İslam İçin Çalışanların Ortak Bir Düşüncede Buluşması Zorunluluğunun Gereği Olarak İmam Hasan el-Benna’nın Belirlediği 20 Esas ve İhvan’ın İslam Anlayışı

Bismillah…
Hamd ve senâ âlemlerin rabbi olan Allah’a (cc) aittir. Allah’ın salât ve selamı kulu ve elçisi Muhammed’in (s.a.s), alinin, sahabesinin ve onun izinden gidenlerin üzerine olsun. Âmin…

Fehm/Anlayış

  1. Madde:

“İslâm, hayatın bütün yönlerini kuşatan KAPSAMLI bir nizamdır. Şu halde o; hem devlet ve vatan, hem hükümet ve ümmettir. Hem ahlâk ve kuvvet; hem rahmet ve adalettir. Hem kültür ve kanun; hem ilim ve hükümdür. Hem madde ve servet; hem kazanç ve zenginliktir. Hem cihad ve dâvet; hem ordu ve fikirdir. Hem doğru bir inanç; hem sahih bir ibadettir.”
Bu maddeyi (şümuliyet veya kapsayıcılık) açıklamaya çalışırken çok gerekmedikçe sadece Kur’an’ı kerim’den kanıtlar sunmaya çalışacağım.
Kapsayıcılık Hususunda Müslümanların Durumunu
İmam Hasan el-Benna Risaleler’in muhtelif yerlerinde çağındaki İslami çalışmaların kapsayıcılıktan uzak olduklarını ifade etmiştir. Kimisi İslam’ın sadece inanç/iman hakikatlerini, kimisi sadece güzel ahlakını, kimisi sadece ruhi/arınma boyutunu, kimisi sadece düşünce/fikir boyutunu, kimisi sadece siyasi boyutunu, kimisi sadece cihad/savaş boyutunu, … görüyor, sadece buna davette bulunuyor ve bu alanda çalışıyor.
İmam el-Benna Beşinci Kongre Risalesi’nin ‘Müslüman Kardeşler’in İslâm Anlayışı’ bölümünde; Müslümanlardan bir kısmının değişik dönemlerde İslâm’a bir takım yakıştırmalarda bulunduğunu ve kendilerince İslâm’a bir takım sınırlamalar getirdiklerini, İslâm için, bazı toleranslar içeren zararlı ifadeler türettiklerini, bu suretle İslâm’ın anlamıyla ilgili çok büyük ihtilaflara düştüklerini, böylece toplumun fertleri arasında Resûlullah (s.a.s) ve ashabının en güzel şekilde temsil ettikleri İslâm hakkında ilgili-ilgisiz birçok anlayışın ortaya çıktığını ifade ettikten sonra şöyle diyor:
“Bazı insanlar, İslâm’ı zâhiri ibadetlerden ibaret olarak algılamışlar. Bu ibadetleri yerine getirdikleri takdirde veya bu ibadetlerin başkaları tarafından yerine getirilmesi durumunda huzur içinde olacakları inancına sahiptirler. Ne yazık ki Müslümanların çoğu bu anlayışa sahiptir. Bir kısım insanlar ise, İslâm’ı üstün bir ahlâktan, aşkın bir mâneviyattan, akıl ve ruhun gıdası olan felsefi bir gıdadan ve insanları yok edici materyalizmden uzaklaştırmaktan ibaret olduğunu zannederler. Üçüncü bir grup insanda, İslâm’ın atalardan miras alınan inançlar ve önemsiz taklitlerden ibaret olduğunu zannederler. Bu insanlar, İslâm’dan ve ona ait her şeyden usandıklarını söylerler. Bu anlayış genellikle yabancı kültürlerle yetişen ve İslâm’ın hakikatini öğrenmeye fırsat bulamayan insanların kafasında hâkim olan anlayıştır.
“Bizler, İslâmî hükümlerin, insanların dünya ve âhiretle ilgili işlerini düzenleyecek nitelikte umumi olduğuna inanıyoruz. Bu öğretilerin sadece ruhaniyetle ilgili hususları kapsadığını zannedenler bizce büyük bir hataya düşmüşlerdir. İslâm, inanç ve ibadet; din ve devlet; madde ve mâna; vatan ve milliyet; kitap ve kılıçtır. Kur’an-ı Kerim, bütün bunları dile getirmekte ve İslâm’ın özü olarak kabul etmekte ve bu esaslara uymayı emretmektedir.”
“Müslümanlar, gerçek bir İslâm ümmeti olmak istiyorlarsa İslâm’ı rehber edinmelidirler. Eğer İslâm’ı sadece ibadet boyutunda yaşar ve hayatımızın diğer alanlarından çıkarıp gayrimüslimleri taklit edecek olursak, şu âyetin ifade ettiği gibi İslâm anlayışı eksik bir ümmet haline geliriz: “Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gâfil değildir.” (Bakara: 85)
Çağımızda Müslüman düşüncenin en önemli problemi İslam’ı tam olarak anlamaması/anlatmaması ve daha genel bir ifade ile İslam algısıdır. Sahada bulunan İslami kurumların sadece İslam’ın bazı alanlarında (eğitim, maneviyat, siyaset, cihad, ….) çalışma yapmaları bu sorunun daha da ağırlaşmasına yol açmaktadır.
Müslümanların zihinlerinde yerleşen bu yanlış anlayışın temelinde İslam düşmanlarının Müslümanlar üzerinde icra ettikleri düşünce/kültür savaşının önemli bir etkisi vardır. İslam düşmanları son iki asırda İslam’ın Müslüman zihinlerde doğru bir şekilde anlaşılmaması için çok çaba sarf ettiler. Bu kapsamda Müslümanların düşünce ile ilgili zaaf noktaları, yanlış yorumlanabilecek hususlar, oluşturulmak istenen İslam algısı için yöntem ve araçlar belirlendi. Müslümanın İslam anlayışına yönelik çok yoğun ce yıkıcı bir düşünce savaşı başlatıldı ve bu savaşın sonunda çoğu Müslümanın İslam algısı körlerin fil algısına benzedi.
Altı kişiden oluşan körler topluluğundan fili tarif etmeleri istenir…
Körler filin yamacına varır…
Biri ilk elden bacağına yapışır; “Aaa. Bu ağaçtır” der…
Başkası gövdesine dokunur; “Hayır, fil bir duvardır” iddiasında bulunur…
Diğeri kulağını yakalar; “Fil yelpazedir!” tarifini yapar….
Beriki kuyruğa asılır; “Hayır halattır!” buyurur…
Öteki hayvanın dişine isabet eder; “Yok canım, fil mızraktır!” diye dayatır…
Hortumuna denk gelen sonuncusu ise “Hayır efendim, yılandır” diye üsteler.
İslam düşmanları Misyonerlik, ideolojik akımlar, milliyetçilik ve benzeri çalışmalarla İslam’ın artık bir bütün olarak yaşanamayacağını, Müslümanların dinin siyaset ve yönetim ile ilgili alanlarından vazgeçmeleri gerektiğini empoze ettiler.
Bu çalışmalar sonucunda ‘İslam’ın siyasetle ilişkisi yoktur.’, ‘İslam dünya işlerine karışmaz’ gibi İslam’ın ruhu ile çelişen fikirler İslam aleminde kabul görmeye başladı. İslam aleminin farklı yerlerinde dinin bazı kısımlarından vazgeçmenin gerekliliğine davette bulunan sesler yükselmeye başladı. Tek parti döneminde hoca kökenli ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 8. Başbakanı (1949-1950) olan Şemseddin Günaltay “Biz Mekke’de inen âyetleri alalım, Medine’de gelenleri ise bırakalım” demişti. Böylece dinin dünya işlerini düzenleyen ayetlerinden kurtulmuş(?) olacaktı!
Kur’an-ı Kerim Mealini Okudunuz mu?
Kur’an-ı Kerim mealini baştan sonuna kadar okuyan birisi bu kitabın hayatın tüm alanları ile ilgilendiğini net bir şekilde görecektir. Basit bir meal okuması ile bile Kur’an-ı Kerim ayetlerinin hayat alanları arasında ayrım yapmaksızın; İnanç, ibadet, ahlak, devletler/toplumlar/kişiler arası ilişkiler, cihad/savaş, dünya ve ahiret, hayat ve ölüm, vb. tüm konuları işlediği apaçık bir şekilde ortaya çıkacaktır.
Kapsayıcılık Delilleri
Kur’an-ı Kerim’den bazı ayetler getirerek, bu dinin namaz ile ticaret; zekat ile ilim; gece ibadeti ile cihat; iman ile yönetim; ahlak ile hukuk arasında ayrım yapmadığını belgelemeye çalışacağım. Dinin ayırmadığını biz nasıl ayırabiliriz?
Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı… (Bakara: 178)
Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. (Bakara: 183)
Sadece bu iki ayet bile İslam’ın kapsayıcı bir din olduğunu ve hayatın alanları arasında ayrım yapmayı kabul etmediğini ispatlamak için yeterlidir. Dikkat edilirse önemli bir ibadet olan oruçtan söz edilirken kullanılan tabir ile hukukun önemli bir konusu olan haksız yere öldürülmekten söz edilirken kullanılan tabir aynıdır. Yüce Allah, ibadetler alanında bize orucu farz kıldığı gibi, haksız yere öldürülme hususunda da kısası farz kılmış ve ikisini de aynı tabir (كُتِبَ عَلَيْكُمُ = Size (üzerinize) farz kılındı) ile ifade etmiştir.
“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.’’(Bakara, 177) Dikkat edilirse tek bir ayette inanç, ahlak, ibadet ve muamelatla ilgili unsurlar iyilik kapsamında bir arada tutulmuştur. Yüce Allah katındaki iyilik halimiz tefrikayı kabul etmez. Sadece ibadet veya İslam’ın diğer parçalarından birisiyle iyi olunmaz. İbadeti iyi, ahlakı bozuk bir tasvir Allah’ın kitabında karşılık bulamaz. Her her hâlükârda iyi olmalıyız.
Ne Zaman Uyanacağız?
Ey iman edenler! Belli bir süre için birbirinize borçlandığınız zaman bunu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı, Allah’ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, (her şeyi olduğu gibi dosdoğru) yazsın. Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın ve Rabbi olan Allah’tan korkup sakınsın da borçtan hiçbir şeyi eksik etmesin (hepsini tam yazdırsın). Eğer borçlu, aklı ermeyen, veya zayıf bir kimse ise, ya da yazdıramıyorsa, velisi adaletle yazdırsın… (Bakara: 282)
Kur’an-ı kerim’in en uzun ayetinin –ki bu ayet tam bir sayfadır ve bir sayfa tutan başka bir ayet yoktur.- konusu ne Allah’a imandır, ne de namazdır! Bu ayetin (Ayet’ul Müdayene) konusu borç hukukudur.
Aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kur’an’ın bazı hükümlerinden) seni şaşırtmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse, bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete çarptırmak istiyor. İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmışlardır. (Maide: 49)
(Ey Muhammed!) Her ümmetin kendi içinden üzerlerine bir şahit göndereceğimiz, seni de onların üzerine bir şahit olarak getireceğimiz günü düşün. Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik. (Nahl, 89)
Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, “Alışveriş de faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır. (Bakara, 275)
Bakara suresinde İsrâiloğulları’ndan ve kendilerine indirilen vahya karşı ilgisizlik, duyarsızlık ve kötüye kullanım gibi tutumlarından genişçe söz edildikten sonra 85. ayette şöyle buyrulmaktradır: “… Yoksa siz Kitab’ın (Tevrat’ın) bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (Bakara, 85)
Müslümanların İsrâiloğulları gibi dinin/kitabın bir kısmına inanıp diğer kısmına inanmamaları veya dini/kitabı kendi heveslerince bölmeleri kabul edilir bir durum değildir. Bunun cezası İsrâiloğulları’na verilen cezanın ta kendisidir. Müslümanların tarihte yer yer ve son asırda sürekli olarak içine düştükleri rezillik, zillet, yenilgi, bunalım, geri kalmışlık, kişilik bozukluğu ve benzeri durumları ne ile açıklayabiliriz? Bunlar birer sonuçturlar. Sebebi ise Müslümanların dinlerini bölmeleri ve bir kısmını alıp bir kısmını terk etmeleridir.
Hayrettin Karaman 27 Nisan 2017 tarihli Yeni Şafak Gazetesi’inde ‘Siyasi İslam ve İslamcılık’ adlı makalede şöyle yazmaktadır: “İslam yalnızca ibadeti ve ahireti anlatmaz, müminlerin dünya hayatında riayet edecekleri bazı kaideler de koyar ve buyruklar da verir. Buradan hareketle kimse, mesela ibadet alanını kastederek “ibadet İslamı”, hukuk alanını kastederek “hukuk İslamı”… demez. İslam’ın siyasetle ilgili emir ve yasakları da vardır, İslam’ı teori ve inanç olarak siyasetten ayırmak mümkün değildir.”
“Müslümanlar dinle pazarlığa girip “şu kadarı senin, şu kadarı benim” diyemezler, Müslüman “teslim olandır. Neye teslim olan? Allah’ın buyruğuna, irade ve rızasına teslim olandır. Allah namaz kılmayı, oruç tutmayı emrettiği gibi faizi, zinayı, müstehcenliği, rüşveti, zulmü, istibdadı da yasaklamıştır. Müslüman olarak Allah’a teslim olan kişi pazarlık yapmadan, dinin kurallarını bölmeden -elinden geldiğince- hayatının bütününde ona teslim olur. Evin içinde, camide Müslüman, kamusal alanda gayr-i müslim olamaz.”
İslam’ın Düzenlemediği Bir Alan Var mıdır?
Eğer İslam’ın düzenlemek istemediği bir alan olsaydı hiç şüphesiz bu tuvalet adabı olurdu. Zira bu, insanların söz etmek istemedikleri ve gizlenerek giderdikleri bir ihtiyaçtır. Buna rağmen, İslam dini çok detaylı bir şekilde bu alanı düzenlemiştir. İslam tuvalete sağ ayakla girmeyi ve sol ayakla çıkmayı; girerken ve çıkarken okunacak duaları; tuvalet esnasındaki adapları düzenlemiştir. Tuvalet ihtiyacını bile düzenleyen bir dinin inanç, ahlak, ekonomi, siyaset, eğitim ve benzerlerini başka sistemlere bırakması makul mudur?
Bir Yozlaşma Örneği Olarak İlmihaller
İslam’ın bir bütün olarak (yönetim de dahil) yaşandığı dönemlerde yazılan ilmihallerde sadece taharet, namaz, oruç, zekat ve hac konuları işlenmezdi. Bunlara ilaveten alışveriş ve diğer muamelat konuları, cihad ve yönetim ile ilgili meseleler, cezai müeyyideler vb konular da işlenirdi. Fakat, son asırda yazılan ilmihallerde sadece taharet, namaz, oruç, zekat ve hac konuları işlenmektedir. Bazı yazarlar ise bunlara ilaveten vatandaşlık ve ahlakla ilgili bazı konuları eklemişlerdir. Bu da Müslüman zihinlerde İslam’ın sadece bunlardan ibaret olduğu yanlış anlayışını yerleştirmektedir.
Kapsayıcılık Anlayışı ile Yetişen Birey ile Diğerlerinin Farkı
İslam’ın sadece bir yönü ile ilgilenen bir çalışmada yetişen birey ilgilenilen alanda iyi iken, diğer alanlarda son derece kötü olabilir. Örnek: Düşünce alanında iyi bir aydın/entelektüel olan biri yaşantı, zikir, ibadet alanlarında çok zayıf olabilir. Tersi de geçerlidir. Kapsayıcılık anlayışı ile yetişen bireylerde ise durum çok farklıdır. Fecir vaktinde mihraba kapanıp ağlayarak yakaran birisinin kuşluk vaktinde iyi bir hitabet ile insanlara tebliğde bulunduğunu, biraz zaman geçtikten sonra çok iyi top oynadığını veya çok iyi yüzdüğünü ve iş alanında mesleğini samimiyet ve büyük bir ustalıkla icra ettiğini görebiliriz. Kapsayıcılık anlayışı ile yetişen sahabeler gece abit, gündüz mücahit değiller miydi?
Şu bir hakikattır ki bu dini ancak kapsayıcılık anlayışına sahip birey/kurumlar başarıya ulaştırabilirler. Peygamber (s.a.s): “Bu dini ancak onu bütün yönleri ile kuşatan ikame edebilir, yürütebilir.” (Siret-i Nebi, İbni Kesir.)
Kapsayıcı Anlayışı Benimseyen
Bir İslami Çalışma;
Selefi salihin çizgisindir. Çünkü Kur’an ve Sünnet ana kaynaklardır.
Sünnetle amel edinmeyi önemser. Çünkü Resülullah’ın (s.a.s) örnekliği esastır.
Tasavvufi bir hakikattir. Çünkü zikir ve manevi yaşantı ihmal edilmez.
Siyasi bir oluşumdur. Çünkü Müslümanların dertleri ve yönetimleri başkalarına bırakılmaz.
Sportif bir çalışmadır. Çünkü bedenin de hakkı vardır.
Kültürel ve ilmi bir kuruluştur. Çünkü ilim ve kültürsüz bir medeniyet düşünülemez.
Sosyal bir kuruluştur. Çünkü birey ve toplumun sorunlarına çözümler sunar.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?