“Ey İman Edenler! Allah’a, O’nun Resulüne, Resulüne indirdiği kitaba ve daha evvel indirdiği kitaplara iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse artık o, hiç şüphesiz uzak bir sapıklığa düşmüştür.” (Nisa, 4/136)
Kur’an bana der ki; Allah’a iman et, O’nun Resulüne, ona indirilen kitaba ve tüm kitaplara, meleklere, peygamberlere ve ahiret gününe, hepsine ama hepsine iman et der. Yüce Allah’ın istediği gibi; O’nun emrettiği gibi iman et, der. Ben de tamam derim ama nasıl iman edeceğimi, nasıl amel edeceğimi bilemem. Tıpkı bir Osmanlı kabadayısının yaşadığı meşhur şu olay gibi… Bir gün Osmanlı kabadayısı kişi, Cihangir sokaklarında bir Ermeni’yi yakalayıp, elindeki palayı Ermeni’nin boğazına dayayarak; “Bire kâfir imana gel, yoksa seni öldürürüm.” Der. Bunun üzerine Ermeni; “Tamam” der. “Tamam, söyle ne yapacağım?” Deyince, kabadayı bir an düşünür. “Vallahi onu bende bilmiyorum.” Der. Bu olay ciddi bir ders niteliğindedir.
Kur’an bana der ki; ”Bana iman et, beni oku, beni anla, beni yaşa, beni bilmeyenlere anlat ve beni yaşat.” Okumadığım kitaba nasıl iman ederim, nasıl anlarım, anlamadığım kitabı nasıl yaşarım? Okuyacağım, anlayacağım, yaşayacağım ki yaşatabileyim. Yüce Allah’ın dağlara yükleyip de dağların kabul etmediği yükü yüklenebileyim.
İman ettiğim kitabımı eğer yalnızca Ramazan ayında elime alıyorsam Allah Resulünün; “Kim Allah ile konuşmak isterse Kur’an okusun.” Buyruğuna rağmen yine; “Kur’an okuyunuz. Çünkü o kıyamet günü okuyanlarına şefaatçi olarak gelir.” (Müslim) Emrine rağmen o yüce kitabımızı elimize nadiren alıyorsak, durup düşünmek lazım.
Okumalıyım ki, onu anlayabileyim. Okumadığım kitabımı nasıl anlayabilirim. Anlamalıyım ki, onu yaşayabileyim. Yaşayabilmek için, yaşatabilmek için önce onu anlamak zorundayım.
İşte hepimizin aldandığımız nokta tam da burasıdır. Ya okumuyoruz ya da okuyoruz ama anlamıyoruz. Ama daha da üzücü olan anlamadığımızın farkında dahi değiliz. Okumak farklı şeydir, anlamak ise çok farklı şeydir. Tıpkı Resulallah (s.a.s) döneminden sonra Eyyube’l Ensari’nin katıldığı bir savaşta yaşanan olay gibi. Orada bulunanlar tehlikenin büyüklüğünden dolayı ;“Kendi elinizle kendinizi ateşe atmayınız.”Ayetini delil getirerek savaştan geri durmayı teklif ettiklerinde Eyyube’l Ensari ;“ Bu ayet bize işler yoluna girince Medine de kalıp tarla işleriyle uğraşalım deyince indi. ” Der. Eğer o ayetin hangi olay, hangi soru veya hangi şey için indiğini bilmezsek ayetleri yanlış anlar ve yanlış amel ederiz. Ayetleri doğru anlayabilmemiz için özellikle tefsirlere müracaat etmeliyiz. Müracaat etmeliyiz ki, ayetleri doğru anlayıp doğru amel edebilelim.
Hayat rehberimiz olan, bizi ebedi kurtuluşumuza götürecek olan Kur’an bana der ki, BENİ ANLA. Yaşayabilmen için beni anla. Yaşatabilmen için BENİ ANLA. Ama DOĞRU ANLA.
Bu konuda büyük şairimiz Mehmet Akif Ersoy şöyle der; Ya açar bakarız nazm-ı celil’in yaprağına yahut okuyup üfleriz bir ölünün toprağına,
İnmemiştir bu Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne mezarlıklarda okumak ne de fal bakmak için.
Kur’an hayat kılavuzumuzdur. Kur’an yolumuzu aydınlatan bir nur, bir ışıktır. Eğer hayat kılavuzumuzu doğru anlamazsak, nasıl bileceğiz yüce Rabbimizin büyüklüğünü, gücünü ve kudretini? Nasıl yaşayacağız o yüce İslam’ı ve nasıl yaşatacağız yüce dinimizi?
Anlayacağız ki, yaşayacağız. Eğer Kur’an yaşanmayan, yalnızca okumaktan ibaret bir kitap olsaydı, Mekke müşriklerinden iman etmeyen bir tek insan kalmazdı. Çünkü onlar anlıyorlardı, bu Kur’an’ın yaşanmak için yaşatmak için inzal olduğunu. Çünkü olaylar kendi gözleri önünde cereyan ediyordu. Ayetlerin iç yüzünü onlar biliyorlardı ve işte tam da bu yüzden ona iman etmiyorlardı. Biliyorlardı ki, iman etmek bir sorumluluktu ve iman ettikleri kitabı yaşamak ve yaşatmak zorundaydılar.
Bugün ise bizler bu olaylara şahit olmadığımız için, Kur’an’ı yaşaya bilmek ve yaşata bilmek için tefsirlere müracaat etmek zorundayız. Çünkü Yüce Rabbimizin bu ayetlerde bize ne emir buyurduğunu, neyi yasakladığını, neden ibret almamız gerektiğini ve tüm bu çerçevede Allah’ın rızasına uygun veya tam zıt bir hayat yaşadığımızda bizi nasıl bir akıbetin beklediğini bilmemiz açısından Kur’an’ı okumakla birlikte tefsir de okumak zorundayız.
Yaşanmayan din Allah katında geçerli değildir. Bunu en güzel, kısa ve öz anlatan yine Kur’an-ı Kerim’in kendisidir. Ne diyor yüce Rabbimiz Asr Suresinde; “Asra yemin olsun ki, bütün insanlar ziyandadır. Ancak iman edip, salih amel işleyenler, hakkı ve sabrı birbirine tavsiye edenler bunu dışındadır.”
Öyleyse Kur’an bana; İman edeceğim, tabi iman etmek için anlayacağım, bu imanımın gereğini yaşayacağım ve hakkı ve sabrı tavsiye ederek yaşatacağım. Yaşatacağım ki,hem ben ebedi hüsrandan kurtulup ebedi saadete kavuşabileyim, hem de tüm Müslüman kardeşlerim… Peygamber Efendimiz (s.a.s) buyurdu; “Kişi kendi nefsi için istediğini kardeşi içinde istemedikçe gerçek manada iman etmiş olmaz.” (Buhari-Müslim)
Allah Teâlâ Kur’anda müminlerin üzerinde bulunduğu yolun niteliğini açıklar ve son noktayı koyar; “İşte onlar Rab’lerinden (gelen) bir doğru yol üzeredirler ve kurtuluşa erenlerde işte onlardır.” (Al-i İmran, 3/104)

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?