Öncelikle tüm hüzün, tasa ve endişelerimize rağmen, tüm okuyucu kardeşlerimin, tüm milletimiz ve ümmeti İslam’ın kurban bayramını şimdiden, yürekten kutluyor, huzur ve saadetler diliyorum. Allah (cc) bizleri de cümle ümmeti de en kısa zamanda gerçek bayramlara kavuştursun. Bayramlarımızı bayram, gündüzlerimizi gündüz, gecelerimiz gece eylesin.
Bilindiği üzere Resulullah (s.a.s) 13 yıllık Mekke döneminde bayram yapmadı. Çünkü Mekke yılları zorluk ve şiddet yıllarıydı… İşkence ve zulüm vardı. İnananlara adeta hayat hakkı tanınmıyordu. Üç yıllık gizli daveti saymasak, sonraki on yılda iki Habeşistan hicreti, bir Taif denesi, üç yıl boyunca Müslümanlara Gazze misali boykot uygulanması ve sayısız işkence ve zulümler… Bu ahval ve şerait içerisinde nasıl bayram olsun ki…
Sonra Resulullah (s.a.s) ve sahabeleri çok büyük zorluklar altında, terki diyar eylediler. Özellikle kendisi ve yol arkadaşı Ebubekir Sıddık (ra) ın başına 100 deve ödül konulmuş olarak, Mekke’den Medine’ye hicret ettiler. Burada İslam devletinin temelini attılar. Resulullah (s.a.s) ve ashabı için kısmen normal bir hayat başladı. Yokluk ve fakirlik had safhada olsa da, işkence ve zulmün olmadığı bir ortama kavuştular. Mekke müşrikleri ve yöredeki nice kabile ve aşiretler, yeni filizlenmeye başlayan Medine İslam devletine diş bileseler de, Mekke’deki gibi yakın bir tehlike yoktu.
İşte İslam devletinin temeli atılıp ümmetin sığınacağı bir vatanı oluşunca, bayramlar meşru oldu. Müslümanlar rablerinin ikramı olan bu bayramlarla sevgilerine sevgi, muhabbetlerine muhabbet, kardeşliklerine kardeşlik kattılar. Sevinçlerini ağız tadıyla yaşamaya başladılar.
Peki, biz İslam ümmeti olarak, çobansız kaldığımız bu son asırda hangi durumdayız. Mekke döneminde mi Medine döneminde miyiz? Huzur ve selamet içinde bir günümüz, ayımız, yılımız var mı? “Müslümanların dertleriyle dertlenmeyen, Müslümanlardan değildir.” nebevi ikazı gereği, bizim için kimi zaman ve zeminlerde lokal huzur ve neşeler olsa da, tüm ümmet için böyle bir şey hiç yaşanmadı. Evet, ümmetin 50-60 parçaya bölünmesinden bu yana, ümmet bir bütün olarak, huzur ve güven ortamında bir gün görmedi.
Özellikle son kırk yıla yakındır (1980-2017) genç ihtiyar, sivil asker, kadın çocuk demeden şehit edilen insanımız onlarca milyon… Evsiz barksız kalan, memleketini terk etmek zorunda kalanlar yüz milyonlarla ifade edilebilir. Kör, sakat, kolsuz bacaksız, dul, yetim vs. mazlumlar yüz milyonlarca… Artık ölülerimiz, sakatlarımız vs. sayılmıyor. Uluslararası kurum ve kuruluşlarda gündeme gelmiyor. Sadece biraz istatistik, biraz da basın ve yayına konu oluyor. Reyting ve tiraj malzemesi(!) olarak…
Bir asra yakındır, İslam âleminden işgal, katliam, sömürü ve talan eksik olmadı. Üstüne üstlük daha önceleri işgal ve talanları kendi ordularıyla yapan düşmanlar, şimdi bizi vuran, katliam ve talan eden orduları da kendi içimizden devşirmektedir. Evet, evet bizi birbirimize öldürtüyorlar. Ölen, kelimeyi şehadet getirirken, öldüren de yine tekbir getirerek ibadet aşkıyla kardeşini öldürüyor. En acı olanı da bu…
Şu hale bakın Suriye, Irak, Filistin, Mısır, Libya, Keşmir, Afganistan, Arakan, Sudan, Somali… Bunlar günübirlik savaşlarda her gün yüzlerce insanın telef olduğu yerler. Bir de terör ve benzeri sebeplerle gizli bir savaş halinin yaşandığı yerleri sayarsak, İslam diyarında emniyet ve güven halinde bir coğrafyadan bahsetmek mümkün değil.
İşte bizim ülkemiz; 40 yıldan fazladır terörle yatar terörle kalkarız. Kimi zaman geçici sükûnetler olsa da hep diken üstü bir hayata mahkûm edilmişiz. Nasıl ve neden? Adını bile bilmediğimiz irili ufaklı nice terör örgütleri icat edildi ve edilmeye devam ediyor. Öyle ki kucağımızda ve ocağımızda büyüyen kendi çocuklarımızdan, birbirine tam zıt örgütler oluşturuyorlar. Bazen sağcı-solcu, bazen komünist-faşist, bazen sosyalist-kapitalist, bazen alevi-sünni, hatta bazen dinli-dinsiz ve daha nice örgütler… Bazen etnik ayırımcılık yaptırarak Kürt-Türk, Kürt-Arap, Türk-Arap olarak bizi birbirimize düşürüyorlar.
Küresel zalimler, gücü kendi ellerine almayı başardığından beri, bu gücü hep diğerlerinin zayıf düşürülüp sömürülmesi için kullandı ve kullanmaya da devam etmektedir. Halbuki güç İslam ümmetinin elindeyken gücü hem kendi güvenliği, huzur ve sükûneti hem de tüm dünyadaki mazlum ve kimsesizlerin huzur ve selameti için kullanıyordu.
Sonuç olarak İslam diyarında hep; kan, gözyaşı, feryat ve figan… Yüreği paramparça anneler, babalar… Yetim yavrular… Ölümler, ömür boyu sakatlıklar… Şehitler, gaziler… Tüm bunlar reva mı ey zalimler, emperyalistler, kâfirler!… Bu mazlum topraklarda yaşananların yüzde biri, binde biri sizin ülkelerinizde yaşansa ne yaparsınız?
Kıydınız ramazanlarımıza, ibadetlerimize… Zehir ettiniz; hayatımızı, bayramlarımızı, seyranlarımızı… Hüzne tasaya dönüştürdünüz sevinçlerimizi… Gece yaptınız gündüzlerimizi… Ey zalimler! Bilin ki bu böyle gitmez…” Zulümle abad olunmaz…” “Keser döner döner sap döner, gün olur hesap döner.” Ey zalimler! Güç yeniden bu ümmete geçtiğinde bilesiniz ki biz zalimlerden olmayacağız. Sizin yaptığınız gibi zulüm yapmayacağız. Sadece adil bir şekilde cezanızı vereceğiz. O gün adalet olacak ama acımak olmayacak. Adalet gününü yakınlaştır Allah (cc)’ım!
Sosyal Barış İçin Bayram
Bayramların gerçek manada bayram olması ve ihtiva ettiği fayda ve hikmetlerin gerçekleşmesi bizlerin icraatlarıyla olacaktır. Eğer bayramların isimlerinden başlayarak kendilerini de değiştirme operasyonuna alet olup, “ramazan bayramı” yerine “şeker bayramı” “kurban bayramı” yerine de “kebap bayramı” isimlerini kullanırsak… Bayramları tatil yapma, gezip-tozma, ramazan bayramında şeker, çikolata yeme, kurban bayramında da mangal sefası sürme, eğlence yerlerinde kurt dökme partileri olarak değerlendirirsek feci bir cinayet işlemiş oluruz. Bununla da kalmaz sosyal barış, yardımlaşma ve dayanışmanın büyük iki kalesini kendi ellerimizle yıkmış oluruz.
Bayramlarımızın bazı hikmetleri
1. Allah (cc) ve Resulullah (s.a.s) ın emirlerine ittiba.
Mü’min, Allah (cc) ve Resulullah (s.a.s)’ın emrine uygun olarak yaptığı her amelde, her şeyden önce ibadet yapmış olur ve sevap kazanır. İslam’da ibadet, sadece namaz ve oruç değildir. Allah (cc)’ın rızasına uygun her amel ibadettir. Bu, bayram seyran gibi zevk-u safa da olsa böyledir. Bilindiği üzere ramazan ve kurban bayramlarının kutlanması, hicretin ikinci yılı Resulullah (s.a.s) tarafından emredilmiş. Cahiliye dönemine ait diğer bayramlar ise yine Resulullah (s.a.s) tarafından aynı anda yasaklanmıştır.
Şu halde ramazan ve kurban bayramlarını kutlamak ibadet, İslam’a ait olmayan, batılıların aramıza sokmaya çalıştıkları gün, hafta ve bayramları kutlamak ise günah olup hüküm olarak, mekruh veya haramdır. Hatta Hanefi fukahasına göre kâfirlere benzemek kastıyla veya onların bayramlarını benimseyerek onlarla beraber kutlamak kişiyi küfre götürür.
2. Aile bireyleri arasında sevgi ve muhabbet tesis etme, pekiştirip devam ettirme.
3. Komşular arası ziyaretleşme, sevgi, saygı ve paylaşma ruhunu ihya etme.
Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” (Nisa, 4/36)
Resulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Cebrail (as) bana, komşuma iyi davranmamı öylesine ısrarla tavsiye edip durdu ki, bana komşumu mirasçı kılacağını zannettim” (Buhari, Müslim) “Allah (cc)’a ve ahiret gününe inanan, komşusuna eziyet etmesin. Allah (cc)’a ve ahiret gününe inanan misafirine ikramda bulunsun. Allah (cc)’a ve ahiret gününe inanan, ya hayır konuşsun yahut sussun.” ” (Buhari, Müslim)
4. Akrabalar arası ilişkileri takviye, sılayı rahmi ihya etme, sevgi, saygı, yardımlaşma ve dayanışma…
Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Onlar, Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan, Allah’ın korunmasını emrettiği bağları (iman, akrabalık, beşerî ve ahlâkî bütün ilişkileri) koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Bakara, 2/27)
5. Bütün toplum, dolayısıyla ümmet arasında sosyal barış, yardımlaşma ve dayanışmayı te’min etme.
Her bayram baba çocuklarıyla kucaklaşır, bayramlaşır, diğer aile bireyleri onun elini öpüp saygılarını arz ederler. O da onlara sevgi ve muhabbetini izhar ederek öper, koklar, harçlık verir. Bayram öncesinde gücü oranınca onlara bayramlık giysi ve hediyeler alır.
Ramazan ayında zekât, fitre, sadaka, hediye, infak vs. yardımlaşmalarda önceliğin akrabaya verilmesi, sonra muhtaçlar ve komşuların düşünülmesi toplum bireyleri arasında saygı, sevgi, yardımlaşma ve dayanışmanın örneklerindendir.
Kurban etinin üçe bölünerek birinin aile bireylerine ayrılması, birinin akrabalara, diğerinin de komşulara hediye edilmesi de bu sevgi ve muhabbeti besleyen unsurlardandır.
Bunun gibi nice hayır ve bereketler sadece İslam’ın insanlığa verebileceği güzelliklerdir. İslam’ın dışındaki hiçbir sistemin asla yapamayacağı, yapmayı da düşünemeyeceği durumlardır. Esasen bütün ahlak prensipleri ruhla alakalı olup tamamen gönüllülük esasına dayanırlar. Ruha ise sadece Allah (cc) hükmedebilir. Zira ruh beşer takatini aşan bir gerçektir. Dolayısıyla bunlar, Allah (cc)’ın vahiy yoluyla indirdiği ilahi şeriatla düzenlenip korunabilir. Mesela herhangi bir beşeri sistem; komşuya iyi davranma, aile bireyleri arasında sevgi-saygı, mü’min kardeşine karşı tebessüm etme, mütevazı ve cömert olma, cimri ve kibirli olmama gibi ahlaki prensipleri kanun, yasa veya yönetmelikle düzenleyebilir mi? Elbette hayır…
6. Fakir zengin sınıf ayırımını ortadan kaldırma.
7. Toplum içinde zararlı bir takım fikir ve ideolojilerin yeşermesini engelleme.
Biraz yaşlıca olanlar bilirler, bir zamanlar dünyayı kasıp kavuran komünizm, en fazla da “ezilmiş halkların hakları” sloganıyla varoşlardaki fakir fukarayı aldatarak yer edinmişti. Ta ki asıl halkı ezen sistem olduğu anlaşıldıktan sonra iflas etti. Tabi kapitalizm de ondan farklı değildir.
İşte İslam her vesileyle sınıflar arası yardımlaşma, dayanışma, gelir dağılımında mükemmel bir adalet ve başta zekât olmak üzere değişik infak müesseseleriyle hikmetli bir şekilde zenginden fakire aktarmakla asıl sosyal adalet ve gelir dağılımında denge sağlamaktadır. Dolayısıyla herhangi bir fikir ve ideolojinin istismarına imkân kalmamaktadır.
Unutmayalım ki bir milletin güçlü ve huzurlu olması; para, silah, teknoloji gibi maddi unsurlarla değil, bilakis iman, ahlak, fazilet ve erdem gibi manevi değerleriyle mümkündür. Maddi unsurlar önemlidir.. Ancak manevi unsur ve değerlerden soyutlanmış, maddi unsurların bir yere kadar etkisi vardır. Yine bir toplum, yeme-içme, gezip-tozma ve eğlence alanlarında kurt dökmeyle falan mutlu, huzurlu ve medeni olmaz. Huzur ve mutluluk ancak insanların manevi dünyalarının imarıyla mümkündür.
Bayramları bayram yapan içindeki mana ve ruhtur. Yoksa bayram günü de zaman açısından sair günler gibi 24 saatten ibarettir. Bayramların bu denli değerli olmalarının asıl kaynağı elbette Allah (cc)’ın insana bir lütfu ve Resulullah (s.a.s)’ın müjdesi olmalarıdır.
Ancak bayramların bayram olması bizlerin, ziyaretleşme, yardımlaşma, dayanışma, karşılıklı saygı ve sevgiyi, komşuluk ve sılayı rahmi ihya etme gibi fazilet ve erdemleri yaşamamız ve yaşatmamızla mümkündür. Allah (cc) bayramları bayram olarak ihya etmeye bizleri muvaffak kılsın. Ümmeti Muhammedi en kısa zamanda gerçek bayramlara kavuştursun âmin!
İyi bayramlar… (Hüzünlü bir tebrik)
“Büyüklerin ellerinden
Küçüklerin gözlerinden
Suriye’nin toprağından
Bosna’nın bayrağından
Ebu Zer in yalnızlığından
Bilal-i Habeşi’nin ilk ezanından
Tarık bin Ziyad’ın kılıcından
Filistinli Cafer’in haykırışından
Gazze’nin gözyaşından öpüyoruz…
İyi bayramlar meleklerin şehri Gazze.
İyi bayramlar utancımız, açlığımız Afrika.
İyi bayramlar Ömer Muhtar’ın soylu çocukları.
İyi bayramlar acının, ölümün başkenti Hama.
İyi bayramlar Recep onbaşı, Salih uzman, er Mehmet.
İyi bayramlar kırılganlıklar, üzüntüler
İyi bayramlar ey Hüzün…”
(Cahit Zarifoğlu)

Selam… Dua…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?