Muhammed Mursî’nin Şehadeti

Mısır’ın ilk serbest seçimlerinde halk tarafından seçilen ve aynı zamanda bu ülkenin ilk sivil cumhurbaşkanı olan Dr. Muhammed Mursî 17 Haziran 2019 Pazartesi günü, Filistin İslâmî Direniş Hareketi (Hamas) hesabına casusluk yapmakla suçlandığı davadan yargılandığı sırada mahkeme salonunda hayatını kaybetti.

Muhammed Mursî, Mısır’daki dikta rejimine karşı 25 Ocak 2011’de gerçekleştirilen halk devriminden sonra Haziran 2012’de gerçekleştirilen serbest seçimlerin ikinci turunda oyların %52’sini alarak cumhurbaşkanı seçilmişti. Kendilerine “fulul” denilen eski rejim kalıntıları onun cumhurbaşkanı seçilmesine tahammül edemedikleri için Arap dünyasındaki dikta rejimleriyle işbirliği yaparak Baltacı fitnesi adı verilen bir fitne hareketi başlattılar. Ancak Muhammed Mursî bu fitneye karşı direndi ve teslim olmayarak ülkeyi istikrara kavuşturmak için kararlılıkla mücadele etti. Bunun üzerine söz konusu eski rejim kalıntıları ve Arap dünyasındaki dikta rejimleri General Sisi’yi öne sürerek onun askeri darbe gerçekleştirmesini sağladılar.

1 Temmuz 2013’te gerçekleştirilen gayrimeşru darbenin ardından meşru cumhurbaşkanı görevinden alındı ve hapse atıldı. Cunta yönetiminin çeşitli şekillerde baskılar uygulamasına, işkence etmesine ve iftirada bulunmasına rağmen o zulüm güçleri karşısında eğilmedi ve kararlılıkla mücadelesini sürdürdü. Kendisinin meşru cumhurbaşkanı olduğunu, darbecilerin ise gayrimeşru olduklarını vurgulayarak darbecilerle hiçbir şekilde pazarlığı kabul etmedi.

17 Haziran 2019 Pazartesi günü duruşma esnasında aniden bayıldı ve cunta güçleri ona yirmi dakika süreyle müdahale etmediler. Sonra da kalp krizinden hayatını kaybettiğini açıkladılar. Sonra cesedi üzerinde herhangi bir teşhis yapılmasına müsaade etmeden aynı gece sabaha doğru ailesi tarafından cuntanın gösterdiği mezarlığa defnedilmesi istendi. Kendisi cenazesinin doğduğu köyün mezarlığına gömülmesini istemişti. Ama cunta müsaade etmedi ve halkın genelinin katılabileceği cenaze töreni düzenlenmesine de izin vermedi. Aynen siyonist işgal güçlerinin Filistinli şehitlerden, naaşlarını rehin aldıkları kişilerin naaşlarını ailelerine teslim etmeleri halinde koştukları gibi sadece birinci derece akrabalarının katılmasına izin verilecek küçük çaplı bir cenaze töreniyle ve sabaha karşı defnedilmesini şart koştu.

Bazı yorumcular onun ölümünün planlı bir suikast olduğunu, önceden vücuduna duruşma esnasında öleceği şekilde zamanlama yapılarak bir şey derc edilmiş olabileceğini dile getirdiler. Cesedi üzerinde teşhis yapılmasına izin verilmemesi ve alelacele gömülmesinin istenmesi bu ihtimali teyit etmektedir. Böyle olmasa bile cunta yönetimi ona cezaevinde sürekli eziyet ve işkence ederek, hastalığının kötüleşmesine rağmen tedavisine müsaade etmeyerek sistemli bir şekilde ve kasten onu ölüme itmiştir. Dolayısıyla bu da bir cinayet şeklidir. O yüzden Mursî’nin ölümünün kasıtlı bir suikasttan kaynaklandığını düşünüyor ve onu şehit addediyor, Yüce Allah’tan da şehadetini kabul etmesini diliyoruz. Allah mekânını cennet eylesin.

Not: Muhammed Mursî’nin şehadeti münasebetiyle Mısır’daki çağdaş Firavun rejimi ve Mursî’nin bu rejim karşısındaki kararlı duruşu hakkında Vuslat dergisinin Temmuz 2019 sayısı için bir dosya hazırladık. Bu dosyamızı derginin yayınlanmasından sonra kişisel web sitemizden (www.vahdet.info.tr) okumanız mümkündür.

Körfez Bölgesinde Gerginliğin Artması

Körfez’de ABD ile İran arasında gerginlik devam ederken 12 Mayıs 2019 tarihinde, Birleşik Arap Emirlikleri’nin Umman Körfezi sahilindeki Fuceyre şehrinin limanına yakın bir noktada dört kargo gemisine saldırı düzenlenmişti. ABD ve bölgedeki Arap ülkeleri bu saldırının arkasında İran’ın olabileceğini ortaya koyan açıklamalarda bulunmuşlardı. Bu olayın üzerinden bir ay geçtikten sonra 13 Haziran tarihinde de yine Umman Körfezi içinde bir Japon nakliye şirketine ait iki petrol tankerine saldırı düzenlendi. Saldırı sonrasında bu tankerlerden birinin battığı açıklandı. ABD ve İngiltere bu saldırıdan İran’ın sorumlu olduğunu iddia etti. Ancak İran suçlamayı reddederek olayın arkasında ABD ve İsrail’in olduğunu ileri sürdü. Bu olayın üzerinden bir hafta geçtikten sonra 20 Haziran’da da İran, Körfez bölgesinde ABD’nin casusluk yani gizli keşif amacıyla kullanılan bir insansız hava aracını düşürdü. Bu olayın ABD’nin İran’a saldırı düzenlemesine ve Körfez’de savaşın fitilinin çekilmesine sebep olabileceği tahmin ediliyordu. Ancak ABD medyasının yayınladığı haberlere göre ABD Başkanı Trump, İran’a saldırı kararından son anda vazgeçmişti. Trump daha sonra yaptığı açıklamalarda savaş seçeneğinin yine gündemlerinde olduğunu ileri sürerek İran’a tehditler göndermeye devam etti. Fakat durum ABD’nin İran’la doğrudan savaşa girmeyi tercih etmediğini, bunu kendisi için riskli olarak gördüğünü ortaya koyuyordu.

Trump bir yandan saldırı tehditlerinde bulunurken bir yandan da İran’ın nükleer projesinden vazgeçmesi durumunda kendisiyle çok iyi dost olabileceği yönünde mesajlar göndermeyi de ihmal etmedi. Gidişat ABD’nin birinci tercihinin İran’la herhangi bir savaşa girmek olmadığını ortaya koyuyor.

Sudan’da Sisi Tarzı Bir Diktatör Çıkarma Çabaları

Sudan’da Ömer el-Beşir yönetimine karşı darbe gerçekleştiren askeri cunta ile yönetimin bir an önce kendilerine teslim edilmesi için bastıran ve sivil başkaldırının başını çeken Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri arasında bir ittifak sağlanamadı. Bunda Arap dünyasındaki bazı dikta rejimlerinin işe karışmasının önemli rolü olduğu tahmin ediliyor. Sudan’ı da kendi yörüngelerine oturtmak isteyen ve Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ile Mısır’dan oluşan şer üçgeni bu ülkede Sisi diktatörlüğüne benzer bir dikta rejimini hâkim kılmaya çalışıyor. Bunun için de en uygun isim olarak Hamideti diye anılan ve Askeri Geçiş Konseyi’nin başkan yardımcılığı görevini yürüten General Muhammed Hamdan Daklu’yu gördükleri düşünülüyor. Bu kişi özellikle Darfur bölgesinde zenci kesimlere yönelik insanlık dışı saldırıları organize etmesiyle ve bu saldırılarda Cancevid gerillaları ile işbirliği yapmasıyla tanınan kişi. Yani insaf ve merhametten soyutlanmış bir kişi olarak görülüyor. O yüzden Sisi modeline uygun düştüğü düşünülüyor. 3 Haziran 2019 Pazartesi günü Genelkurmay Başkanlığı önünde toplanan büyük kalabalığa yönelik saldırılarda ve 100’den fazla insanın katledilmesinde onun kararının birinci derecede rol oynadığı tahmin ediliyor.

Söz konusu şer üçgeni Sudan’daki cuntayı, sivil kesimle anlaşmayarak onları kendi şartlarını kabul etmeye zorlamak için baskı yapmaya yöneltiyor.

Suriye’nin İdlib Bölgesinde Yine Saldırılar

Baas zulmünün ve onun arkasında duran işgal güçlerinin hedefinde son dönemde İdlib bölgesi var. İdlib’in, 4-5 Mayıs 2017 Astana toplantısında Türkiye, Rusya ve İran’ın ittifakıyla “Gerginliği Azaltma Bölgesi” ilan edilmesine rağmen, Suriye’de halen işgal güçlerini bulunduran İran ve Rusya anlaşmaya bağlı kalmayarak saldırılar gerçekleştirdikleri gibi Baas güçlerinin saldırılar gerçekleştirmesini önlemek için de herhangi bir girişimde bulunmuyorlar.

Baas güçlerinin ve arkasında duran işgal güçlerinin İdlib’deki saldırılarında büyük ölçüde siviller hedef alındığı için sivil savunmasız insanlardan sürekli can kaybı oluyor. Bu saldırılar maalesef Ramazan Bayramı öncesinde ve bayramda da devam etti.

Saldırılar zaman zaman rejim ve işgal güçleriyle direniş güçleri arasında çatışmalara da neden oldu. Bu çatışmalar rejim güçlerinden ve hatta onlara destek veren işgal güçlerinden de kayıplara neden oldu.

Suud Rejiminin Muhalif Âlimleri İdam Planları

Suudi Arabistan’daki dikta rejimi ilim adamlarının hakkı söylemesini değil sürekli kendisinin borazanlığını yapmasını, rejimin uygulamalarının şeriata uygunluğuna dair fetvalar oluşturmalarını, bunu yapabilmek için yerine göre gerçekleri ters yüz etmelerini istiyor. Bunu yapmayanları da hapishanelerde süründürüyor. O yüzden Suudi Arabistan’da çok sayıda ilim adamı cezaevlerinde hatta hücrelerde tutuluyor. Suud savcılığının hapse atılanlardan üç kişi hakkında da idam talebinde bulunduğu bildirildi. Bunlar Suudi Arabistan’daki Uyanış (Sahve) hareketinin ileri gelenlerinden Selman El-Avde, tanınmış vaizlerinden Avad el-Karni ve televizyon programcısı Ali El-Ömeri.

Not: Suudi Arabistan’ın ilim adamlarına yönelik politikaları hakkında aylık Ribat dergisinin Temmuz 2019 sayısı için bir dosya hazırladık. Bu dosyamızı derginin yayınlanmasından sonra kişisel web sitemizden okumanız mümkündür.

Filistin’de Yüzyılın Anlaşması Planına Tepkiler

ABD’nin Filistin davasını tarihe gömmek amacıyla hazırladığı Yüzyılın Anlaşması planına Filistin’de çeşitli şekillerde tepkiler gösterildi ve protesto eylemleri düzenlendi. Düzenlenen eylemlere Filistin’deki bütün grupların destek vermesi tüm Filistin halkının bu plan karşısında ortak tavır sergilediğini ve böyle bir anlaşmayı reddettiğini ortaya koyuyordu.

Ancak ABD yönetimi anlaşmaya ekonomik zemin hazırlamak amacıyla Bahreyn’de 25-26 Haziran tarihlerinde bir ekonomik çalıştay düzenledi. Fakat Filistin’deki tüm gruplar bu çalıştayı boykot etti. Biz bu yazıyı hazırladığımızda çalıştay henüz gerçekleşmemişti. İnşallah çalıştayla ilgili değerlendirmemizi ve Yüzyılın Anlaşması planı ile ilgili gelişmeleri bundan sonraki sayıda ele almaya çalışırız.

İİT, KİK ve Arap Birliği Zirveleri

Ramazan Bayramından üç gün önce 1 Haziran 2019 tarihinde Mekke’de İslâm İşbirliği Teşkilatı’nın 14. Zirvesi gerçekleştirildi. Zirveye Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyib Erdoğan ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani katılmadı. Türkiye’yi Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu temsil etti. İİT Zirvesi’nde en çok gündem oluşturan konu Kudüs meselesiydi. Zirveden sonra yayınlanan bildiride ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasının ve Filistin’in işgalini destekleyen herhangi bir uluslararası pozisyonun kınandığı dile getirildi. Fakat işin ilginç olanı bu açıklamayı yapan zirveye Filistin toprakları üzerindeki işgali meşrulaştırmak amacıyla hazırlanmış olan Yüzyılın Anlaşması planının hayata geçirilmesi için en önemli yardımcı güç olarak seçilen Suudi Arabistan’ın ev sahipliği yapması.

30-31 Mayıs 2019 tarihinde de yine Mekke’de Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) Zirvesi gerçekleştirildi. Önemli olan bir gelişme bu zirveye Katar’ın da davet edilmesiydi. Ancak Katar adına emir değil Başbakan Abdullah bin Nasır Âli Sani katıldı.

Aynı tarihlerde Mekke’de bir de Arap Birliği teşkilatının olağanüstü zirvesi gerçekleştirildi. Böylece 30 Mayıs – 1 Haziran günlerinde Mekke üç önemli zirveye ev sahipliği yaptı.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?