Tarihin birçok döneminde toplumların ve devletlerin hayatında önemli değişimlere yol açan -nasıl isterseniz öyle isimlendirin- kavşaklar, duraklar veya yol ayrımları yaşanmıştır. Elbette bütün bir coğrafyayı saran ve çevresini derinden etkileyen bu olaylar silsilesinin atlatılması süreci hiçbir dönemde kolay olmamıştır. Bu geçiş evreleri; birtakım dengelerin sarsıldığı, krizlerin, savaşların, kimileri için korku halleri, kimileri için de ümit hallerinin oluşmasıyla sonuçlanmıştır.
Bugünün karışık gündemini anlayabilmek için Hz. Peygamber’den günümüze, dikkate değer önemli dört merhaleyi dikkate alarak bir okuma yapmaya çalışacağız.
1. Kavşak: Hz. Peygamber (sav), davetini ilan ettikten sonra kendisine yönelik oluşan karşıt güçlerden korunmak ve mesajının sürekliliğini sağlamak için Mekke’den Medine’ye hicret etmek zorunda bırakıldı ve böylece düzenli bir yönetim sisteminin ilk temellerini orada atmış oldu. Rasulullah (sav), zorunlu göç sonrası halkın muhteşem ilgisi ve teveccühüyle kendisinin başkanı olduğu bir şehir devleti kurmuş, Müslümanların hak ve sorumluluklarını, ayrıca başta Yahudiler olmak üzere Medine’de yaşayan herkesin hak ve sorumluluklarını ihtiva eden bir anayasa, aynı zamanda sözleşme niteliğinde olan bir vesika yayınlamıştı. Bu süreç, kurulan İslam Devleti’nin ilk anayasasını teşkil ediyordu. Toplumun bütün kesimlerine yaşanacak muhtemel sorunları adalet ve hukuk çerçevesinde çözmeyi vadeden bu sözleşme, dini tercihlere de sınırları muhafaza etme şartıyla yasal güvenlik sağlıyordu. Bununla Medine şehir devletinde yaşayan herkes güvence altında olacak ve farklılıkların birlikte yaşayabilme modeli geliştirilecekti.
Bu devlet modelini özümsemeyen ve yok etme girişimlerine kalkışanlara karşı, Hz. Peygamber komutasında kurulan düzenli ordu ile Bedir, Uhud ve Hendek muharebelerinde mukavemet gösterilmiş, sonrasında Hudeybiye Sulhu çerçevesinde müzakere masasına oturan müşrik Mekke devleti, Medine İslam Devleti’ni dolaylı olarak da olsa resmen kabul etmiştir.
2. Kavşak: Hz Peygamber (sav) sonrası yönetimi halkın iradesiyle devralan devlet başkanlarının da aynı devlet geleneğini sürdürmesi sonrası, meşru devlet başkanına karşı gerçekleştirilen Sıffin darbesi ile yaklaşık 35 yıl süren nebevi temellere dayanan yönetim anlayışı döneminin son bulmasıyla bambaşka bir sürece girilmiş oldu. Artık meşru bir başkan yerine oluşturulan algı ve propagandanın etkisiyle kuvvete dayalı bir askerî darbe gerçekleştirilmişti. Bu dönemin en belirgin hususiyetleri, anayasanın dikkate alınmadığı, yöneticilerin halkın iradesiyle belirlenmediği bir anlayışın hâkim olmasıdır. Bu yeni duruma hazır olmayan Müslüman toplum bir çözülme yaşadı ve dört gruba ayrıldı;
• Meşru yönetimi destekleyenler, (Meşru halife Hz Ali’yi destekleyenler)
• Darbe taraftarları, (Şam valisi Muaviye bin Ebu Süfyan komutasındakiler)
• İkisine de karşı olanlar, (Hariciler)
• Tarafsız kalanlar, (Olayları Siyasi bir çekişme veya fitne olarak değerlendirip, köşeye çekilenler)
Sıffin darbesiyle başlayan meşru iktidara karşı yapılan darbe süreci sonucu, Medine Anayasası’nın İslam ümmetinin elinden çıktığını ve yönetimin babadan oğula miras gibi devredilen bir hanedanlığa dönüştüğünü görüyoruz. Önce Emevi, sonra Abbasi ve Osmanlı hanedanlığı.
Ve 13 asır süren bocalama süreci…
3. Kavşak: Hilafetin yıkılmasıyla dini görünümlü saltanattan 50 küsur devletçiğe bölünen İslam coğrafyası aile krallıklarına veya ırkçı ulus devletlerine evrildi. İslam âlemi için fetret dönemi olarak nitelendirilebilecek bu süreç, yöneticilerinin küresel emperyalistler tarafından yetiştirilip tepeden inmeci, baskıcı, halkına, değerlerine ve dinine yabancı rejimlere dönüştürüldü. Müslüman halklara yönelik baskının, sindirme politikalarının ayyuka çıktığı bir asır süren bu dönem, maddi anlamda gerilemenin ve sömürünün yanında kültürel ve dini bir yozlaşma sürecini de beraberinde getirdi.
4. Kavşak: Ve 2011… Bir asırlık sıkışan öfkenin patlak verdiği önü alınmaz halk ayaklanmaları başladı. “Halk rejimin devrilmesini istiyor” sloganları ile yeni bir kavşağa girdiğini seslendiren halk, diktatör rejimlere isyan bayrağını kaldırıp Medine Sözleşmesi arayışının ilk kitlesel adımlarını atmış oldu.
Her ne kadar bazı ülkelerdeki bu kıyamlar birer kıyıma dönüştürülmeye çalışılsa da, ‘ok’un yaydan fırladığını ve geri dönüşün mümkün olmadığını belirtmek gerekiyor. Yüzyılların oluşturduğu tortuların, çabucak temizlenmesi çok gerçekçi olmadığı gibi yerel ve uluslararası dengelerle de uyuşmuyor.
Belki süreç uzayacak ve bedeller fazlalaşacak. Ama unutmamamız gerekir ki, safların netleşmesi ve fikirlerin berraklaşmasına herkesin fırsat tanıması gerekir. Böylece sis bulutları kaybolduktan sonra ilahi irade devreye girecek ve süreç tekrar olması gereken noktaya geri dönecektir.
Bu kısa tarihi kronolojik süreçler analizinden, günümüz İslam âlemindeki ayaklanmalar ve değişimlerden çıkardığım ve ümit ettiğim tek gerçek var;
İslam Ümmeti kayıp anayasasını arıyor!

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?