Bilindiği üzere ihtiyar dünya şu son asırda, tahribatın zirvesini yaşamaya başlamıştır. Özellikle paragöz emperyalistler, daha çok güç ve servete sahip olmak için yer kürenin adeta genleriyle oynamaya başladılar. Neredeyse doğal bir tohum bırakmadılar. Önce hibrit tohum dediler, sonra GDO’lu tohum ve mahsuller ürettiler. Bununla da kalmadılar, artık çıtayı daha da yükselterek canlı varlıkların da genleriyle oynamaya başladılar.
Allah (c.c.) bu gerçeğe dikkat çekerek şöyle buyurmaktadır: “Yönetimi ele aldığında ise yeryüzünde bozgunculuk çıkarıp ürünleri-kültürü-ahlakı ve nesilleri yok etmeye çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez.” (Bakara, 205)
Hâlbuki Allah (c.c.), çevremizdeki her şeyi insanoğlunun istifadesine arz ettiğini birçok ayette haber verir: “O ki yeryüzündeki şeylerin hepsini sizin için yarattı, sonra (kudret ve iradesiyle) göğe yönelip, onları da yedi (kat) gök olarak düzenledi. O, (her şeyi bilendir.” (Bakara, 29)
“O yüce Allah’tır ki, bütün göklerde ve bütün arzlarda (hayat olan âlemlerde yarattığı) her şeyi katından sizlerin (insanların) emrine musahhar kıldı. Muhakkak ki bunda düşünen bir kavim için âyetler vardır.” (Casiye, 13)
Mademki insandan başka her şey insan için yaratılmıştır, öyleyse insan Allah katında çok değerli bir varlıktır. Bu sebepledir ki Allah (c.c.) onu yeryüzünde halifesi kılmıştır. Ancak insanın Allah (c.c.) katındaki değeri, yeryüzünü ihya ve inşa etme görevini yerine getirmesiyle devam eder. Aksi halde insan; “…ve şu emin beldeye yemin ederim ki, biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra da çevirdik aşağıların aşağısına attık.” (Tin, 3-5) ayetleri mucibince “esfel-i safiline” yuvarlanır.
Şu hâlde başta çevre olmak üzere, tüm nimetlerin şükrünü hakkıyla eda edebilmek için çevremize emanet ve mesuliyet şuuru ile yaklaşmamız gerekir. Çevrenin hor kullanılması, tahrip ve israf edilmesi; zararı yine bize dönecek olan bir nankörlüktür. Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Allah’ın buyruklarını umursamayan şu insanların yaptığı hatalar yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıktı, nizam bozuldu. Doğru yola ve isabetli tutuma dönsünler diye Allah, yaptıklarının bazı kötü neticelerini onlara tattırır.” (Rûm, 41)
Ayet-i kerimelerden, çevreye zarar vermenin büyük bir vebal olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Nice hadis-i şerifler de çevrenin önemine dikkatimizi çekip onu korumanın bir ibadet olduğunu ifade eder. Öyle ki bir çöp, cam, taş veya diken gibi zarar vermesi muhtemel herhangi bir şeyi kaldırıp atmanın sadaka olduğunu net olarak ifade eder.
Çevre deyip geçmeyelim. Çevrenin kirletilmesi, hor kullanılıp tahrip edilmesi, sadece bu dünyayı bize zindan etmez. İşin ebedi âlemle de gayet yakından ilgisi vardır. Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “Ümmetimin iyi ve kötü bü¬tün amelleri bana arz edilip gösterildi. İyi amelleri a¬ra¬sında, yoldan kaldırılıp atılmış olan “eza”yı (eziyet veren çöp, çalı çırpı) gördüm. Kötü amelleri arasında ise, yere gömülmemiş tükürük de vardı.” (Müslim, Mesâcid 58)
Çevreyi dar bir alan olarak düşünmeyelim. Çevre; karası, denizleri, dağları, ormanları, havası ve her bir zerresiyle kâinat demektir. Çevre, bizzat içinde yaşadığımız evimiz, sokağımız, mahalle köy ve şehrimizden başlayarak, dünyanın tamamı demektir. Çevre; soluduğumuz hava, içtiğimiz su, yediğimiz gıdalar demektir. Bunlar ne kadar temiz ve sağlıklı olursa, biz o denli sağlıklı ve mutlu oluruz.
Kimyasal, biyolojik vs. atıklar, uçucu gazlar, egzoz dumanları, çöp yığınları ve daha birçok zehirli maddelerle çevremizi kirletmek, aslında bindiğimiz dalı kesmektir, hatta intihardır. Çevreyi tahrip etmenin zararları, tedrici ve yavaş yavaş olduğundan hemen fark etmeyebiliriz. Ama çevreye kıymak; kendimize, neslimize ve insanlığın hayatına, geleceğine kıymak demektir.
Çevre tüm insanlığın ortak malıdır. Dünyadaki tüm insanlar; çevreden, yani dünya ve içindeki değerlerden istifade etmede eşit haklara sahip oldukları gibi, onu koruyup kollamada da eşit sorumluluk taşımaktadırlar. “Herkes kirletiyor, ne yapayım?” diyerek çevreye kıyanlar kervanına katılamayız. Şunu unutmayalım ki, her birimiz kendi yaptıklarımızın hesabını vereceğiz. Öyle ki, zerre-i miskal kadar iyilik de kötülük de boşa gitmeyecektir. (Zilzal, 7-8)
Biz imanımızdan aldığımız sorumluk gereği hem çevremizi temiz tutacağız hem de temiz tutulması için mücadele edeceğiz. Bu konuda konu-komşu, yakınlarımız, çevremiz ve sesimizin ulaştığı herkesi uyarmaya ve bilinçlendirmeye çalışacağız. Özellikle çocuklarımızı, aile efradımızı bu bilinçle eğitip terbiye edeceğiz. Çünkü biz, yeryüzünde Allah’ın (c.c.) halifeleri olduğumuzu biliyoruz: “Hatırla ki Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.” dedi. Onlar, “Bizler seni hamd ile tesbih ve takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek bir varlık mı yaratacaksın? (insanı mı halife kılacaksın?)” dediler. Allah da onlara, “Sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim.” dedi.” (Bakara, 30)
Havası suyuyla, börtü böceğiyle, taşı toprağıyla, dağı deniziyle, canlı cansız tüm varlıklarıyla, dünya ve içindekiler, Allah’ın emanetidir. Emanete sahip çıkmak, koruyup gözetmek de iman ve vefanın gereğidir. Bu sorumluluk sadece devletin veya yetkili makamların değil, imkânlarımız oranında hepimizindir. Atalarımızın, “Herkes evinin önünü süpürürse, çöpçüye hacet kalmaz” sözü çok şey anlatıyor. Nitekim çocukluk çağımızda, büyüklerimizden bunun pratiğini de gördük ve yaşadık. Annelerimiz ve ablalarımız, her sabah erkenden sadece evlerinin avlusunu değil, kendi avluları boyunca sokağı da süpürüp temizlerlerdi. Ancak şimdi öyle bir zamana geldik ki, “Nasıl olsa çöpçü var” diyerek özellikle çöplerini rasgele atıp savuranlar var. Hatta “Ben kirletmesem, çöpçü nereden para kazanacak?” diyecek kadar duyarsız çevre düşmanları var.
Çevre, bizim yuvamız, evimizdir. Evimizi ne kadar korur gözetir, temiz tutarsak, o denli evimizde rahat ve huzurlu bir hayat yaşayabiliriz. Kendi elimizle evimizi tahrip eder, kırıp döker, kir pas içinde bırakırsak orada huzur, güven ve selamet içinde bir hayat mümkün olmaz. İşte tüm köyleri, şehirleri, mahalleleri, sokak ve caddeleriyle çevre de böyledir. Ülke bizim ülkemiz, şehir bizim şehrimiz, sokak, cadde ve mahalle de bizim mekânımızdır. Temiz tuttuğumuz oranda, temiz, sağlıklı ve huzur içinde yaşarız.
Efendimizin ifadesiyle, “Dünya bir gemi ve hepimiz aynı geminin yolcularıyız. Birileri gemide delik açarsa sadece delen değil, tüm yolcular boğulur. O halde hep beraber gemiyi korumakla yükümlüyüz.”
Kur’ân-ı Kerim, yeryüzünün insana musahhar kılınışını ifade ederken iki kelimeye vurgu yapar: döşek ve beşik. Döşek rahatlığın, beşik ise dengenin simgesidir. Yani Rabbimiz, şu âlemi bizim hayatımıza en uygun bir şekilde yaratmıştır. Hem beşik misali dengeli hem de döşek misali en rahat şekilde hayatı bizlere bahşetmiştir.
İşte 1440 yıl öteden ilahi bir ikaz: “Göğü, Allah yükseltti ve mizanı O koydu, sakın dengeyi bozmayınız!” (Rahmân, 7-8) Dengesi bozulan hiçbir şeyden gereği gibi istifade etmek mümkün değildir. Nasıl ki bir virüs, bir mikrop sapasağlam bünyelerin, bir arıza nice mükemmel araçların dengesini alt üst ediyorsa, çevre de şu dünyamızın dengesidir. Çevreyi koruduğumuz oranda dünyanın dengesini korumuş oluruz. Aksi halde denge bozulur. Dengesi bozulan bir dünyada, hiçbirimizin barış, güven, huzur ve esenlik içinde bir hayat yaşaması mümkün olmayacaktır.
Eğer bugün; ozon tabakası delinmiş, mevsimler allak bullak olmuş, küresel ısınma denen büyük bir felaket gerçekleşmişse bunun temel sebebi, ilahi emanet olan çevreye ihanetimiz ve dengeyi bozmamızdır. “Ekolojik denge” veya “doğa kanunu” denen şey, Kur’ân’da defalarca işaret edilen sünnetullahtır. İlahi dengeyi bozmak, gayretullaha dokunmaktır. Gayretullaha dokunanlar da er ya da geç, ilahi gazap ile karşılaşmaya ve helak olmaya mahkûmdur.
Çevre konusunda ümmet olarak bugün acınacak halde olmamız garip değil mi? Resûlullah (s.a.s.) ve ashabının uyarı, ikaz ve uygulamaları ortadayken, bu konuda insanlığa asırlarca önder ve örnek olmuşken, bize ne oldu da bu hale geldik? Tüm dünyaya temizliği, dirlik ve düzeni öğretmiş bir ümmetin torunlarına yakışıyor mu içinde bulunduğumuz durum? 18. Yüzyıla kadar yıkanmayı günah ve zararlı gören batı, nasıl olur da temizlik konusunda bize ders vermeye kalkışır? Bu ümmet çevre ve temizlik konusunda insanlığın öğretmeniyken neden şimdi perişandır?
Ta 1450 yıl önceden yapılan şu nebevî öğretiler elimizde iken bu hal bize yakışmıyor: “Lânete maruz kalacağınız üç şeyi yapmaktan sakının: Pınar başlarına, yol ortasına ve insanların gölgelendiği yerlere abdest bozmayın!” (Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce) “Bir kimse ağaç diker de o ağacın meyvesinden bir insan veya Allah’ın mahlûkatından herhangi bir varlık yerse bu, o ağacı diken kimse için sadaka olur.” (Ahmed, Müslim) “Kıyamet kopuyor olsa ve birinizin elinde bir fidan bulunsa, kıyamet kopmadan onu dikebilirse bunu hemen yapsın!” (Ahmed) “…Rahatsız edici (çöp, diken, taş vb.) bir şeyi yoldan kaldırmak sadakadır.” (Buhârî)
Gelin, Kur’ân ve Sünnet ışığında, “Bu konuda sorumluluklarımız nelerdir?” sorusunu vicdanlarımıza soralım. Ve suçu kimseye atmadan, “Kadın-erkek, genç-ihtiyar, yetkili-yetkisiz, her birimiz bu konuda ne yapabiliriz?” cümlesinin hesabını yapalım ve hemen harekete geçelim. Aksi halde yarın geç olabilir. Çıkar ve menfaatleri için artık uzayı bile çöplük haline getiren küresel zalimlere inat, biz yurdumuz ve yuvamız olan çevreyi ihya etmek için çalışalım. Subhâneke… Bihamdike… Esteğfiruke…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?