Konuşmak bir ihtiyaç. Beslenmek gibi, nefes almak gibi. Duygu dünyamızın eşsiz eserlerini konuşarak çevremizdekilerle paylaşırız. Konuşunca rahatlar, üzerimizdeki yükten kurtulur, hafifleriz. Mutluluğumuzu, acı ve kederimizi konuşuruz. Gerçeklerin ortaya çıkması için konuşuruz. Karşılıklı tartışırken sarf ettiğimiz sözler, fikriyatımızın temelini oluşturur. Konuşmalarımızın kimliğimizi oluşturan yapı olduğunu fark ederiz. Kelimelerimiz karakterimiz oluverir.
Yaratılış gayesinin farkında olan insanın her eyleminde olduğu gibi konuşmasında da bir ölçü vardır. Konuşurken sarf ettiği sözlerden dolayı hesaba çekileceğini bilir. Dedikodu yapmaz. Küfretmez. İftirada bulunmaz. Yaralayıcı kem söz kullanmaz. Gönül alıcı, nazik ve dostluğu pekiştirici faydalı sözlerle konuşmasını biçimlendirir. Hem bu sözcükler amaçlı olduğundan, bir gayeye matuf olduğundan, sahibine sevap kazandırıcıdır. Allah’ın rızasını elde etmeye yönelik bu konuşmaların doğurduğu sonuçlar, pişmanlık getirmez. “Neden bu sözleri sarf ettim?” diyen insan boş konuşmalarda bulunmuş ve ölçüyü kaçırmıştır.
Hayatın yaşlılık dönemlerine isabet eden fazlaca konuşma ihtiyacı, belki sıkıntıdan doğan bir sonuçtur. Hayatı iş ile geçen, çalışmaktan oturup bir arkadaşı ve dostuyla dertleşmeye fırsat bulamamış insan, yaşlılık döneminde diline ağırlık vererek konuşmaya yönelir. Eğer gençliğinde de buna hazır bir zemin oluşturulmuş ise zaten konuşma tavan yapmıştır. Korkulan; bu konuşmaların dedikodu ve malayani dediğimiz boş ve anlamsız konuşmalar olmasıdır. Esasında genelde öyle de olmaktadır. Falanın oğlu, filanın kızı, Ali’nin dükkânı, Veli’nin maaşı derken konuşmaların içeriği lüzumsuzluklarla dolup taşmaktadır. Hâlbuki hiç kimseye yararı dokunmayacak bu konuşmalar yapmaktansa, faydalı nasihatler ve ibadet sevabı getirecek konuşmalarla zaman doldurulmuş olsa, belki de insanlar daha çok aydınlanacak ve iyilikten yana çıtanın yükselmesine katkıda bulunmuş olacaktır.
Sadece dilimizle konuşmayız. Etrafımıza farkında olmasak da sürekli mesajlar iletiriz. Gönderdiğimiz bu mesajların kişiler üzerinde kalıcı etkileri olmaktadır. Bu etkilerin kişileri olumlu yöne kanalize etmesi için, tavırlarımıza iyice dikkat etmeliyiz. Beden dilimizle, ruh halimizle ve kalbi duygularımızla çevremizle sürekli konuşur, dilimizden daha etkili cümleleri sessizce ulaştırırız. Konuşmalarımızın çoğunluğunu, bu sessiz mesajlar oluşturur. Giyim biçimimiz, jestlerimiz, bakışlarımız birer silah gibi muhatabımızın kalbine işler. Ya olumlu etkiler uyandırırız, ya da kişileri kendimizden uzaklaştırırız. İşte tüm bu konuşmaların, sesli ve sessiz mesajların, bir mektepte eğitime tabi kılınıp hedefe amaçlı bir ulaşımlarının sağlanması; “konuşmak, ama niçin?” sorusuna da yanıt olacaktır.
“(Ey Resulüm!) Kullarına söyle ki, sözün en güzelini konuşsunlar (ki kimsenin kalbi kırılmasın.) Çünkü şeytan aralarını bozar. Gerçekten şeytan insanın apaçık düşmanıdır.” (İsrâ, 53)
Allah Teâlâ mü’minlerin sıfatlardan birini şöyle beyan etmiştir:
“Onlar ki, boş (sözden) ve faydasız işten yüz çevirirler.” (Mü’minûn, 3)
“Onlar ki, yalan şahitlik etmezler, boş söz konuşanlara rastladıkları vakit vakarla, efendice oradan geçip, giderler. Onlar boş söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler.” (Kasas, 55)
Konuyla ilgili olarak Peygamber efendimiz şöyle der;
“Sizden biri Allah’ın hoşuna giden öyle bir söz söyler ki, kendisi onu fazla önemsemez. Ancak o söz sebebiyle Allah Teâlâ ondan kıyamet gününe kadar razı olduğuna karar verir… Sizden biri Allah’ı gazaplandıran öyle bir söz söyler ki, onu kendisi fazla önemsemez ancak o söz sebebiyle Allah Teâlâ ona kıyamete kadar gazap ettiğine karar verir.” (Tirmizi )
“Konuşarak anlatılmaz her şey, bazen susmak yeter aslında. Unutma; Konuşmak bir ihtiyaç olabilir, ama susmak cevaptır anlayana… (Dostoyevski)
Bazen anlamlı bir duruşumuzla çok şey anlatırız. Karşımızdaki insan bu halimizden çok şey öğrenir. Konuşmuş olmak için konuşan nice hatipler vardır. Kelimeler sadece boğazlarından çıkar ve hedef kitlenin sadece kulaklarına girer. Yüreklerine inmez. Etkili olmak isteyen kişi yüreklere konuşmalı.
Kelimelerine öyle âşık olmalı ki, her kelime onun birer eri misali, hedefin kalbine inmeli ve orada yer etmeli. Kelimelerini öyle özenle seçmeli ki, şefkatinden her biri nasibini almış bu söz yumakları, her hücresine ağ örmeli, kuşatmalı, ilmik ilmik nakşetmeli.
Yaşantısına silinmez izlerle sinmiş kelimelerini, kişileri doğru yola sevk etmesi için bir avcı gibi göndermeli. Hedefin üzerinde dans eder gibi nakış nakış işlemeli ve öylece fethetmeli kişiyi. Ruhuna inmeli harf harf… Konuşunca böyle konuşmalı. Zaman doldurmak için, sadece görev ifa etmiş olmak için asla konuşmamalı. Saygısı olmalı kelimelerine. Ağzından çıkan her harfe merhametle bakmalı. Onları gayesiz israf etmemeli. Zaten gaye olmadan söylenen her sözün israf olduğunu aklından çıkarmamalı.
Hasta kelimeler vardır. Aslına bakarsanız kişi hastadır da sözler yersiz ve yurtsuz olunca hasta olanın sözler olduğu zannedilir. Hasta kişilerden veya kişiliklerden doğan kelimelerdir bunlar. Çok savaş çıkarır bu sözler. Çok can yakar. Çok yuva yıkar. Çok kardeşi kardeşe kırdırır. Çok insanın kimliğini bozar. Cehenneme götürür bunlardan bazıları. Alevli azabın müstahakkı kılar bu kelimeler. Soğuktur. Kıştan daha soğuk. Soğukluğu yakıcı bir özelliktedir. Yakar. Kavurur adeta. Öyle konuşmalardır ki, sahibini rezil eder. En çok sakınılması gereken konuşmalardır bunlar. Dilimizi kökünden kesmeyi ve bir daha asla konuşmamayı düşünebiliriz. Lakin dile bu kelimeleri indiren kalptir. Dil aslında masumdur. Belki tek suçu, kelimelere ses olması ve kulağa indikten sonra oluşan karmaşık durum… Değilse kelimeleri besleyen kaynak iyi şeyler üretse, dil o duygulara ve düşüncelere tercüman olup daha güzel işlere vesile olacak.
Konuşmalarımız ruhumuzun ve kalbimizin yansımasıdır. İçimizde olanı konuşuruz. “Dervişin fikri neyse zikri de odur” demez miyiz? Fikrimiz zikrimize dönüşerek karakterimizin ortaya çıkmasına neden olur. Beyin dediğimiz mekanizma fabrikasında karılan bu harç, kalbimizde hislenir. Teknik olarak beyinde, duygu olarak kalpte şekillenerek konuşmalarımıza dökülür. O halde ruhumuzu eğitmeliyiz. Beynimizi ve kalbimizi terbiye etmeliyiz. Fıtratımıza yerleştirilen kulluk bilincini uyandırarak, insana yakışır bir eda ile konuşmalı, faydasız sözden Allaha sığınmalıyız.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur;
İnsanlar altın ve gümüşü biriktirdikleri zaman siz şu kelimeleri hazine olarak biriktirin. (Yani bu kelimeleri çok okuyun:)”
“Allah’ım! Ben Sen’den her işte sebat, rüşt ve hidayet üzerinde sağlamlık istiyorum. Senin nimetlerine şükretmeyi istiyorum. Sana güzel ibadet yapmayı istiyorum. Sen’den (küfür ve şirkten) temiz bir kalp istiyorum. Senden doğru konuşan bir dil istiyorum. Senin ilminde ne kadar hayır varsa istiyorum. Senin ilminde ne kadar şer varsa onlardan Sana sığınıyorum. Senin ilminde olan bütün günahlarımın bağışlanmasını senden diliyorum. Şüphesiz sen bütün gaybları çok iyi bilensin.” (Müsned-i Ahmed)

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?