Öncelikle şunu unutmayalım ki, hepimiz kapitalizmin çocuklarıyız. Yani hiçbirimiz, şefkat ve merhamet dini olan, İslam’ın sosyal adaletinin yaşandığı bir zaman ve zeminde doğup büyümedik. Tam aksine, maddeyi putlaştıran, şehvet ve hazları ibadet sayan kapitalizmin, insanlığı kasıp kavurduğu bir ortamda gelişip büyüdük.

Peki, ilahi sistemle beşerî sistemler arasında ne fark var ki? Dostlar bu ikisi arasındaki fark; geceyle gündüz kadar, yerle gök kadar, cennetle cehennem kadar farklıdır. İsimleri; kapitalizm, faşizm, liberalizm, sosyalizm, komünizm veya diktatörlük, monarşi vs. olsun fark etmez. Al birini vur ötekine.

Özellikle son iki asırdır, dünyayı kasıp kavuran kapitalizmin temel felsefesi, “her şey benimdir, altta kalanın canı çıksın” şeklindedir. Ama İslam’ın temel ilkesi; “Komşusu açken, tok yatan, bizden değildir.” “En hayırlınız, insanlara en faydalı olanınızdır.”1 Şeklindeki, nebevi prensiplerdir. Batı kültürünün bencil, mağrur kültürüyle, şefkat, merhamet, sevgi, saygı, muhabbet ve insanlığın kaynağı olan İslam asla kıyaslanamaz.

Allah’ın (c.c) şeriatı olan İslam, ne kadar yüceyse, beşerî sistemler o kadar alçaktır. İslam ne kadar adaletli ve müşfik ise, diğer beşerî sistemler, o kadar zalim, gaddar ve adaletsizdir. Çünkü İslam, Allah’ın (c.c) ezelden insanlık için seçip peygamberleri vasıtasıyla gönderdiği sistemdir. Nitekim Allah (c.c) şöyle buyurur: “…İşte bugün sizin dininizi kemâle erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslâm’ı beğendim…” (Mâide, 3)

Şurası malumdur ki, İslam, yardımlaşma ve dayanışma dinidir. İslam bu prensibi öylesine sıkı tutar ki, bir yandan müminleri “bir birbirlerine kenetlenen bina taşları”na benzetir. Diğer yandan, birbirleriyle mükemmel sinir sistemiyle bağlı ve irtibatlı olan, bir bedenin organlarına benzetir. “Müminler birbirlerini sevmede, birbirleriyle yardımlaşma ve dayanışmada, tıpkı bir bedenin organları gibidirler. Öyle ki, bir organ rahatsızlandığında diğer organlarda uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşırlar”2 “Müminler, birlerine kenetlenen yapı taşları gibidirler.”3

İmtihan gereği, Allah (c.c) kimimizi varlıkla, kimimize de darlıkla imtihan eder. Varlık içindekiler Allah’ın (c.c) nimetlerinin şükrünü eda edecekler mi? Akrabaya, yetime, muhtaca, yolda kalmışa yardım edecekler mi? Yoksa karunlaşıp haşa; “küçük dağları ben yarattım” havasına girip azıp sapacak mı? “İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (mallarından) vermekte kusur etmesinler; bağışlasınlar, feragat göstersinler. Allah’ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.” (Nûr, 22)

Yoksul ve muhtaç kimseler ise, sabredip Allah’a (c.c) teslimiyete devam edecekler mi? “Müminin hâli takdire şayandır! Zira onun her hâli kendisi için hayırlıdır ve bu durum yalnız mümine mahsustur. Başına güzellik, bolluk geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir darlık, sıkıntı geldiğinde ise sabreder; bu da onun için hayır olur.”4

Bu imtihanın önemli bir yanı da varlıklı insanların, darlık içinde olanlara yardımcı olmalarıdır. Bu yardımlaşmanın; zekât, fitre, sadaka, infak, kefaret, kurban vb. karşılıksız olan yolları da vardır. Mudarebe yani emek sermaye ortaklığı ve karzı hasen yani karşılıksız borç verme gibi yolları da vardır. Önemli olan, darda olana yardım etmek, düşmüşün elinden tutmak ve muhtaç olanın ihtiyacını gidermektir. “Kim Müslüman kardeşinin bir ihtiyacını karşılarsa Allah da onun bir ihtiyacını karşılar. Kim Müslümanın bir sıkıntısını giderirse Allah da kıyamet günü onun sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir.”5

Şimdi konumuz, yardımlaşma yollarından biri olan borç alıp vermektir. İslam’da borç alıp verme; sayılabilen nakit paralardan olabilir. Ölçülebilen katı veya sıvı maddelerden yağ, petrol, buğday, arpa, pirinç vs. gıda maddelerinden olabilir. Yahut altın, gümüş ve et gibi tartılabilen; ya da yumurta ve ceviz gibi büyüklükleri birbirlerine yakın olan mallardan taneyle de olabilir.

Fakat hayvan vs. gibi her birinin kendine göre ayrı ayrı değer ve özelliği bulunan mallarda borçlanmanın olup olmayacağı hususu ise İslâm hukukçuları arasında ihtilaflı bir konudur. Böyle bir borçlanmanın caiz olmadığı kanaatinde olan Hanefî hukukçuları; “alınan borç harcanır, sonra benzeri ödenir. Canlı bir koyun borç alındığında tamamen aynı özelliklere sahip bir koyun bulunmayabilir. Onun için bu gibi borçlanmalarda taraflardan biri mağdur olabilir” demektedirler. Borç alınan para, para ile gıda maddeleri de misliyle ödenir. Fazla bir şey istenirse, faiz olur.

Borç verme, İslam’ın çok önemli yardımlaşma yollarındandır. Dinimiz bunu teşvik etmiştir. Hatta bazı durumlarda borç vermeyi, sadaka vermekten iki kat daha sevap saymıştır. Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur: “Eğer Allah’a içten gelen istekle ödünç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar.” (Teğâbun, 17). Peygamber Efendimiz (sav) de bir sadakaya on misli sevap verileceğini, borç vermeye ise on sekiz misli sevap verileceğini bildirmiştir.6 “Borcun vadesi gelmeden önce verdiği her bir mühlet için onun gibi bir sadaka vardır. Borcun vadesi geldiğinde ona mühlet verecek olursa iki katı sadaka vermiş gibi olur.”7

Allah Resulü (sav) şöyle buyurdular: “Miraç gecesinde bana, cennet kapısında şöyle bir yazı gösterildi. “Sadaka on misliyle mükâfatlandırılacaktır. Karz-ı hasen (ödünç para) için ise on sekiz katı ecir vardır.” Ben, Cebrâil’e: “ödünç verilen para niçin sadakadan daha üstün olduğunu sorduğumda, şu cevabı verdi: “Şüphesiz, dilenci (çoğu zaman) yanında para olduğu halde ister. Ödünç (borç) isteyen ise, ancak ihtiyacı sebebiyle borç ister”8

Borç Alıp Verirken Dikkat Etmemiz Gereken Hususlar:

  1. Öncelikle mükellef ve ticaretle iştigal eden her Müslümanın; genelde ticaret hukuku, ama özelde borçlanma fıkhını, yeterli bir fıkıh kitabından okumalıdır. Bunu ehil bir âlimden ders olarak okuması daha uygundur. Çünkü birçok fıkhi ıstılahları kişi tek başına anlayamaz. Konuyla ilgili ehil olan ulemaya müracaatı gerektirir. Resulullah’ın (sav) “İlim öğrenmek kadın-erkek her Müslümana farzdır.”9 hadisinden anlaşılan da budur. Tabi buradaki farzın biraz açılması gerekir. Farzul ayn olan ilim, “ilmi hal” yani her kişinin içinde bulunduğu durumla ilgili ilimlerdir. Yani bir Müslüman akıl ve baliğ olunca, ibadetlerin ahkâmını, helal ve haramları bilmesi bu kabildendir. Eğer evelenecekse, evlilik hukukunu, ticaret yapacaksa ticaret hukukunu bilmesi, onun üzerine farzdır. İslami ve fenni ilimlerin detaylarıyla öğrenilmesi ise farzı kifâyedir.
  2. Zorunlu olmadıkça borca girilmemeli, borç almak zorunda kalındığında ise, sadece ihtiyaç kadar borç alınmalıdır. Kesinlikle dünyalıkla hırsına kapılıp ayağını yorganından fazla uzatmamalıdır. Özellikle yatırımcıların bu konuda, çok dikkatli olmaları gerekir. Nitekim günümüzde batıp giden birçok şirketlerin sebebi, daha kısa zamanda, daha çok kazanmak hırsıyla, alınan krediler vs. borçlardır. Resulullah (sav) bir kafileden, yanında parası olmadığı halde bir dana satın aldı. Danaya kâr verilince de onu sattı, dananın borcunu ödeyip karını da Abdülmuttalib oğullarının muhtaç kadınlarına dağıttı ve: “Bundan sonra yanımda para olmadan hiçbir şey satın almayacağım” buyurdu.10
  3. Borçla ilgili önemli bir konu da tüm detayların konuşulması ve netleştirilmesidir. Alınıp satılan malın miktarı, vadeliyse vadesi, taksitli ödenecekse, taksitler ve miktarın nasıl ne ile ne zaman ödeneceğinin konuşulması. Eğer nakliyat gerektiren bir mal ise, teslim mahalli ve nakliyat masrafının hangi tarafa ait olacağı vs. tüm konuların konuşulması. Resulullah (sav) Medine’ye geldiğinde Medineliler bir, iki ve üç senenin meyvesinden selef (vâdeli satış) yapıyorlardı. (Parayı peşin alarak bir, iki ve üç senenin mahsulünü satıyorlardı) Resulullah (sav) şöyle buyurdular: Kim selef yaparsa belli bir ölçü, belli bir ağırlık ve belli bir vade ile selef yapsın.” 11
  4. Matematiksel düşünmemek, kendi zekâmız ve bileğimizin gücüne değil, Allah’ın (c.c) lütfu ve ihsanına güvenmek. Nice gariban ama mütevekkil insanlar, varlık içindeyken, nice çok zeki insanlarsa, ekmeğe muhtaç olabilmektedir. Evet, biz esbap âleminde üzerimize düşeni yapacağız, çaba ve gayretimizi ortaya koyacak sonra takdiri Allah’a (c.c) bırakacağız. “Bilsin ki insan için ancak çalışmasının karşılı vardır. Ve çalışması da ileride görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir.” (Necm, 30-41)
  5. Borç alındıktan sonra; hakka, hukuka riayet edilmelidir. Borcu ödeme konusunda samimi olmalıdır ki gereğinde Allah (c.c) onun borcuna kefil olsun. Borcu ödeme imkânı olunca hemen ödenmeli, borç ödeme savsaklanmamalıdır. “Kim ödemek niyetiyle bir borç alır da onu ödeyemeden ölürse, kıyamet gününde Allah onun namına o borcu öder. Kim de ödemek niyeti olmaksızın bir borç alır da sonra ölürse, Allah (c.c) kıyamet gününde ona: “Kulumun hakkını almayacağımı mı sandın?” der. Böylece onun (borçlunun) iyiliklerinden alınıp diğerinin (alacaklının) iyiliklerine ilave edilir. Şayet sevabı yoksa borç verenin günahlarından alınıp ona yüklenir.” 12
  6. Borç geleneği devam ettirilmelidir. Borç vereni Yüce Allah’ın karşılıksız bırakmayacağını ve mükâfatının çokça olacağına inanılmalıdır. Çünkü borç müessesi, sevinç ve tasaları paylaşmaktır. Bilindiği üzere sevinçler, paylaşıldıkça çoğalır ve bereketlenir. Tasalar ise paylaşıldıkça azalır ve sonunda biter.
  7. Borç verme imkânı olanlar, teşvik edilmelidir. Borcunu veren kişi ona dua ve teşekkür etmelidir. İslam’ın bu güzel geleneği olan Karz-ı hasen devam ettirilmelidir. Zire bu güzel bir yardımlaşma ve dayanışma örneğidir.
  8. Borç; hesabi değil, karşılıksız ve tamamen hasbi ve Allah (c.c) için olmalıdır. Borcun İslami, ahlaki ve insani güzel bir davranış olduğu, dünyevi hiçbir çıkar ve menfaat gözetilmeden yapılması gerektiği unutulmamalıdır.
  9. Borç verirken, bunun kardeşliğin gereği bir görev olduğu hissettirilmelidir. Böylece borç alan insanın izzeti nefsi zedelenmemeli ve şahsiyeti rencide edilmemelidir.  Ona moral vererek onun bu zor zamanında ona destek olunmalıdır.
  10. Borç verdiğimiz kişinin borcunda; vade uzatılmasına veya ibra ile affetmeye karar verdiğimizde bunu hikmetle yapmalıyız. Borçluya gereken sebepler belirterek ikna etmeli, onun izzeti nefsini incitmemeliyiz.
  11. Aldığımız borçları söz verdiğimiz zamanda mutlaka ödemeliyiz. Ödeyemeyecek durumda isek zamanı gelmeden önce, mazeretimizi ve durumumuzu anlatarak, ondan müsaade istemeliyiz. Tabi onun da durumunu sorup imkânı olup olmadığını göz önünde bulundurmalıyız.
  12. Borç aldığımız kişiyi zora ve zarara sokmamalıyız. Uzun vadeli borçlanmaları, “Değeri kaybolmayan değerler” üzerinden yapmak daha uygundur. Değer kaybı ile borç vereni zarara uğratmamalıyız. Altın gibi değerler, ölçü alınabilir.
  13. Borçlu kişi durumunu toparlamış alacaklı zora düşmüşse, borçlu borcunun ödemesini erkene alıp bir an önce ödemelidir. Borcu ödemeye çare aramalı, ödememek için bahane arama gibi bir yanlışa düşülmemelidir. Unutmayalım ki, ölümün vakti belli değildir. Allah (c.c) huzuruna borçlu çıkmak, ayrı bir vebaldir. Nitekim Resulullah (sav) şöyle buyurur: “Allah’ı (c.c) nazarında, bir kulun Allah tarafından yasaklanan kebirelerden sonra, beraberinde getirebileceği en büyük günahlardan biri, kişinin ödenecek karşılık bırakmadan üzerinde borç olduğu halde ölmesidir.”13 hatta Resulullah (sav) bu konuyu o kadar önemsemiştir ki, borçlu olanın cenaze namazını kendisi bizzat kılmamış, sahabelere havale etmiştir. Ebu Katade (r.a) anlatıyor: “Resulullah (sav) a, cenaze namazını kıldırması için bir adamın cenazesi getirildi, Efendimiz (sav): “-Onun üzerinde borç var, arkadaşınızın cenaze namazını siz kılın!” buyurdu. Ben: “-Borcu benim üzerime olsun, ben ödeyeceğim ey Allah’ın Resulü!” dedim. “- Sadakatle mi” dedi. Ben de “Evet sadakatle” dedim. Bunun üzerine cenaze namazını kıldırdı.”14
  14. Bakara suresi 282. Ayeti kerimenin gereği olarak, “Borç küçük olsun büyük olsun, Borçlandığımız zaman onun miktarını ve ne zaman ödeneceğini, şahitlerle birlikte yazmalı ve bu konuda üşenmemeliyiz” derler ya, “söz uçar, yazı kalır.” Unutmayalım ki, borçları kayda geçmemeden dolayı, birçok anlaşmazlık yaşanmakta, dostluk düşmanlığa, muhabbet adavete dönüşebilmektedir.

Nitekim Allah (c.c) şöyle buyurur: “Ey iman edenler, muayyen bir zaman vaadiyle borçlandığınızda onu yazın. Aranızda bir kâtip de doğrulukla yazsın. Yazan Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin. Yazsın. Hak kendi üzerinde olan da yazdırsın. Şayet, borçlu, sefih, küçük ve kendisi yazdıramayacak durumda ise, velisi dosdoğru yazdırsın. Erkeklerden iki de şahit yapın. Eğer iki erkek bulunmazsa Şahitlerden razı olacağınız bir erkek, biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatacak iki kadın olabilir. Şahitler çağırıldıklarında çekinmesinler. Borç, küçük veya büyük olsun onu müddeti ile beraber yazmaktan üşenmeyin. Bu Allah yanında adalete daha uygun, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemenize de daha yakındır…” (Bakara, 282)

Kur’an’daki her hüküm ayetindeki açıklık gibi, borçlanma konusunda da hüküm açıkça ortaya konmuştur. Kur’an’ın hükmüne uyanlar, hiçbir zaman perişan olmazlar. Kur’an’da toplum içinde yerleştirilmek istenen prensip, hakkın zayi olmaması ve bunun için muayyen bir zaman için alınan borçlar hususunda borcun miktarının yazılmasıdır.

Dört mezhep imamlarının cumhuruna göre burada, borcu güvence altına almak için yazmak tavsiye niteli­ğindedir. Yani mendup olup yapılırsa daha iyi olur. Nitekim bir sonraki ayette karşılıklı güven varsa, yazmanın şart olmadığına işaret vardır. Ancak her halu karda borcu karşılıklı yazmak, her zaman çok daha hayırlı olur. Nitekim Taberî, Dâvûd ez-Zâhirî, Atâ gibi fıkıhçı ve tefsircilere göre bu emir, bağlayıcı hüküm getirmektedir. Yani borcu yazmak farzdır, yazmayan günahkâr olur. “Yazın” emrinden sonra gelen “Bir kâtip yazsın” emri, “Taraflar okuma yaz­ma biliyorlarsa kendileri yazsınlar ve her biri yazdığını karşı tarafa versin; ayrıca hukukî işlem için tanık bulundursunlar. Eğer taraflar okuma yazma bilmiyorlarsa aralarındaki borcu, yazmayı bilen birisi doğru dürüst yazsın” şeklinde anlaşılmış ve yorumlanmıştır. Yazma emri aynı zamanda İslâm hukukunda yazının delil olduğuna, yazılı vesikanın ispat vasıtası olarak kullanılacağına dayanak kılınmıştır.

Ayette dikkat edilmesi gereken bir konu da olabildiğince tafsilata girilmiş olmasıdır. Bilindiği üzere Kur’an-ı Kerim, anayasa hükmünde olup konuların tafsilatına girmez. Gerekli açıklamaları çoğunlukla Resulullah (sav) yapar, geri kalan kimi detaylar da ehil olan âlimlere kalır. Ama Kur’an özellikle para pul işlerinde neredeyse tüm detayları anlatır. Örneğin miras hukukunun hemen tüm detayları bizzat Allah (c.c) tarafından açıklanmıştır. Zira bizi yaratan Allah (c.c) mal mülke, para ve servete olan zaafımızı bizden daha iyi bilmektedir. Ta ki, niza, husumet, kin ve düşmanlığa sebep olmasın. Bu konuda Resulullah’ın (sav) uyarıları da çoktur. Ancak buna rağmen para, mal ve menfaat kaynaklı dalaşmalar, en yoğun davalardır.

  1. Borcu yazma konusunda kimse kimseye darılmamalı, karşılıklı olarak, Yüce Allah’ın emrine uymalıdır. “Bana güvenmiyor musun?” ifadesini kullanmak, Allah’ın bu ayetine muhalefet olur. İbn Cüreyc der ki: Kim borçlanırsa yazsın, kim alış-veriş yaparsa şahit tutsun. Katâde der ki: “Bize anlatıldığına göre, Ebu Süleyman el-Mer’aşî Kâ’b’ın arkadaşlarından birisiydi. Bir gün arkadaşlarına şöyle sordu: “Rabbine dua ettiğinde duasına icabet edilmeyen mazlûmu biliyor musunuz?” ona “Bu nasıl olur?” diye sorduklarında: “Bir adam belli bir vade ile satış yapar, şahit tutmaz ve yazmaz, malının zamanı gelince sahibi bunu inkâr eder, o da Rabbine dua eder, ama duasına icabet edilmez. Çünkü o, Rabbine isyan etmiştir.” dedi.
  2. Borcumuzu ötelemeye değil, ödemeye çare aramalıyız. Hesabımızı borcumuzu bir an önce ödemek ve borçtan kurtulmak için yapmalıyız. Borç bizi huzursuz ve rahatsız etmelidir. Zira borcun gereksiz ve mazeretsiz olarak geciktirilmesi, İslam ahlakı ve İslam kardeşliğinin gereklerindendir. Bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır: “Zenginin borcunu geciktirmesi zulümdür. Biriniz (alacağı) bir zengine havale edilirse kabul etsin.” 15
  3. Bu konuda büyük bir yanlış da borcu zamanında vermemek, borç vereni pişman ettirmektir. Kimsenin “borç verirken iyi, borç isterken kötü olmak” durumuna düşmemek için borç meselesi istismar edilmemelidir. Toplumdaki hayırseverler, borç verdiğine pişman edilmemelidir. Toplumdaki güven ve itimat zedelenmemelidir.
  4. Bir kimse borç verdiği para vs. nin bir kısmını veya tamamını bağışlayabilir. Borçlusu güç durumda ise ona kolaylık gösterilmesi, hatta mümkün ise alacağın bağışlamasını teşvik etmiştir. Allah (c.c) şöyle buyurur: “Borçlu darda ise eli genişleyinceye kadar ona mühlet verin. Bilmiş olsanız borcu bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır” (Bakara, 280) Yani borçlu zor durumda kalmış ise “darda ise, eli genişleyinceye kadar mühlet veriniz.” Böyle bir durumda verilecek olan hüküm, onun borcunu rahatlıkla ödeyebileceği zamana kadar imkân tanımaktır. Hatta bazı durumlarda borcun tamamını bağışlamak teşvik edilmiştir. “Eğer bilirseniz sadaka olarak bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır. ” Nitekim Resulullah (sav) şöyle buyurur: “Kendi gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmayacağı bir günde Allah’ın kendisini gölgelendirmesini arzu eden bir kimse, zor durumda kalmış olana kolaylık sağlasın veya onun borcunu indirsin.” Bu manada birçok hadis vardır.16 “İnsanlara borç veren bir tüccar vardı. Zor durumda kalmış birisini görünce çocuklarına, onun borcunu affedin, belki Allah bizi bağışlar derdi. Nihayet Allah da onu bağışladı.” 17

“Duasının kabul olunmasını, kederleri gidip rahatlamayı isteyen, borcunu ödeyemeyen, zorda kalmış kimseyi bu durumdan kurtarsın.”18

“Borcunu ödemekte zorluk çeken birisine kolaylıkla ödeyeceği zamana kadar mühlet veren bir kimseye, Allah da günahı sebebiyle tövbe edinceye kadar mühlet verir.”

“Borcunu ödemekte zorluk çeken birisine mühlet veren veya borcunun bir kısmını bağışlayan kimseyi yüce Allah Cehennem ateşinden korur”19

“Borcunu ödemekte zorluk çeken birisine mühlet veren bir kimse her gün için onun gibi bir sadaka vermiş gibi olur.” 20

  1. Ama tam aksine borçlu da önceden şart koşmamak şartıyla aldığı borcun üzerine, kendi isteğiyle ekleme yaparak da ödeyebilir. Çünkü Hz. Peygamber borç olarak genç bir deve almış ve bunu yedi yaşına girmiş iyi bir deve ile ödemiştir. Değerlilik yaş farkıyla olabileceği gibi, kalite farkıyla da olabilir.
  2. Meselâ bin TL borç alan bir kimse, borcunu bin yüz TL olarak verebilir. Yine ikinci kalite buğday borç alan, borcunu öderken birinci kaliteden ödeyebilir. Ancak bunun borç verme esnasında şart koşulmamış olması gerekir. Ama borç alınırken borcu daha fazlasıyla veya daha iyisiyle ödeme, ya da borçlunun alacaklıya fayda temin edecek başka bir şeyi yapması şart koşulursa bu caiz değildir; faizdir. Peygamber Efendimiz bir hadisinde “Menfaat sağlayan her türlü borç faizdir.” buyurmuştur 21
  3. Borcu mümkün olduğu kadar, en iyi şekilde vermeye çalışmak, İslam ahlakındandır. Ebu Rafi’ (r.a) der ki: Resulullah (sav) genç bir deve borç almıştı. Kendisine, sadaka develeri geldi. Bana, (alacaklı) adama genç devesini ödememi emretti. Ben efendimize: “Develer arasında altı yaşını doldurmuş güzel bir deveden başkasını bulamadım” dedim. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz o deveyi satın aldı ve: “-Adama onu ver, şüphesiz insanların en hayırlısı borcunu en iyi ödeyendir. “ buyurdu 22
  4. Bir insan borcunu ödeme konusunda samimiyse, Allah (c.c) onun ödemesini kolaylaştıracaktır. Nitekim Resulullah (sav) şöyle buyurur: “Kim insanların mallarını geri ödeme niyetiyle alırsa Allah onun ödemesini kolaylaştırır. Kim de malı tüketip, telef etmek (geri ödememek) niyeti ile alırsa Allah da onun malını telef eder.” 23
  5. Kul ödeme konusunda samimi olup elinden geleni de yapmasına rağmen ödeyemeden ölürse, Allah (c.c) ve Resulünün (sav) onun borcuna kefil olması müjdesi de vardır. “Ben her mümine kendi nefsinden daha evlâyım. Her kim borç bırakırsa (borçlu ölürse) onu ödemek bana aittir. Kim de mal bırakırsa varislerine aittir.” buyurdu. 24

Peygamber (sav) Efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah (c.c) kıyamet gününde borçluyu huzuruna çağırır ve ona:

-Ey Âdemoğlu! Bu borcu niçin aldın ve niçin insanların haklarını zayi ettin:” denir. O kimse:

“-Ya Rabbi! Sen biliyorsun ki, ben onu aldım, yemedim, içmedim, giymedim ve zayi etmedim. Fakat yandığı için yahut çalındığı için veya zararına satmamdan dolayı ödeyemedim.” Der. Bunun üzerine Allah (c.c):

“Kulum doğru söyledi. Borcunu senin yerine ödemeye ben daha layığım.” Buyurur. Daha sonra Allah bir şey isteyip onu terazinin sevap kefesine kor ve böylece sevapları, günahlarına ağır basar. Ve Allah’ın bol rahmetiyle cennete girer.” 25

  1. Borç insan için kelepçedir ve ağır bir bağdır. Bu kulun boynuna yükletilir. Bu durum insanı üzer, rahatsız eder. Borcunu ödeyinceye kadar rahat bir gün geçiremez ve rahat bir uyku uyuyamaz. Borcunu ödeyinceye kadar, borçlunun sevap kazanması devam eder. Saadet sebebi olur. Bu durum borcuna sahip kişi için geçerlidir. Bir de borcunu umursamaz, ödemek için planlar kurmaz, borcunu ödemek için çare aramazsa bu da onun için ahret şekavedi ve azabı olur. “Bir adam ki, hiç ödememek niyetiyle birisinden borç alırsa, Kıyamet günü bu adam Allah’ın huzuruna hırsız olarak çıkar” “Borç, yeryüzünde Allah’ın bayrağıdır. Allah bir kula baş eğdirmek isterse o bayrağı onun boynuna kor.” 26
  2. “Günahlarını azalt ki, ölümün kolay olsun. Ve borcunu azalt ki, hür olarak yaşayasın.” 27

Borçla İlgili Şu Nasları da Tefekkür Edelim

Allah (c.c) şöyle buyurur:

  • “Eğer Allah’a (rızası uğruna) borç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. Allah çok mükâfat verendir, ceza vermekte acele etmeyendir.” (Teğabun, 17)
  • “Sadaka veren erkeklere ve sadaka veren kadınlara ve Allah’a güzel bir ödünç verenlere, verdiklerinin karşılığı kat kat ödenir ve onlara değerli bir mükâfat vardır.” (Hadid, 18)
  • “Allah’a gönül hoşluğuyla ödünç verin. Kendiniz için önden (dünyada iken) ne iyilik hazırlarsanız Allah katında onu bulursunuz; hem de daha üstün ve mükâfatça daha büyük olmak üzere…” (Müzzemmil, 20)
  • “Eğer Allah’a içten gelen bir istekle ödünç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar.” 28
  • “Eğer borçlu darlık içinde ise, eli genişleninceye kadar ona mühlet vermek gerekir. Eğer (gerçekleri) anlarsanız bunu sadaka (veya zekâta) saymak sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara, 280)

Resulullah (sav) şöyle buyurur:

  • “Ödeme güçlüğü çeken borçluya zaman tanıyan, ya da alacağını bağışlayan kimseyi Allah, kendisininkinden başka hiçbir gölgenin (himayenin) olmadığı kıyamet gününde arşının gölgesinde gölgelendirecektir (özel olarak himaye edecektir).” 29
  • “Kim Müslüman’ın dünya sıkıntılarından birini giderirse, Allah da onun kıyamet günü sıkıntılarından birini giderir. Kişi din kardeşinin yardımında olduğu müddetçe Allah da onun yardımcısıdır.” 30
  • “Sizden önce yaşayanlardan bir tüccar vardı. Halka borç verirdi. Borçluları arasında fakir görürse hizmetçilerine: “Onun borcundan vazgeçiverin, böylece Allah’ın (c.c) da bizim günahlarımızdan vazgeçmesini umarız” derdi. Allah (c.c) da onun günahlarından vazgeçti/affetti.” 31
  • Bu konuda diğer bir rivayette şöyledir: 
  • “Bir adam hiç güzel (hayır) amelde bulunmazdı. Ancak halka borç verir ve borcunu toplayan elçilerine: “Borcunu kolay ödeyecek zenginden al, borcunu zor ödeyecek fakirden alma, vazgeç. Ola ki Allah da bizim günahlarımızdan vazgeçer” derdi.
  •  Allah Teâlâ hazretleri de bunu üzerine: “Haydi senin günahlarından vazgeçtim” buyurdu.” 32
  • “Bir kimseye borç veren kimse, sonunda alacağını ondan aldığında ondan hoşnut olarak ayrılırsa, yeryüzünde yaşayan canlılar ve suda bulunan balıklar onun için dua ederler. Her kime de borç veren sonunda kendisinden hoşnut olmayarak, sıkıntılı, dargın ayrılırsa, ona her gün ve her gece, her Cuma ve her ay zulüm yazılır, günaha girer.” 33
  • “İrade ve kudretiyle yaşadığım Allah’a yemin ederim ki, bir kimse Allah yolunda savaşırken öldürülse, sonra tekrar diriltilip yaşasa ve sonra öldürülse, sonra tekrar diriltilip yaşasa ve sonra yine üzerinde borç olduğu halde öldürülse, borcu ödeninceye kadar cennete giremez.” 34

İslâm’ın insanlığa getirdiği güzel mesajlar; cömertlik, diğergamlık, kardeşlik, birlik beraberlik, müsamaha muhabbet, yardımlaşma ve dayanışmadır. İslâm, tamahkârlık, bencillik ve cimrilik sahrasında, insanoğlunun sığınabileceği yegâne gölgeliktir. Bu din hem borçlanan hem de borç veren için ve gölgesine sığınan bütün topluluklar için bir rahmet ve şefkat kucağıdır.

Kurtlar vadisinde büyümüş, Çağdaş cahiliyenin bencil duygularıyla yetişmiş olan kimselere bu kelimeler bir mana ifade etmez. Bilhassa faizle beslenmiş kapitalistlerin dünyasında, bu güzel duyguların hiç yeri yoktur. Bizi sıratı müstakim olan İslam’a hidayet eden ve ulvi duygularla donatan Allah’a (c.c) hamdolsun. Subhaneke… Bihamdike… Esteğfiruke…

Kaynakça

1) Suyûtî, Câmiu’s-Sağir, II, 8 2) Müslim, Birr, 66 3) Tirmizî, Birr, 18 4) Müslim, Zühd, 64 5) Buhârî, Mezalim, 3. 6) Tergîb ve’t-Terhîb, II, 40 7) Ahmed b. Hanbel, IV, 442-443, V, 300, 308 8) İbn-i Mâce, Sadakât, 19; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, lV, 126 9) İbn Mace, Mukaddime, 17 10) Ahmed b. Hanbel, I, 235, 323 11) Buhârî, Selem,7 12) Taberani, Kebir.  Et-Terğib, 4/ 89 13) Davud, Büyü 9, (3342) 14) Tirmizî, Cenaiz, 69; Nesai, Cenaiz, 67 15) Buhârî, Havale 1-2; İstikraz, 12; Müslim, Müsâkât, 33 16) İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, İstanbul 1984, I, 491 17) Buhârî, İbn Kesîr, aynı yer 18) Ahmed b. Hanbel, II, 23 19) Buhârî, Buyû’ 17; Müslim, Zühd 74; Tirmizî, Buyû’ 67; İbn Mace, Sadakat 14; Ahmed b. Hanbel I, 327, II, 359 20) Ahmed b. Hambel 21) Suyutî, el-Camiu’s-Sağir, II, 94 22) Müslim, Musâkât, 118, 128; Tirmizî, Buyû’, 73; Nesâi, Buyû’, 64; İbn Mâce, Ticaret, 62; Dârimî, Buyû’, 31; Mâlik, Buyû’, 89; Ahmed b. Hanbel, VI, 375, 390 23) Buhârî, İstikraz, 2 24) Buhârî, Ferâiz 15; Müslim, Ferâiz, 16; Ebû Davûd, Buyû, 9; Tirmizî, Cenâiz, 69 25) İmam Ahmed, Bezzar, Taberani 26) Hâkim, Et-Terğib, 4/ 86 27) Beyhaki, Et-Terğib, 4/ 88 28) Et-Terğib ve’t-Terhib, II, 40 29) Tirmizî, Buyu’,67 30) Müslim, Zikir,38. İbn Mace, Sadakat,14 31) Buhârî Sulh, 10. Müslim, Müsakat, 19. Nesai, Büyu’104 32) Buhârî, Buyu’ 18, Enbiya 50; Müslim, Müsakat, 31. Nesai, Buyu’ 104 33) Taberani, Kebir; Et-Terğib, 4 / 110 34) Nesai, Taberani, et-Terğib ve’t-Terhib,4/94

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?