Günlük rutinlerin bir noktadan sonra seni boğan nesneler halini alır. Bunların daha çok maddi dünyaya hükmeden alışkanlıkların olduğunu görürsün. İş ve eğitim hayatın, sosyal ilişkilerin, aldığın maaş ya da elde ettiğin kazanç, meslek sorun ve sıkıntıların, trafikteki seyrin, ev ve araba muhabbetlerin… Başlangıçta sevimli gelse de içine girdikçe karanlık bir kuyuya dönüşen, kemiklerine varıncaya dek sıkan birer ahtapot kucağı halini alır.
Kalp atışların bile etkilenir bu yaşam enerjisinden. Bu enerjinin seni durağan hale getirdiğini fark ettiğinde yeni bir arayış içinde bulursun kendini. Çok az insan bir çıkış yolu bulabilir. Çoğu insan bunu bir kader telakki eder, mevcut durumu kabullenir ve hayatının sonunu bekler. “Böyle gelmiş böyle de geçecek” şeklinde öteler, zamana bırakır.
Geçmişte insanların korku duydukları şeylerin dışsal olduğunu görürsün. Ölmek ve öldürülmek korkusu, açlık, doğal afetler, taciz, talan, karanlık, vahşi hayvan saldırısı vs korkular yoğunluktaydı. Günümüzde modernleşen dünyada imkânlarında gelişmesiyle birlikte bu korkular içsel boyut kazanmıştır. Her ne kadar dünyanın her köşesi bu anlamda modernize olamadıysa da genel anlamda artık dışsal diye ifade ettiğimiz korkuların tükendiği bir vakıa. Ancak içsel korkuların artması, beraberinde psikolojik travmaları getirdi. Ruhsal boşluk, tatminsizlik, kaygı düzeyinde artma ve daha bir çok korku…
Korkularınla yüzleşmekten korkma. Her birisiyle uzun uzun bakışmaktan ve yorulana kadar onlarla konuşmaktan çekinme. Seni güçsüz bırakan, iş yapma yeteneğini öldüren ve yoran tek şey, yüzleşmekten korktuğun ve hesaplaşmayı hep ötelediğin korkularındır. Enerjin, sabrın ve sebatın, yaşama olan bağlılığın, seni sen yapan değerlerin hiç tükenmedi. Onlar aynı ayarda ve ölçüde seninle olması gerektiği yerde ve olması gerektiği kadar… Gittiğin yere götürdüğün, kaldığın yere taşıdığın korkuların ne? Bunu en iyi bilen sensin ve bunu çözecek olan da yine sensin.
Korkularını yenmelisin. Yüzleş ve savaşmaktan çekinme. Onlar seni yiyip bitiren vampirden farklı değil. İçine oturmuş ve seni tüketen birer kurt. Korkularının resmini çiz önce. Her birinin birer resmini çiz. Onlara bir şekil ver. Onları birer kalıba oturt. Onlara isim ver. Korkuların diyorum, her insanda olan şeylerden. Ama herkes bu savaşı göze alamaz ve korkularıyla birlikte bir ömür tüketir. Sana bu anlattıklarım masal gibi gelebilir. Ne demek korkularımla yüzleşmek ya da savaşmak… Bu mümkün mü? Evet mümkün.
Seni en çok huzursuz eden şey ne mesela? Yaptığın işte başarısız olmak, ölmek, bir yakının ölmesi, dışlanmak, yalnızlık, hastalanmak, işten atılmak, parasız kalmak, sınavdan kötü derece almak, düşmek, iftiraya uğramak, sevdiğinden ayrılmak, suçlanmak gibi… Nice korkuları olur insanın. Bu korkuların biri, birkaçı ya da tamamı bir hayatı rahatlıkla kâbusa çevirebilir. Her birinin kendi içimizde çözümü varken, buna zaman ayırmayıp onları büyütmek, beslemek, hayatımızdan hayat koymak, ömrümüzün yarısını onlarla paylaşmak demektir. Unutmayacağın bir nokta ve beklide en önemli nokta, bunlarla savaşırken onları asla öldüremeyeceğindir. Sadece baskın çıkarsan ve onlara; “ yolumdan çekil “ diyebilirsen, rahat bir nefes almış olacaksın.
Korkular birer virüs gibidir. Ölmezler ve çoğalma eğilimindedirler. Senden umutlarını kesmelerini sağlayabilirsen, yaklaşamayacaklar. Çünkü sana yaklaştıkları takdirde yüz bulamayacaklarını bilecekler. Onları dinler ve haklılık payı verirsen içine öyle bir yerleşirler ki, onlardan kurtulman için daha güçlü bir direnç göstermen gerekecek.
Korkularını besleyen en önemli unsur, içine bir fısıltı şeklinde gelen vesveselerdir. Zaten korku dediğimiz şey, tam da budur. Bu vesveselere korku adını vererek biçimlendiriyoruz. Sonra detaylar geliyor. Kendinden emin olduğun ölçüde, kararlı bir tutum sergileyip, “size vereceğim yerim yok “ dediğin oranda bunlardan kurtulman mümkün.
Hayat yaratıcımızın bize bahşettiği en güzel hediyedir. Ne kadar anlamlı bir söz değil mi? Bu hediyeyi ruh ve bedenine sunman, birini ihmal etmeden eşit seviyede havaya, suya, ışığa doyurman gerekiyor.
Günlük rutinlerde en çok unuttuğumuz, ruhumuzdur. Ona kulak tıkadığında ve onun seslerini artık duymaz olduğunda, ruhunun bedenine ölü bedeni ağırlığında çöküp ezdiğini fark edersin. Taşıyamayacak ağırlıkta ikinci bir beden olur ruhun. Oysa onu diri tuttuğunda varlığını fark etmezsin. Bize yük olmaz. Aksine yaşam enerjisi olur. Bunu da korkularını yenmek adına atılacak bir adım olarak görebilirsin. Korkularınla yüzleşirken ruhuna yapacağın iyilik, bu yolda sarf ettiğin çabanın güzel sonuçlar vermesini sağlayacaktır. Ruhunun senden ne istediğine bak. Onu dinle, ona kulak tıkama. Gecenin bir saatinde onunla baş başa kal. Ya da günün sakin ve sessiz bir saatinde… Ona zaman ayır. Ona ne istediğini sor. Bu onu çok mutlu edecektir. Sonuçta sen mutlu ve huzurlu olacaksın.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?