı, Malmö kentinde caddenin ortasında Kur’an-ı Kerim’i yaktı ve tekmeledi.

Çok geçmeden Norveç’in başkenti Oslo’da yine bir grup İslam düşmanı, Kur’an-ı Kerim’i yırtarak İslam’a karşı kin ve nefret duygularını ortaya koymaya çalıştı.

Avrupa’nın kuzeyinde bu olaylar yaşanırken, güneyindeki Fransa’da daha önce de İslam’a ve peygamberine hakaret içerikli karikatür yayınlamış ve bu yüzden gerginliklere ve olaylara neden olmuş Charlie Hebdo dergisi yine Hz. Muhammed’e hakaret anlamı taşıyan çirkin bir karikatür yayınladı.

Bu olayların ardından Fransız parlamentosunda bir oturuma Sorbonne Üniversitesi Öğrenci Birliği Başkanı ve öğrenci sendikası UNEF’in sözcüsü olan Maryam Pougetoux’nun başörtülü olarak katılması üzerine bazı sağcı ve cumhuriyetçi milletvekilleriyle iktidar partisinden Anne-Christine Lang adlı bir bayan milletvekili oturumu terk etti.

Cemal Kaşıkçı Davasında Suud Mahkemesinin Göz Boyama Oyunu

Suudi  Arabistan’ın Riyad Merkez Mahkemesi, 2 Ekim 2018’de İstanbul’daki Suud başkonsolosluğunda korkunç bir cinayetle öldürülen Cemal Kaşıkçı hakkındaki nihai kararında 5 kişiye 20’şer, bir kişiye 10 iki kişiye de 7’şer yıl olmak üzere toplam sekiz kişiye hapis cezaları verildiğini açıkladı. Böylece mahkeme daha önce verilmiş olan ara kararında beş kişi hakkında verilmiş olan idam kararlarını hapis cezalarına dönüştürmüş oldu. Ancak kararda haklarında hapis cezaları verilen kişilerin isimleri açıklanmadı. Dolayısıyla kendilerine ceza verilen kişilerin gerçek mi yoksa sanal kişiler mi oldukları bilinmiyor ki sanal yani hayali kişiler olmaları kuvvetle muhtemeldir. Çünkü Suud yargısı olayın birinci derece sorumlularını bundan önce verdiği kararda beraat ettirmişti.

Dolayısıyla Suud yargısının cinayetle ilgili olarak verdiği karar tamamen göz boyama ve dünya kamuoyunu yanıltma amaçlı bir oyundan, taktikten başka bir şey değildir. Çünkü bu cinayeti Suudi Arabistan’daki hakim sistem bizzat kendisi planlamış ve infaz etmiştir. Suud yargısı bağımsız olmadığı için bu ülkede yargı mekanizmasının yönetimi yargılaması ve mahkum etmesi düşünülemez.

Sisi Cuntası Evleri Yıkıyor

Mısır’da yoksulluk ciddi bir sorundur. Bunun en önemli yansımalarından biri de mesken sorunudur. Başkent Kahire’de çok sayıda aile evsiz bir şekilde sokaklarda veya mezarlıklarda yaşamaktadır. Devletin ruhsat vermek için çok büyük miktarlarda vergi ve rusum parası istemesi sebebiyle ev inşa edebilenlerin de birçoğu kaçak inşaat yapmaktadır. Sisi cuntası son dönemde bu ruhsatsız evlerin yıkılması için geniş çaplı bir yıkım kampanyası başlattı. Bu çerçevede binlerce ev yıkılarak buralarda ikamet eden aileler evsiz, barksız bir şekilde sokaklara atıldı. Sisi cuntası, evlere ruhsat verilmesi için düşük vergilerle imar barışına gidilmesi çağrılarına kulak asmadı.

Cuntanın evleri yıkması geniş çaplı tepkilere neden oldu. Koronavirüs sebebiyle insanların sokaklara pek çıkmamasına rağmen 20 Eylül tarihinde ülkenin değişik şehirlerinde gösteriler düzenlendi. Cunta aleyhine kitlesel hareketleri yönlendirmeye çalışan iş adamı Muhammed Ali protestoların ve tepki eylemlerinin sürdürülmesi çağrıları yaptı.

Tunus’ta Yeni Hükümet Kurulması

Tunus’ta İlyas El-Fahfah hükümetinin bazı yolsuzluk iddialarından dolayı, Nahda Partisi’nin desteğini çekmesi sebebiyle istifa etmesinden sonra Hişam El-Meşişi’nin başkanlığında kurulan yeni hükümet meclisten güvenoyu aldı. Bu, Tunus’ta 6 Ekim 2019’da gerçekleştirilen genel seçimlerin üzerinden daha bir yıl geçmeden kurulan üçüncü hükümetti. Yeni hükümeti, özellikle koronavirüs olayının yol açtığı şartlar sebebiyle önemli ekonomik sorunlar bekliyor.

Müslüman Kardeşler’in Genel Mürşid Vekili Mahmud İzzet Yakalandı

Mısır’da cuntanın Müslüman Kardeşler’in Genel Mürşidi Muhammed Bedi’i’yi tutuklaması üzerine cemaat onun bu vasfının devam ettiğini ortaya koymak amacıyla yerine birini seçmeyi değil işlerini yürütecek bir vekil tayin etmeyi tercih etmişti. Bu görev için de cemaatin ileri gelenlerinden, Mahmud İzzet tayin edilmişti.

Cunta İçişleri Bakanlığı’nın 28 Ağustos Cuma günü yaptığı açıklamada, Mahmud İzzet’in Yeni Kahire’nin Beşinci Yerleşim Bölgesi’ndeki bir dairede yakalandığı ve tutuklandığı duyuruldu.

1944 doğumlu yani 76 yaşındaki Mahmud İzzet, Müslüman Kardeşler’le 1953’te tanışmış, 1962’de de saflarına katılmıştı. Eski diktatör Cemal Abdünnasır döneminde 1965’te hapse atıldı ve 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1974’te serbest bırakıldı. 1981’de Müslüman Kardeşler’in en üst kademedeki idari mekanizması niteliği taşıyan İrşad Bürosu’nun üyeliğine seçildi.

Rejim 1993’te onu yeniden tutukladı  ve Müslüman Kardeşler davasından yargıladı. İki yıl süren yargılamanın ardından cemaatin Şura Meclisi seçimlerine katılmasından ve İrşad Bürosu üyeliğine seçilmesinden dolayı 5 yıl hapis cezasına mahkum etti. 2000 yılında hapisten çıktı.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?