Küresel emperyalistler, takriben bir asır önce dünyanın başına yeni bir bela sardılar. Bolşevizm… Sosyalizmle başlayıp, komünizmle devam eden bu bela uzun yıllar tüm dünyanın başını ağrıtacaktı. Aslında bu belayı da dünyanın başına saran odak, haçlı Siyonist ittifakıydı. Bilindiği üzere Karl Marks’ın kendisi halis muhlis bir Yahudi’ydi. Yani sağcılık solculuk vb. birbirine zıt gibi görünen bir sürü “izm” üreten karanlık odaklar aynı lobi ve localardı.
Çünkü dünya derin devletinin İslam’ın kutlu yürüyüşünü durdurması için bir şeyler yapması gerekiyordu. Aslında tüm bunların da İslam’ın yürekleri fethedişini durduramayacağını onlar da çok iyi biliyorlardı. Ama olsun onlar için İslam adaletinin dünya hâkimiyetini kısmen ertelemek bile büyük başarıydı. Maalesef bu konuda epey de zaman kazandılar.
Bu karanlık lobiler genç nesilleri en çok da “sosyal adalet” söylemiyle tuzaklarına düşürüyorlardı. Batının çağ atlaması ve ilerlemesinin dinden soyutlanmakla olduğuna büyük bir kesimi insanı ikna ettiler. İslam coğrafyasının her yanında “irtica” “geri kalmışlık” “yobazlık” yaygaraları gırla gidiyordu. Genç nesillere, “gelişmek, ilerlemek ve çağdaş olmak için din gericiliğinden kurtulmalısınız” diyorlardı.
Özellikle bizim ülkemizde nesillerle Kur’an ve Sünnet arasında adeta duvarlar ördüler. Harf devrimiyle Kur’an’ın nazmını dahi adeta yasakladılar. Artık genç kitleler daha rahat aldatılmaya müsait hale gelmişlerdi. Öncelikli hedefleri de işçiler, emekçiler, öğrenciler, fakir fukara ve garip gureba idi. Süslü sloganlar havada uçuşuyordu. “yaşasın emekçiler” “kahrolsun zenginler” “yaşasın proletarya” “kahrolsun burjuvazi” “kahrolsun patron ağa devleti” vs…
Tabi bu karanlık odaklar asıl “sosyal barış” yardımlaşma ve dayanışmanın İslam’da olduğunu ustaca gözden kaçırıyorlardı. Hâlbuki Efendimiz’in (s.a.s) sadece “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.” Hadisi şerifi bile tüm bu yaygaraları kökten silmeye yeter. Ama Kur’an ve Sünnette sayılamayacak örnekler vardır. Ne ki, Resulullah (s.a.s)’ın hayatının tamamı bir “sosyal adalet” manifestosudur.
Sadece Resulullah (s.a.s)’de değil. Hulefay-ı Raşidini başta olmak üzere tüm sahabelerinin hayatları da “sosyal barış” “sosyal adalet” yardımlaşma ve dayanışma örnekleriyle doludur. Sonraki asırlarda da İslam ve insanlık tarihi; sosyal adalette örnek ve öğretmen olacak binlerce ulema, ümera, aydın, müfekkire şahit olmuştur. Kaldı ki aklıselim ve vahyin öğretileriyle yetişmiş, her sıradan Müslüman dahi, sosyal adalet, fazilet ve erdemde insanlığa örnek olacak durumdaydı.
İşte Kur’an ve Sünnetten Sadece Bazı Örnekler:
Öncelikle her konuda ve tam manasıyla adalet, bir ismi “adl/adalet” olan Allah’ın (cc) gönderdiği İslam ile mümkündür. “Ey iman edenler, adil şahitler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır.” (Maide, 8)
“O halde sen, akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Allah’ın rızasını isteyenler için bu, en iyisidir. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Rum, 38)
“Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlar (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.” (Nisa, 36)
“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl, 90) (ayrıca bkz, Bakara 83, Fatır 18, Haşr 7, Bakara 177, Enfal 41, İsra 26, Nur 22)
“Cennetlikler üç gruptur. Bunlar: Âdil ve başarılı devlet başkanı, Yakınlarına ve Müslümanlara karşı merhametli ve yufka yürekli olan kişi, Ailesi kalabalık olduğu halde haram kazançtan sakınıp kimseden bir şey istemeyen adamdır.” (Müslim, Cennet 63)
“Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin, Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslüman’ın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.” (Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî)
“Adil olanlar, kıyamet günü, Allah’ın yanında, nurdan minberler üzerine Rahmanın sağ cihetinde olmak üzere yerlerini alırlar. -Allah’ın her iki eli de sağdır- Onlar hükümlerinde, aileleri ile velayeti altında bulunanlar hakkında hep adaleti gözetenlerdir.” (Müslim imare 18, Kutubi sitte Hadis No: 1705)
“Şüphesiz Allah’u Teâlâ, idare mevkiinde bulunan herkesten hesap soracaktır. İdaresi altındakilerin haklarını gözetip gözetmediğini, yoksa zayi mi ettiğini muhasebe edecektir. Hatta kişiyi, ev halkı hakkında muhasebe ve gerekirse muaheze edecektir.” (Camiu’s-sağir. C.1, hds:434)
Gelir Dağılımında Sosyal Adalet
Batı ve Batılılaşmış olanlar, her vesileyle İslam’ın erdem, fazilet ve insanlık dolu tarihine iftira atıp karalıyorlar. Hâlbuki İslam’ın 1400 yıllık tarihiyle batının en çağdaş, en hümanist(!) son yüz-iki yüz yıllık tarihini bir karşılaştırsınlar bakalım ne görecekler. Ey batılılar! Sizin engizisyonlu, haçlı savaşlı önceki tarihlerinizden hiç bahsetmeyelim çünkü iç karartır, mide bulandırır.
Kapitalizm, komünizm, liberalizm, faşizm veya başka bir sistem… Hepsi bir birinde gaddar, bir birinden zalim… Hepsi insanları sınıflara ayırıp, sınıflar arasında mali açıdan uçurumlar oluşturmak üzere kurgulanmıştır. Yani firavuni düzen. Mısırın kadim Firavunun “mele” yani idareci, bürokratlar sınıfı vardı. Halkın geri kalanı da kölelerdi. Sıradan halkın tamamı köle olup hiçbir mülkiyet hakları yoktu. “Firavun, (Mısır) toprağında gerçekten azmış, halkını çeşitli zümrelere bölmüştü. Onlardan bir zümreyi güçsüz kılıyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardandı.” (Kasas, 4)
Şimdi yukarıda saydığımız beşeri sistemlerin ne farkı var? Sadece isim farkı… “Komünizm” yönetici sınıfa; “burjuvazi” “polit büro üyeleri” geri kalanına da “proleterya” “işçi sınıfı” falan diyor. Aslında hepsi çağdaş köleler… Çünkü halktan hiç kimsenin mülkiyet hakkı yoktu. Evet, sonunda komünizm çöktü, dağıldı ama hala nice zavallılar kendi hayal dünyalarında yaşatmaya çalışıyorlar. Küba, Çin gibi kimi ülkeler de, komünizmi kapitalizm, biraz sosyalizmle harmanlayarak zoraki yaşatmaya çalışıyorlar.
Kapitalizm gibi maddeperest sistemlerde güya mülkiyet hakkı var ama mülk hep sermayedarların elinde dolaşmaktadır. Zenginlerle fakirler arsındaki uçurum, gittikçe derinleştirilmektedir. İşte dünyanın hali… Bir tarafta açlıktan ölenler… Diğer yanda tokluktan ölenler… Şu an dünyanın kapitalist emperyalistleri, en az aç insanlar kadar acınacak haldedirler. Evet, tüm dünya insanlığı, İslam’ın sosyal adaletine acilen muhtaçtır.
“Allah’ın, (fethedilen) ülkeler halkından Peygamberine verdiği ganimetler, Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Ta ki o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet/sermaye olmasın. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.” (Haşr, 7) Diğer sistemlerin tamamı da aşağı yukarı böyleydi.
Esasen tüm beşeri sistemler, fakirlerden alıp zenginlere aktarmak üzere programlanmıştır. Dolayısıyla sürekli zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapar. İlahi sistem ise gayet merhametli bir şekilde zenginlerden fakirlere tedrici bir şekilde, yılda % 2,5 aktararak gelir dağılımında denge ve adalet sağlar.
Enflasyon, devalüasyon, zam, faiz, repo, bono, tahvil, enva-ı çeşit teşvik kredileri vs. düzenlemeler hep fakirden zengine aktarma yollarıdır. Ayrıca beşeri sistemlerin en büyük gelirleri işçi, memur ve esnaf emekçilerinden aldığı vergi ve primlerdir. Hâlbuki ilahi sistem fakirlerden almıyor, aksine zenginlerden alıp fakirlere veriyor.
İlahi sistem zekât geliriyle yol, köprü, baraj gibi amme hizmetleri yapamaz. Zekâtı direk fakirlere vermek zorundadır. Amme hizmetleri için devlerin gelirleri yetmiyorsa ayrıca vergi alınır. Ancak bu vergi de yine zenginlerden alınır. Fakirin verecek durumu yok ki versin. Verecek durumda olan zaten zengin konumundadır.
Zekât, fitre, infak, sadaka, kefaret, fidye vb. her türlü hayır ve hasenatta akrabalar önceliklidir. Daha sonra komşular vs. fakirler gelir. Yani İslam mali ibadetlerle gönüller arasında köprüler kuruyor. Akrabalık ve sılayı rahmi pekiştiriyor. Komşuluğu ihya ediyor. Halkların zengin ve fakirlerini birbirine yaklaştırıyor. Kısaca halkların tüm kesimleri arasında; sevgi, saygı, ülfet, muhabbet, şefkat ve merhamet ihdas ve isas ettiriyor. Paylaşma, yardımlaşma ve dayanışmayı temel prensip olarak yerleştiriyor.
Biraz istatistik:
Merkezi İngiltere’de bulunan Oxfam grubu tarafından yapılan araştırma, en zengin yüzde 1’lik dilime girenlerin, 2016’da küresel servetin yarısından fazlasına sahip olacağını ortaya çıkardı. Dünyadaki en zengin yüzde 1’lik kesimin serveti, 2009’da yüzde 44 iken, 2014’te yüzde 48’e yükseldi. Oxfam, “gelir eşitsizliğindeki patlamanın” yoksulluğa karşı verilen savaşı olumsuz yönde etkilediğini vurguladı.70 Milyon 7 Milyar İnsandan Daha Zengin Zenginlerle fakirler arasındaki gelir eşitsizliğinin artarak devam ettiğini belirten Oxfam, 2016 yılında dünyanın yüzde 1’lik nüfusuna denk gelen 70 milyon kişinin dünyanın geri kalan yüzde 99’undan (Yaklaşık 7 milyar insan) daha fazla servete sahip olacağını açıkladı.
Oxfam’ın raporuna göre 62 “süper zenginin” toplam serveti, dünyanın nüfusunun en fakir olan yarısından daha fazla olduğu belirtildi. Bir yıl önce, dünya nüfusunun en fakir olan yarısının serveti, 80 “süper zenginin” servetine denk geliyordu.
2010-2015 yıllarında dünyanın en yoksul yarısının nüfusu 400 milyon artmasına rağmen servetleri yüzde 41 oranında geriledi. Yine aynı zaman diliminde dünyanın en zengin 62’sinin serveti ise 500 milyar dolardan 1.76 trilyon dolara yükseldi.
En Yoksul Yüzde 20 Günde 1.90 Dolarla Geçiniyor
Oxfam’ın geleneksel olarak yayımladığı rapora göre, dünya nüfusunun yüzde 20’si aşırı yoksulluk sınırı olan günlük 1.90 dolar gelir ile yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Söz konusu rakam 1988 ile 2011 yılları arasında neredeyse hiç değişmedi. Servet piramitlinin en tepesinde yer alan yüzde 10’lük kesimin gelir düzeyinin bu zaman diliminde yüzde 46 arttığı belirtildi.
Necip fazılın dediği gibi:
Allah’ın on pulunu bekleyedursun on kul,
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa
Yaşasın kefenimin kefili karaborsa.
Bu arada şunu da unutmayalım. Bu istatistikleri yapan kuruluşların, öyle gelir dağılımında adaleti gerçekleştirmek falan gibi bir hedefleri yoktur. Bu kuruluşlar yine küresel baronların malıdır. Sadece sömürü çarkı zedelenmesin diye, tedbir amaçlı kimi araştırmalar yaparlar. Yani fakirler ne ölsün ne de dirilsin. Ölürlerse kölelik yapacak kimse kalmaz. Bu durumda küresel emperyalistler zarar eder. Dirilip ayağa kalkmaları durumunda da sömürülmeleri zorlaşır.
Firavun da yedi yıl boyunca doğan tüm erkek çocukları öldürtmüştü. Bürokratları “sayın kralımız! Böyle giderse kölelik yapacak kimse kalmayacak. Diye uyarınca, bir yıl öldürülüp, bir yıl da sağ bırakılmalarını emretmişti. “Aman ya Rabbi! Bu gece dün geceye ne kadar da benziyor.” Evet, maalesef firavunlar da firavni düzenler de hep aynı. Film fırıldak hep aynı… Sadece oyuncuların isimleri ve senaryoların başlıkları değişiyor.
Sonuç olarak, insanlık dünyada huzur ve güven, ahirette ebedi saadet ve cennet istiyorsa, İslam’ın adaletine teslim olmak zorundadır. Gelir dağılımında denge; İslam’ın zekât sisteminin tam olarak yerleştirilmesi ve faiz belasının def edilmesiyle mümkündür. Sosyal barış, sosyal adalet de yine vahyin ilke ve prensipleriyle mümkündür. Selam… Dua…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?