Tarih, okumasını bildiğimizde bize çok şey öğretir. Tarih bize yol gösterir, olay ve olgulardan ders çıkarmamızı sağlar, yaşananlardan ibret almamızı sağlayıp aynı hataya düşmememiz gerektiğini söyler. Tarihimizi okurken; atalarımızın yaptığı kahramanlıkları, ümmetin önderlerinin geçtiği yolları ve onların başına gelen büyük imtihanları, aynı zamanda ümmetin bazı asırlarda nasıl düşüşe geçtiğini detaylı bir şekilde öğreniriz. Bütün bunların bilgisini öğrenmek için tarih okumak gerçekten de önemli bir iştir.

Tarihin tozlu sayfalarını okurken hepimiz, büyük İslam devletlerinin yıkılışından ümmetin bazı liderlerinin şehit edilişine kadar büyük trajik olayları görüp hüzünlenmişizdir. Lakin şunu unutmamamız gerekir ki tarih sayfalarına bakıp hüzne kapılmak bizde asla bir gerilemeye ve ümitsizliğe sebebiyet vermemelidir. İslam sancağının yeniden dünyanın dört bir yanında dalgalanacağına bütün samimiyetimizle inanmalıyız. Bu ümmetin başından çok büyük olaylar geçti. Kimi zaman bütün düşmanlarını dize getirip dünyada barış ve adaleti tesis etti. Kimi zaman da Müslümanların dünyaya dalmasından dolayı ümmet, düşmanları karşısında geriledi, düşmanları onu parçalara böldü. Bugün de ümmet aynı durumdadır. Düşmanlar bizi küçük parçalara ayırarak devletçikler hâline getirmiş durumdadır. İnsanlar arasında cahiliye âdeti olan ırkçılığı yaymış, ümmetin birleşmemesi için ellerinden ne geliyorsa yapmışlardır. Hâl böyle olunca da bize önemli bir vazife düşmüş oluyor. Peki, nedir bu vazife?

İkbal’den el-Benna’ya, Said Nursi’den Nedvi’ye, Seyyid Kutup’tan Mehmet Akif’e bütün öncülerimiz bu soruyu sormuşlar ve çözüm için bazı hususları dile getirmişlerdir. Öncülerimizin de bu konuda ittifak ettikleri gibi bize düşen vazife, yeniden İslam’a dönmektir. Yılmışlığı, ümitsizliği, tembelliği ve boş vermişliği bir yana bırakıp bir an önce işe koyulmamız gerekir. Önce kendimizi ıslah edip ardından insanları davet etmemiz gerekir. Ümmetin ciddi bir bilinçlenmeye ihtiyacı var çünkü. Selahaddin’in Kudüs’ü fethetmesine giden yol ciddi bir bilinçlenmeden geçmiştir. Âliminden siyasetçisine, çiftçisinden marangozuna, gencinden yaşlısına kadar toplumun her ferdinde ciddi bir bilinçlenme meydana getirilmiş, Kudüs kapıları bu şuurlanmanın ardından açılmıştır. Bizde bu şuur olduğu müddetçe Allah, bize eski gücümüzü de verir, yeni fetih kapılarını da açar.

Allah yolunda harcayacağımız zamanı, eğlence, oyun, televizyon, sosyal medya vb. diğer bütün faydasız işlerle ziyan etmememiz gerekir. Hiç şüphe yok ki İslam düşmanları çok çalışmaktadır. İslam’a zarar vermek için ellerinden ne geliyorsa yapmaktadırlar. Hem dışarıdan açık açık saldırmaktalar hem de içimizdeki münafıklar yoluyla bize zarar vermektedirler. Unutmamalıyız ki, zamanında münafıklar bu dine inananlara çok zarar verdiler. Yeni inananlara yanlış fikirler aşıladılar, akıllarına İslam’la uzaktan yakından alakası olmayan düşünceler soktular. Bizim bunlardan ibret almamız lazım. Biz tekrar İslam’a yaraşır bir ümmet olmak istiyorsak çok çalışmalıyız. Her işimizde her hâlimizde İslam’a uygun davranmalıyız. Çünkü İslam birbirinden ayrılmayan bir düzendir ve asla bir bölümü terk edilip diğer bölümü uygulanmaya kabil değildir.

Dünyadaki hiçbir güzellik bizi aldatmamalıdır. Hiçbir iktidar bizi cezbetmemelidir. Heva ve hevesler bizimle oynamamalıdır. Ayrıca dostumuzu düşmanımızdan ayırt edecek derecede şuurlu olmalı ve düşmanımızın kim olduğunu bildiren tarihimizi iyi bilmeliyiz. O tam uyanmışlığı yakalamalıyız. Etrafımızdaki tehlikelere dikkat etmemiz lazımdır. Hatta bu konuda Hz. Muhammed (s.a.s.) “Yararlı işler görkte acele ediniz. Zira yakın bir gelecekte karanlık geceler gibi birtakım fitneler ortalığı kaplayacaktır. O zamanda insan, mü’min olarak sabahlar, kâfir olarak geceler; mü’min olarak geceler, kâfir olarak sabahlar. Dinini küçük bir dünyalığa satar.”1 buyurmuştur.

Ehl-i küfür İslam’ı yeryüzünden silmek için çok çabaladı, çabalıyor. Bu konuda da yalnız değiller. Onları bir araya getiren şey İslam düşmanlığıdır. Bu uğurda yardımlaşıyorlar ve birbirlerine imkân tanıyorlar. Küfür tek millettir. İslam ümmeti de tektir, tek olmalıdır. Allah Kuran’da “Gerçekten, sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse bana ibadet ediniz.” (Enbiya,92) buyurur. Bu şuurda hareket etmemiz lazımdır. Ehl-i küfür, Müslümanları bölmek için çok çabaladı. Başardılar da. Bugün de aynı durum söz konusu. Müslümanların birleşmemesi için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar. Bazen de İslam’a saldıran bazı gruplardan istifade ediyorlar. Onları bu uğurda harcıyorlar. Onlar ise Müslümanlara olan kinlerinden dolayı bunu fark edemiyorlar. Bu da onların silahlarından sadece bir tanesi. Lakin unutmamamız lazım ki bizim de tesiri çok büyük silahlarımız var. Sadece bir Müslümanın sahip olup başka hiç kimsenin sahip olamadığı harika gücün üç dayanağı vardır:
Kalpleri diri tutan, Allah’a davete sevk eden, müminin korkusuzca hareket etmesini sağlayan İMAN.
Allah’a davet amacını yükseklere çıkaran, şehadete sevk eden CİHAD.
Müslümanları bir arada tutan, cihat sancağını yükselten, düşmanlara karşı topyekûn savaşa götüren ÜMMET BİLİNCİ.

Bunu bilerek hareket edersek aslında çok iş başarmışız demektir. Bunun yanında İslam ümmetinin; içinde bulunduğu durumu, yerine getirmesi gereken rolü, kendisine nasıl bakıldığını ve kendisine kurulan planları bilmesi gerekir. İslam ümmetinin bunu bilmesi; bu işin önemini kavramış, ilkelerine inanmış, metoduna sımsıkı yapışmış, düşmanının çalışma metodunu kavramış sadık evlatların şuurlanması yoluyla olacaktır. Bu sadık evlatları yetiştirmek de çok büyük önem taşır.

En başta çocuklarımıza İslam’ı yaşama konusunda örnek olmalıyız. Çocukluk döneminde onları bu şekilde yetiştirirsek artık onlar birer İslam genci hâline gelmişlerdir. Gençler ki her zaman bir ümmet için çok önemlidir. Onlarla kendini inşa eder. Onlarla bünyesini sağlamlaştırır. İslam evlatlarından birinin sesi bin kişinin sesidir. Onlar milletin umududur. Düşmanlar da en çok onlara saldırır. Çünkü en büyük engel onlardır. Ama tabi İslam düşmanları bununla yetinmezler. Gerek Yahudiler olsun gerek Hristiyanlar olsun her zaman İslam’a saldırmanın bir yolunu aramışlardır. Yahudiler en başından beri sürekli Müslümanların arasına fitne tohumları ekmeye çalışmışlardır. Bunun üzerine o zamanın Müslümanları, onlardan bir fırka fitneye başvurduğu an onları yenip Medine’den sürmüşler. Münafıklar, Müslümanlar arasına fitne sokamayacaklarını anladıkları anda İslam düşmanlarına yardım ederler, onların hizmetinde bulunurlar. Haçlılar ise sürekli Müslümanlarla savaşmış, hiçbir zaman onlarla dost olmamışlardır. Asla da dost olmayacaklar. Çünkü Allah Kur’an’da der ki: “Onların dinlerine tâbi oluncaya kadar ne Yahudiler ne de Hristiyanlar senden asla razı olmayacaklardır. De ki: “Dosdoğru yol, Allah’ın gösterdiği İslâm yoludur.” Eğer sana gelen ilimden sonra, onların heva ve heveslerine uyacak olursan, bilesin ki seni Allah’ın gazabından koruyacak ne bir dostun olur ne de bir yardımcın.” (Bakara, 120)

Dediğimiz gibi ilk İslam devletinden Eyyubi Devleti’ne, Selçuklu Devleti’nden Osmanlı Devleti’ne kadar Haçlılar, sürekli Müslümanlarla savaş hâlinde olmuşlardır. Tek amaçları onları yenip halklarını kılıçtan geçirmek ve şehirlerini tarumar etmekti. Bazen İslam’ı yeryüzünden silmek için büyük seferler bile düzenlemişlerdir. Müslüman’ın üzerine düşen vazife bu zalimliklerin karşısında gafletten uyanmaktır. Nitekim Haçlı seferlerinden sonra böyle de olmuştur. Haçlı seferleri Müslümanları kendine getiren ve uyandıran bir iğne gibiydi. Bu saldırılar Müslümanları sarstı fakat onlar da Haçlıları silip süpürdü. Çünkü Müslümanlar cihat için yola çıktı mı netice bellidir. Onların önünde durmak mümkün değildir. Haçlılar, Müslümanların çok güçlü olduğunu gördüğünde savaşı durdururlar. Ta ki Müslümanlar zayıflayana kadar. Sonraki amaçları ise imanı zayıflatmak, cihat fikrini zihinlerden uzaklaştırmak ve ümmeti parçacıklara bölmektir. Ama bununla da yetinmezler. Bazı İslam beldelerindeki liderlerin eşleri Hristiyandır. Yaptıkları geziler, ziyaretler sonrası oluyor bu. Böyle bir liderin tüm işleri açığa çıkar. Ortada sır diye bir şey kalmaz. Sırları düşmanlarının eline geçer. Bu, Haçlıların silahlarından birisidir sadece. Unutmamalıyız ki onlar, İslam’ı demir tokmaklarla yok etmek istiyorlar.

Tüm bunları tarihimizden öğrendikten sonra bize daha çok iş düşüyor. Artık bize yapılan oyunları, kullanılan silahları, bize olan kinlerini ve bizi yok etmeyi ne kadar çok istediklerini biliyoruz. Bizim yapacağımız vazife de bellidir. İçinde zorluk ve katılık, şiddet ve kınama olmayan, hikmet ve güzel sözle şuurlu bir şekilde daveti yerine getirmeliyiz. Bu, İslam’ın metodudur. Hz. Muhammed (s.a.s.) Müslümanları, davetine düşmanlık edenlere saldırmak için toplamadı. Aynı zamanda Müslüman olan hiç kimseye Ebu Cehil’i öldürmesi için görev de vermedi. Çünkü bu İslam’ın metodu değildir. İslam’a davetin yolu ancak hikmet ve güzel öğüt vermektir. İşte bu Resûlullah’a tabi olmaktır. Davet, eylemlere ve söylenenlere karşılık vermek değildir.

Son olarak yukarda muhtevasını paylaşmaya çalıştığımız kitabın yazarı ve aynı zamanda büyük bir tarihçi olan merhum Mahmud Şakir’in, İslam ümmetinin tekrar büyük bir güce dönüşmesi için önerdiği birkaç tavsiyesini buraya aktarmak istiyorum.

Tekrar o büyük güce dönüşmek istiyorsak:
Kuran ve Sünnet’e her yönüyle uymalıyız. Bir kısmına uyup bir kısmına uymamakla bu iş olmaz.
Hayatın her alanında düşmanlarımızı taklit etmekten uzaklaşmalıyız.
Düşmanlarımıza, onların bize baktıkları gözle bakmalıyız.
İnsanları uyarmalı, geçmişte yaptıklarımızı anlatmalı, gerçekleri beyan etmeliyiz. Onları doğru yola iletmeliyiz.
Dünyanın aldatıcı güzelliklerini bırakıp İslam’a sarılmalıyız.
Nefsin arzularından ve vesveselerinden kurtulmalıyız.

Kaynakça
1) Müslim, Tirmizî

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?