“Dikkat edin, bedende bir et parçası vardır ki, bu parça işe yarayışlı olursa, bütün beden yarayışlı olur. Eğer (bu parça) bozuk olursa, bütün beden bozuk olur. Dikkat edin, bu (parça), kalptir.” (1) diye buyurmaktadır Peygamber (sav)

Evet, kalp temiz ve Allah’a (c.c) teslim olmuş ise; elin, dilin ve ayakların şahitliği o yönde olur. Kalp, günah ve hastalıklarla kirlenmiş ve Allah’tan (c.c) gayrı sevgilerin mekânı haline gelmişse; beden de bu değirmene su taşır. Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: “Allah insanın içine iki kalp koymamıştır…” (Ahzâb, 4) O halde kalplerimiz Allah sevgisini taşıyan birer beytullah mı; mal, makam ve nefsin hizmetine amade olmuş beytülmal, beytülmakâm, beytünnefs, beytüşşeytân mı diye muhasebede bulunmamız gerekir.

İslâm âlimleri günahları sınıflandırırken zahiri günah (içki, zina, faiz, hile vb.) ve batini günah (gıybet, riya, haset, kibir, gurur vb.) diye ayırımlarda bulunmuşlardır. Maalesef Müslümanlar olarak zahiri günahlardan korunduğumuz kadar batini-manevi günahlardan korunma noktasında çaba ve gayretimiz olmamaktadır. Oysa Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Günahın açığını da gizlisini de bırakın. Günah kazananlar, kazandıklarına karşılık şüphesiz ceza göreceklerdir.” (En’âm, 120) Tefsirlerde; gizli günah ile kastedilenlerin “kalbi hastalıklar” olduğu vurgulanmaktadır. Peygamber (sav) de şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak ki, Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Fakat O, sizin kalplerinize ve amellerinize bakar.” (2)

Bundan dolayıdır ki, zahiri günahların sayıldığı ayetlerde: “Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar, fal okları şeytan işi iğrenç şeylerdir. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz.” (Mâide, 90) “Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının; çünkü bazı zanlar günahtır. Gizlilikleri araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın; herhangi biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bak bundan tiksindiniz! Allah’a itaatsizlikten de sakının. Allah tövbeleri çokça kabul etmektedir, rahmeti sonsuzdur.” (Hucurât, 12) diye buyurarak kalbi hastalıkların da tehlikesine dikkat çekmiştir.

Madden sağlıklı çalışmadığında dünyamıza; manen sağlıklı çalışmadığında ahiretimize mal olan kalbin ne kadar farkındayız bilmiyorum! Sağlıksız yaşayan bir bedenin cefası, nasıl ki, kalpte krizlere neden oluyorsa, Allah’ın yasaklarına dikkat etmeyen bir nefsin de kalpte manevi krizler doğurduğunun farkında olmamız gerekir. Ticarette dürüst çalışmayan elimizin, sırat-ı müstakimde yürümeyen ayaklarımızın, davetten ve zikirden uzaklaşan dilimizin, kalbimizde ne yaralar açtığını; halden hale giren kalbin bizleri ne hale soktuğunun bilincinde olmamız gerekir. Sosyal hayatın yoğunluğundan, zihin ve çene yoran siyasi gündemlerden uzaklaşıp bir iç muhasebe yapmanın zamanıdır artık! Alametleri amelimize ve yaşantımıza yansıyan nefsi hastalıklarımızı doktordan gizlemenin tedaviyi imkânsız hale getirdiğini bilmemiz ve iç dünyamızı tedavi etmenin vaktidir artık! Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene and olsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.” (Şems, 7-10)

Kalbi hastalıkların verdiği zarar kişilerle sınırlı kalmamakta cemiyet ve milletleri de zarara sokmaktadır. Bundan dolayıdır ki; gıybet, haset, riya, kibir ve gurur, mal ve makam sevgisi ile işgale uğramış kalplerin İslâmî çalışmaya verdiği zarar, kattıklarıyla kıyaslanamayacak kadar çoktur. Sahada yapacak onca iş dururken saatlerimizi, günlerimizi hatta yıllarımızı alan iç sorunların yaşanması bu nefsi hastalıkların sonucudur. Hastalıklardan temizleyemediğimiz iç dünyamızın sosyal hayatımızda oluşturduğu ameli kirlilik, saflarımızı bölmekte, başlangıçlarımızı geciktirmekte, gücümüzü alıp gitmektedir. Bunca imkâna rağmen üretilen mazeretler, bunca nasihate rağmen yerine getirilmeyen görevler, içimizdeki marazların birer sonucudur. Şimdi bu marazların ilkini ele alalım:

Haset, Çekememezlik, Kıskançlık

Haset, Allah’ın bir Müslüman’a bahşettiği bir nimetin yok olmasını veya onda olmayıp kendinde olmasını istemesidir. Başkasına verilmiş olan bir nimetin benzerini istemek, verilen nimetten dolayı kötü niyet ve temennilerde bulunmamak haset değil, gıptadır. Gıpta ederek iyilik konusunda yarışmakta ise bir sakınca, bir kötülük yoktur.

Haset konusundaki şu sözler manidardır: “Her hata ve günahın esası olan şu üç şeyden korunun: 1. Kibirden sakının; çünkü şeytanı Âdem’e secde etmemeye sevk eden kibirdi. 2. İhtirastan sakının; zira Âdem’i cennette ağaçtan yemeye sevk eden hırstı. 3. Hasetten de sakının; çünkü Âdem’in iki oğlundan birini, öbürünü katletmeye haset sevk etmiştir.” (3)

Peygamberimizin (sav), üç gün boyunca mescitte “birazdan cennetlik biri gelecek” diye dikkatleri üzerine topladığı sahabeyi hatırlayalım: Abdullah bin Amr, kendisine misafir olup faziletini öğrenmeye çalışınca benim yaşantım gördüğün şeylerden ibaret. Ama bir de şu var ki, kalbimde hiçbir Müslümana karşı kin, hased ve buğz taşımıyorum” demişti. Demek oluyor ki, camide namaz kılmaya gelen bir Müslümana, ibadetinin yanında bir de “kalbi hastalıklardan uzak bir kalp” gerekiyor.

Veda hutbesinde Peygamberimizin (sav) on binlerce sahabeye seslenirken “(Ey inananlar!) birbirinize haset etmeyin, birbirinize buğzetmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin… Allah sizin bedenlerinize, mallarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar, -kalbini göstererek- takva şuradadır, takva şuradadır, takva şuradadır…” diye buyurması, sahabenin şahsında kıyamete kadar tüm Müslümanlara önemli bir vasiyet ve nasihattir.

 “Haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden Allah’a sığınırım.” (Felak, 1-5) diye buyuran Rabbimiz, mümin ya da kâfir ayırımı yapmadan “hasetçinin şerri” diye belirtmesi

Haset, husumeti; husumet, iftiraları, ihtirasları ve ihtilafları ortaya çıkarmaktadır. Uhuvvet ve vahdetimizi yerle yeksan eden haset illetinden kurtulmadıkça güçlü saflar ve kenetlenmiş fertlere sahip olmak mümkün değildir. “Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın, dağılıp ayrılmayın…” (Âl-i İmrân, 103) “Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider…” (Enfâl, 46) Maalesef bugün cemiyetlerin birbirlerine karşı hasmane tavırlarının altında yatan en ciddi nedenlerden biri budur. Fertlerde ardı arkası kesilmeyen didişmelerin, problemlerin en önemli sebeplerinden biri örtülü hasettir.

İnsanın yaratılışı ile birlikte ortaya çıkan ilk hastalık, hasettir. İlk isyanın, ilk cinayetin altında yatan maraz, yine hasettir. Şeytan ile Hz. Âdem arasında vuku bulan olayda Allah, olayın müdahili olmasına rağmen Şeytanın, hasedinden dolayı Allah’ın bile uygun gördüğüne “oysa ben ateşten yaratılmışım” diyerek isyan etmiş olması, haset eden kişinin sadece kullara değil, Allah’a karşı da nasıl küstahlaşabileceğini bize göstermektedir. İlk cinayeti işleyen Kabil’in, Hz. Âdem’in çocuğu olması ve “adağı kabul edilmedi” diye hasedinden dolayı şehit ettiği kişinin de kardeşi olması bu hastalığın insanı nasıl gaddarlaştırdığının acı bir göstergesidir. Kur’ân’da insanlık tarihinin ilk yıllarında gerçekleşen bu olayların anlatılması çok manidardır. Hz. Yûsuf’un hayat serüveninde yer alan ve kardeşlerinin kendisine karşı hata işlemesine neden olan sıkıntı da çekememezlik, kıskançlık ve hasettir.

Bu olayları inceleyip haset edenlerin kişilik analizini yapmak ve böyle kişilere karşı nasıl davranılması gerektiğini belirlemek ayrı bir araştırma konusudur. Fakat şunu belirtmek gerekir ki, “altta kalanın boynu kırılsın” mantığıyla haset edene karşı mücadele etmek de iyi bir çözüm yolu değildir. Çünkü böyle bir durumda “kin” diye tabir edebileceğimiz ayrı bir hastalığın ortaya çıkmasına sebep olabilir.

Yukarıda belirttiğimiz ve üzerinde duramadığımız Kur’ân kıssalarından anlıyoruz ki; neden bana değil de sana egoizmi, ön planda olma arzusu, kibir duygusu, alkışlanma beklentisi insanı sarınca kişi, kıskançlık ve kindarlığının kurbanı olabiliyor. Bu tür kişilerin içinde saklı olan bu duygular, elle tutulup gözle görülmediği için de bu kişiler, hasedine “kılıf ve maskeler” bulup içindekileri kamufle ederek toplumda ailede ve cemiyette ciddi tahribatlar oluşturabilmektedirler. Bazı âlimlerin “Haset edici kadar mazluma benzeyen bir zalim görmedim” diye tespitte bulunmaları, haset edenin düşmanlığının sinsilik boyutunu da ortaya koymaktadır.

Şeytan, haset ile şeytanlaştı, ama hasetle başlayan şeytanlığı, farklı bozgunculuklara da kaynaklık etti. Bundan dolayı; hasedin başladığı nefislerde farklı kalbi hastalıkların da oluşması kaçınılmazdır. Haset duyguları zehirler, ruhu kirletir, aklı ve kalbi esir alır. Bu hastalığa müptela olmuş bir insan, içten içe yanar, ama yandığı gibi çevresini de yakmaya çalışır. Zira haset kini, kin nefreti, nefret de nerdeyse her yolu denemeyi mubah gören bir düşmanlığı ortaya çıkarır.

Kaynakça

1) Buhârî. 2) Müslim, İbni Mace. 3) İbni Asâkir.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?