Seyyah olabilmek için bir insanın yüreğinde gezme aşkıyla mı dolması gerekiyor. İnsanlık tarihinde onlarca ün salmış seyyah vardır. Ancak hikâyesi itibariyle İbn Cübeyr diğer siyahlardan farklı bir konumda farklı bir sınıfta nazarımızca. Diğer şehirlerde sokaklarda çöllerde denizlerde seyyahlık yapan İbn Cübeyr’in hayatına doğru gelin biz de seyahat edelim birlikte.
10 Rebiülevvel 540 (31 Ağustos 1145) tarihinde Belensiye’de doğdu. Aynı zamanda bir şair olan İbn Cübeyr, ilk eğitimini kâtip olan babasından aldı. Babasının mesleğini devam ettirerek Muvahhidler Devleti’nin kâtipliğini yapmıştır. İbn Cübeyr’i İbn Cübeyr yapan olay, sevinçlerini ve hüzünlerini adım adım dokuyarak seyyahlık yaptığı hac seyahatidir. Bazı kaynaklara göre dindarlığı ile tanınan İbn Cübeyr’e, kâtipliğini yaptığı Ebu Said Osman tarafından zorla şarap içirilir. Yaptığından dolayı büyük bir pişmanlık duyan İbni Cübeyr, affedilme umuduyla hac yapmaya karar verir. Endülüs’ten Mekke’ye uzanan bu yolculukta uğradığı yerlerde, ilim tahsil etme arzusu duyar. Yollara revan olduğu bu seyahati yaklaşık 2 sene 3 ay sürmüştür. Seyyahın izlediği güzergâh ise şöyledir. Taif üzerinden Sebte, Sardinya, Sicilya, Girit yolu ile İskenderiye, Kahire, Kus, Ayzab, Kızıldeniz yolu ile Cidde, Mekke, Medine, Bağdat, Samerra, Tikrit, Musul, Nusaybin, Harran, Halep, Hama, Humus, Dimeşk, Filistin, Sur, Akka, Sicilya trapani limanından Sardinya, Balear, Cartegano ve son olarak evinin bulunduğu Kurtuba’ya geri dönerek seyahatinden sonra kendini ‘’Seyahatname’’ yazmaya vermiştir. Öğrendiği ilimleri, gördüğü şehirlerin mimari, sosyo-ekonomik yapısını ve kültürünü sıralaması ile yazmıştır. Yazdığı Seyahatname birçok seyyaha ilham, birçok âlime de kaynak olmuştur. Bu seyahatinden sonra iki defa daha yolculuk yapmış, ancak bu yolculuklardan bir eser bırakmamıştır. Bazen Müslümanların işgal edilmiş topraklarda yaşamayı kabul ettiklerini görünce utanç ve dehşetle: “Bir Müslüman, bir kafir şehrinde ikamet edip yaşamaya Allah indinde hiçbir mazeret bulamaz. Bunun tek istisnası o şehre geçici olarak uğramaktır” demesi gibi eserinde gözlemlerinin yanında tavrı, duruşu ve fikirleri var. Şair Cahit Zarifoğlu’nun da dediği gibi: “Bir duruşu olmalı insanın; bir bakışı, bir anlayışı, bir aşkı…” İbn Cübeyr’in anlayışı, aşkı, bakışı da seyyah olmaktı.
Daha önce İbn Cübeyr’in iki defa daha seyahate çıktığını belirtmiştik. Bunların sebeplerine gelince; ikinci seyahatine Kudüs’ün fethine olan sevincinden, üçüncü seyahatine ise eşinin ölümüne duyduğu üzüntüden dolayı başlamıştır. Biz bunlardan şunu anlıyoruz ki İbn Cübeyr, her şehirde, her sokakta ve köşede, yüreğindekilerini gören ve duyan bir şair, bir seyyahtı.
Kudüs fethedilince yüreğindeki hisler taşıp yol olmuştu onun için. Bir aşkın yollara taşmasıydı bu ve elbette bu aşkı özgürlüğe kavuşturan “Fatih” olan Selahaddin Eyyûbî’ye karşı derin bir hayranlıkla besliyordu. Hem fetihten önce hem fetihten sonra.
Fetihten önce diyar diyar gezdiği şehirlerde iyi durumla karşılaşınca Sultan Selahaddin’e övgüler dizer, kötü bir durumla karşılaşınca da “Eminim ki bu olanlardan Selahaddin’in haberi yok. Eğer bilmiş olsaydı hemen düzeltilmesini emrederdi” diyerek ona olan hayranlığını gizleyememiştir. Ancak bu hayranlık sadece İbni Cübeyr’de değildir. İbni Cübeyr, gezdiği birçok topraklarda yine Selahaddin’e olan hayranlığa şahit olmuştur. Örnek olarak verirsek; 1183 yılında Mekke’de bulunan İbn Cübeyr, hutbede başta Abbasi halifesinin isminin, ardından Mekke emirinin ve en son Sultan Selahaddin ve kardeşi Ebu Bekir’in isimlerinin zikredildiğini görmüş, Selahaddin’in isminin zikredildiği sırada o ana kadar suskun kalan cemaatin tek ses olarak “Âmin” dediğini ve sevdikleri sultan için dua ettiklerini eserinde belirtmiştir.
Hülasa İbni Cübeyr ölümün verdiği hüznü şehirlerde dindiren, fethin sevincini de dağlarla paylaşan bir seyyah idi. Sözümüzü İbn Cübeyr’in şu sözü ile bitirelim: “Sevgim kalmamı gerektiriyor, halim ise gitmemi!”

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?