Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İleride birçok fitneler ortaya çıkacaktır. Dedim ki: “Bu fitnelerden kurtulmanın yolu nedir?” Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle cevap verdi: “Sizden öncekilerin ve sizden sonrakilerin olaylarından bahseden Allah’ın kitabıyla kurtuluşa erersiniz. Aranızdaki meselelerin hükmü o kitaptadır. O bir eğlence kitabı değil, hakkı batıldan ayıran bir sözdür. Allah, zorbalıkla onu terk edenlerin belini kırar. Doğru yolu Kurandan başka bir yerde arayanları Allah saptırır. O, Allah’ın kopmayan ipi, apaçık nuru ve hikmet dolu öğüdüdür. Doğru yol ancak odur. O öyle bir kitaptır ki, düşünce ve arzular onun sayesinde eğrilip sapmaktan korunur. Diller onun sayesinde dolaşmaz ve görüşler ona tabi oldukça parçalanmaktan korunur. Âlimler ondan doymaz, muttakiler ondan usanmaz. Tekrar tekrar okunmakla eskimez. Onun harikaları tükenmez. O ki, cinler onu işittiğinde: “Doğrusu biz, harika/dehşet bir Kuran işittik” demekten kendilerini alamamışlardır. Onu söyleyen doğruyu söyler. Onunla amel eden karşılığını alır. Onunla hükmeden adil olur. Ona davet eden doğru yola eriştirilir.”
Kuran’ın insanlara gönderilmesindeki amaç; onu yalnızca okumak ve bereketine nail olmayı dilemek değildir. Fakat onun en büyük bereketi, ayetleri üzerinde iyi düşünüp kafa yormak, ondaki manaları kavramak, sonra da bu manaları dini ve dünyevi işlerimizde bir bütün olarak tatbik etmektir. Kim böyle yapmaz yahut onu sadece okumakla yetinir ve üzerinde düşünmez, tatbike koymazsa, o kimsenin şu Hadisi Şerifte anlatılan kötü akıbete uğramasından korkulur: “Kuran onların boğazlarından aşağıya inmez!”
Başka rivayetlerde de “İman onların boğazından aşağı inmez.”
İmanın gereğini yerine getirmeyip sadece dil ile iman ettiğini söyleyen ve Kuran okuyan kimsenin durumu böyledir.
Kuranın boğazdan aşağıya inmemesini şöyle anlayabiliriz:
1. Kuranı sadece okumak için okur.
2. Kuranın ses bilgisine dikkat eder ama mana bilgisine dikkate etmez.
3. Kuranı okur ama yaşamaz.
4. Kuran, diline hakim olur ama kalbine hakim olmaz.
5. Kuranı bir okumadan ibaret görür.
6. Kuranı para, makam ve şöhret için okur.
7. Kuranı geçim kaynağı olarak görür.
8.Kuranın musiki bilgisini yeterli görür.
9. Kurana hayat kitabı olarak değil de boğaz kitabı olarak bakar.
10. Kuranın manasını bilmez, merak etmez.
11. Kuranı çok güzel okumaya gayret eder ama anlamaya gayret etmez.
12. Kuranı okur ama başka eserlerden ve kişilerden feyiz alır, ilham alır.
13. Kuranı verilen ücrete mukabil okur.
14. Kuranı sınıf geçmek, görev almak için okur.
15. Kuranı kariyer için, tez, makale ve araştırma gereği okur ve orda bırakır.
16. Kuranı banka batmasın, kız evde kalmasın, diş ağrımasın diye okur.
17. Kuranı sınava giren oğlunun ve kızının yanlış şıkkı işaretlememesi için okur.
18. Kuranı ölülere okur.
19. Kuranı sanat için okur.
20. Kuranı diline okur, ruhuna okumaz.
Kuranın Hikmetleri
Kurandaki her kelime önemlidir. Her cümle dikkat çekicidir. Her ayet bir mucizedir. Kuranda satır arasında konu ile ilgili durmadığı zannedilen kelimeler, cümleler ve olaylar dikkatlice bakıldığında bir hikmet içermektedir. Örneğin “Allah hiçbir erkeğin karnında iki kalp yaratmamıştır”4 ayetinde kullanılan “erkek” kelimesi sıradan gibi gözükür. Neden erkek ifadesi kullanıldı da “insan” veya “beşer” kelimesi kullanılmadı? Erkek kelimesi ile anlam daralması gözükmektedir. Ancak işin hikmeti biraz daha dikkatlice bakınca ortaya çıkar. Şayet “insan” veya “beşer” kelimesi kullanılsaydı “Hiçbir erkek ve kadının karnında iki kalp yaratmamıştır” manası olacaktı. Fakat hamile bir hanımın karnında aynı anda atan iki kalp durumunu ne yapacaktık? Kurana böyle bir itiraz gelmesin diye rabbimiz özellikle “erkek” kelimesini kullanmıştır.
Meryem Suresinde “Meryem, İsa’yı kucağına alarak halkının yanına getirdi.”5 Ayetinde de güzel bir hikmet vardır. Bu ayette “Meryem, İsa’yı halkına getirdi.” İfadesi mana olarak yeterlidir. Cümlenin asıl öğeleri olan özne, yüklem ve tümleç ile bir durum pekâlâ anlaşılır.
Ancak olaya bir de “kucağına alarak” hal durumu eklenmiştir. Bunun da sebebi -Allah daha iyi bilir- günümüzde Hazreti İsa’nın beşikte iken mucizevî olarak konuştuğunu inkâr edenlere bir cevaptır. Hazreti İsa’nın beşikte iken konuştuğunu kabul etmeyen ve bunu sunnetullaha aykırı görenler “Biz beşikte olan biriyle nasıl konuşuruz?”6 Ayetini şöyle yorumluyorlar: “Burada bir mecaz vardır. (Mecazı ma kane) Yani daha düne kadar beşikte olan bu çocukla biz ne diye konuşalım ki?”
Bunlara göre Hazreti İsa çocuk veya ergenlik dönemine yakın bir zamanda konuşmuştur. Ayetlerde geçen “beşikte konuşmak” manasına da mecaz yükleyerek kurtulduklarını sanıyorlar.
Şimdi soruyoruz: “Hangi toplumda kadınlar ergenlik yaşına ulaşmış çocuklarını kucakta taşır? Meryem, halkının yanına –onların iddiasına göre- on yaşlarındaki çocuğunu kucağında taşıyarak mı geldi?”
Ayette geçen “kucağına alarak” ifadesi ile bu kimselere açık bir itiraz ve açık bir reddiye vardır.” Madem Hazreti Meryem onu kucağına alarak geldiyse, o halde Hazreti İsa kucağa sığacak kadar küçüktür ve bu da ayetin mecazi anlama gelmediğini ispatlamaktadır.
İşte satır aralarında duran kelimeler mutlaka bir hikmete binaen söylenmiştir.
Dergimizde bu ay ve inşallah devam edecek aylarda Kurandan Hikmetler başlığı altında Kurandan bizlere verilen mesajlara dikkat çekeceğiz. Bunu yaparken de Bâtıniliğe kaçmadan, ayetin zahiri manasını zorlamadan, tekellüfe girmeden ve ayeti verdiğimiz manaya boğmadan yapmaya çalışacağız. Zira yukarıda geçen Hadisi Şerifte de buyrulduğu gibi: “Kuranın harikaları tükenmez!”
Alındaki nur bazen pantolonun diz kapağında da görülebilir!
“Müminlerin en belirgin özelliği secde etmelerinden dolayı yüzlerindeki izlerdir”7
Medine’de müslümanlar ve münafıklar birlikte yaşıyordu. Müslümanı ve münafığı birbirinden fiziki olarak ayırmak pek de mümkün değildi.

İkisi de aynı elbiseleri giyiyor. İkisi de aynı Mescitte bulunuyordu. Kimi zaman aynı mecliste sohbet bile dinledikleri oluyordu!
Öyleyse müslüman ile münafıklar nasıl birbirinden ayrılacaktı?
Âyeti Kerimede tam da bu soruya cevap veriliyor. Alınlarında görülen secde izinden.
Secde izi peki nasıl oluşacaktı?
Peygamber efendimizin namaz kıldırdığı Medine Mescidi (Mescidi Nebevi) üstü açık bir şekilde inşa edilmişti. Özellikle yaz mevsiminde hava çok sıcak oluyor ve Mescidin içindeki kumlar adeta kızarıyordu. Öğle ve ikindi namazını kılan sahabe efendimizin alınları bu sıcağında etkisiyle zamanla kızarıyor ve iz tutuyordu. Bir kaç gün üst üste namaza devam eden bir kişinin alnının kızarması kaçınılmazdı.
Ama münafıklar namaza gelmemek için Medine dışına çıkıyor, vakit namazlarda bulunmuyordu. Yatsıya uyuduğu için, sabaha kalkamadığı için, akşama yemek yediği için namaza gelemediğini söyleyen münafıklar mümkün mertebe gündüz namazlarında da arazi oluyordu.
Medine’de gezen birisi kimin namaz ehli olduğunu kişinin alnına bakarak tespit edebiliyordu.
Buraya kadar her şey anlaşıldı sanırım.
Peki, günümüzde Mescitler dayalı döşeli. Halılar yumuşacık. İçerisi evimizden bile daha serin! Öyleyse bizim alınlarımız kızarmıyor. Namaz ehli olduğumuz anlaşılmıyor.
Namaz kılan ile kılmayan aynı alın şekline sahip oluyor.
Peki, biz namaz kılan ile kılmayanı nasıl anlayacağız?
Pantolon izinden olabilir mi?
Evet, neden olmasın?
Namaz kılanların diz kapağı sürekli parlaktır.
Pantolonun rengi biraz da olsa solmuştur.
Demek ki, bir zamanlar namaz kılanların alameti alınlarındaki kızarıklık iken, şimdi ise pantolonun diz kapağı kısmındaki renk solmasıdır.
Öyleyse solan pantolondan dolayı utanmayalım. Sıkılmayalım. Üzülmeyelim. Yenisini almak için de zahmet bile etmeyelim!
Zira bu eskilik bizim Allaha kulluk yaptığımızın en büyük alametidir. Bu alametten dolayı da sevinmek gerekir!
Evlerde de halı üzerinde oluşan ayak ve secde yeri izleri de buna dâhildir. Zira bazı evlerin halılarında üzerinde namaz kılındığından dolayı zamanla orada ezilme, renk solması ve izler oluşmaktadır ki, bu da o hane halkı için bir şereftir.

Kaynaklar
1.Cin 1.
2.Tirmizi 2850.
3.Buhari 6904.
4.Ahzab 4.
5.Meryem 36.
6.Meryem 39.
7.Fetih 29.

MURAT PADAK

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?