Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla

Kâinat; insan aklının ve idrakinin hayranlıkla izlediği, muazzam olaylarla, sırlarla ve hikmetlerle doludur. Kâinatı ve onu hayranlıkla temaşa eden insanoğlunu yoktan var eden Yüce Allah’tır (c.c). Kâinatın içinde kendisine küçücük bir yer verilen insan, diğer pek çok mahlûkattan farklı olarak, şımarmaya, azgınlık yapmaya ve zulmetmeye meyilli bir vasıfla (cüzi bir irade) yaratılmıştır. Yaratıldıktan sonra başıboş bırakılmamış, Rabbi tarafından hem gözetilmiş hem de sık sık uyarılıştır. Rızık, sağlık, güven içinde büyümüş ve sahip olduğu diğer maddi-manevi nimetler konusunda gözetilmiş, gaflete düşüp azmaması için de korkuyla, açlıkla, can-mal kaybı ile ve çaresiz kaldığı pek çok felaketle karşı karşıya bırakılarak, sık sık uyarılmıştır. İnsanoğlu; kendisinin zayıf ve sınırlı bir güce sahip olduğunun farkına varması, onu yaratan kudretin büyüklüğünü idrak etmesi ve Allah’ın ona bahşettiği akıl nimetini doğru yolda kullanması konusunda sürekli ikaz edilmiştir. Nefsini ve rabbini tanıması için, çaresizliğinin farkına varması için, Yüce Allah’ın kudretinin büyüklüğünü idrak etmesi için, çarenin ancak o felaketleri yaratan Yüce Allah’ın iradesine bağlı olduğunu görüp O’na iltica etmesi için bu uyarılara ihtiyacı vardır insanoğlunun.

Vuku bulan olayları tahlil ederken, ifrat ve tefrite sapmadan, denge konumunu kaybetmeden, doğru istikametten ayrılmadan, Freud ve diğerlerinin ileri sürdüğü gibi çaresizlik ve korkunun dini doğurduğu saplantısına düşmeden doğru bir şekilde tahlil etmek ve onlardan gerekli dersleri çıkarmak gerekir.  Tahliller neticesinde hakkı tespit etmek ve insanı da çaresiz kaldığı bu felaketleri de yaratanın Yüce Allah olduğunu görmek, O’na iltica etmek ve hayatını O’nun emir ve nehiyleri doğrultusunda şekillendirmek gerekir. (Freud din ihtiyacının kökeninde insanın zayıflığı ve çaresizliği etkeninin bulunduğunu ileri sürmüştür.) Aslında tabiatta insanın karşılaştığı ve bunlara karşı çaresiz kaldığı felaketler, haddi zatında, Allah’ın evrende tek güç sahibi olduğunu ortaya çıkaran ve bu inancın insan ruhunda mevcut bulunduğunu ispat eden kanıtlardır.

İslami olmayan kimi inanç sistemlerinde temelsiz, dayanaksız ve gerçeğe aykırı düşünceler dile getirilerek, “Allah’ın evrende her şeyi yarattıktan sonra kıyamete kadar evrene hiç müdahale etmeyeceği” iddiası ileri sürülmüştür. Deizm olarak isimlendirilen bu iddiaya göre, Allah dünya hayatında kendilerine karışmayacak ama yaptıklarının hesabını mahşerde soracaktır.

Deizm: Evreni yaratan, işleyişi için doğa kanunlarını koyan, ayrıca insanlığa ve evrene müdahalede bulunmayan; doğruları keşfetmeleri için insanlara akıl veren bir Tanrıya duyulan inançtır.

İslam dini bu tür temelsiz ve batıl düşünceleri reddetmiştir. İslam’da Allah kâinatı yarattı ve her an yaratmaya devam ediyor. Kâinat ve içindeki her şey, Sünnetullah olarak isimlendirilen Allah’ın va’z etmiş olduğu kanunlar çerçevesinde varlığını sürdürüyor. Allah’ın güzel isimleri (Esma’ül Hüsna) vardır. Allah’ın güzel isimlerinin her biri, Yüce Allah’ı (c.c) tanımamızı sağlayacak bir vasfı anlatır ve aynı zamanda Allah’ın sıfatları olarak da zikredilirler.

“En güzel isimler Allah’ındır. O hâlde O’na o güzel isimlerle dua edin.” (Ârâf, 180) 

Allah’ın isimleri/sıfatları O’nun zatına nispet edilen mana ve kavramlardan oluşur. Bazı alimler Esma’ül Hüsna’yı tasnif ederken Allah’ın varlığını, birliğini, yaratıcılığını, benzersiz oluşunu ve kâinatı yönettiğini ifade eden isimler olarak sınıflandırmıştır. Allah (c.c), insanda ve kâinatın içinde tecelli eden isimlerini çekse kâinat yok olur. Her şey her an Allah’a (c.c) muhtaçtır. İnsanoğlu nefes alırken de muhtaç, nefes verirken de Allah’a (c.c) muhtaçtır.

Kâinat için va’z edilen kanunlar (Sünnetullah) Allah’ın takdiri ile işliyor. Güneş, ay, yıldızlar, yeryüzündeki iklimsel olaylar, bitkiler, kısaca günlük hayatımızda hissettiğimiz, gördüğümüz her şey ve bizim görmediğimiz, görmeye muktedir olmadığımız, uzayın derinliklerinde cereyan eden pek çok muazzam hadise misali, hiç farkında bile olmadığımız yakın-uzak, küçük-büyük ne varsa, hepsi Sünnetullah kapsamında hareket ediyor ve ona göre yaşamını sürdürüyor. Allah dilemedikçe Sünnetullaha aykırı hiçbir eylem söz konusu olamaz. Kâinatın bir saat gibi kurulup devam ettiğini, kendi kendine işlediğini ve Allah’ın (c.c) -haşa- bu işi kendi haline bıraktığını söylemek hem hayatın gerçeğine hem de akla aykırıdır. Her şey her anında O’na muhtaçtır.

“Göklerde olan, yerde olan herkes, ihtiyaçları için O’na yalvarır. (Bütün bunları gerçekleştirmek için) O, her an yaratma halindedir.” (Rahman, 29)

Müfessirlerin bu konudaki yorumları genel olarak şu şekildedir: Allah (c.c), her an yaratır-yok eder, diriltir-öldürür, zengin kılar-fakirleştirir, yükseltir-alçaltır, aziz kılar-zelil eder, hasta eder-şifa verir, mutlu eder-keder verir, affeder-cezalandırır. Buna hiçbir güç engel olamaz. Kuran-ı Kerim’de değişik vesilelerle Cenab-ı Allah’ın (c.c) yaratıcılık vasıflarına ve iradesinin nüfuzunun sonsuzluğuna vurgu yapılır. Bu, haddi zatında Esma’ül Hüsna’nın tecelli etmesi durumudur.

“De ki: “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.” (Âl-i İmrân, 26)

O kanunları yaratan ve idare eden Allah (c.c) dilerse, kendi kanunlarını bizzat kendisi bazı kulları hakkında normalin hilafına tecelli ettirir. Örneğin ateşin yakma kanunu konusundaki, yakan aslında ateş değil, Allah’tır (c.c). Yüce Allah (c.c) bu kanunu İbrahim (as) hakkında gerçekleştirmemiştir. Alevleri yükselen kızgın ateş, zalimler tarafından içine atılan Hz. İbrahim’i (as) yakmamıştır.

“Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve esenlik ol” dedik (Enbiya, 69) 

Peygamber efendimizin (sav) İsra/Mirac mucizesi de Hz. İsa’nın (as) yaratılış mucizesi de Hz. Süleyman’a (a.s) kraliçe tahtının getirilmesi ve diğer peygamberlerin mucizeleri de böyledir.

Sık sık uyarılar almasına, afetlerle karşı karşıya kalıp ve hastalanmasına ve zayıf düşmesine rağmen azan ve isyan eden insan, eceli gelinceye kadar sorunsuz, kazasız belasız, musibetlere duçar olmadan yaşasaydı bu azgınlık, gaflet ve inkâr durumu şüphesiz çok daha fazla olurdu.

“Eğer insanlar (hep küfre sapan) bir ümmet haline gelmeyecek olsalardı, biz o Rahman’ı inkâr edenlerin evlerine gümüşten tavanlar, üzerlerine çıkacakları merdivenler ve evlerine kapılar ve üzerlerine yaslanacakları kolluklar ve altın ziynetler yapardık.(Zuhruf, 33-35).

Allah’ın (c.c) kendilerine verdiği büyük nimetleri, sağlık, beceri, başarı, makam ve mevkileri, dünya hayatında çıkardıkları her türlü azgınlık, isyan, fitne ve fesatlarına rağmen başlarına ilahî felaketlerin gelmemesini haklarında hayır sananlar, azgınlıklarında aşırılığa devam ederler ve sonunda şiddetli azaba duçar olurlar. Aslında Allah (c.c) katında onlar yavaş yavaş bu azaba müstahak oluyorlar.

Uyarılar çok farklı şekillerde tecelli eder. Afet ve musibetler aynı zamanda hayatın ayrılmaz parçası olan ve her an günah veya sevap kazandıran imtihan basamaklarıdır. Takva sahipleri için her bir afet, her bir musibet tefekkür etmek, ibret almak, dersler çıkarmak ve nihayetinde imanı kuvvetlendirmek için bir fırsat olarak değerlendirilir.

“Andolsun sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara, 155)

“İman etmiş olanlara gelince, inen süre onların imanını artırmıştır. Onlar bunu birbirlerine müjdelerler.” (Tevbe, 124)

İbretlik uyarılar ferdi ve bölgesel olabildiği gibi, aynı zamanda ülkeler, kıtalar hatta tüm dünyayı saran salgınlar gibi geniş kapsamlı ve yaygın şekilde de görülebilmektedir. Bir ferdin hastalanması, kazaya/belaya duçar olması, dünya hayatının ağır sıkıntılarıyla karşı karşıya kalması fert için bir uyarı ve imtihan olarak değerlendirilebilir. Aynı şekilde bir ailenin, bir mahallede oturan insanların, bir köyün, şehrin veya bölgenin, bir ülkenin veya ülkelerin durumu da bundan farklı değildir. Bir ferdin musibete/afete duçar olması ile tüm dünyanın benzer afetlerle karşı karşıya kalması Allah (c.c) katında sadece “ol” emrine bağlıdır.

“(O), göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Bir şeyi dilediğinde ona sadece «Ol!» der, o da hemen oluverir.” (Bakara, 117)

Afet, hastalık ve musibetler bazen ceza ve kudret tezahürü bazen uyarı ve ibret olarak bazen de azgınlaşmış insanlara bir tövbe fırsatı olarak tecelli etmektedir. Enam süresinde peş peşe gelen dört ayetle bu durum çok güzel özetlenmiştir.

“Andolsun, senden önce birtakım ümmetlere de peygamberler gönderdik. (Peygamberlerini dinlemediler.) Sonunda, yalvarsınlar da tövbe etsinler diye onları şiddetli yoksulluk ve darlıklarla yakaladık. Hiç olmazsa onlara azabımız geldiği zaman yakarıp tövbe etselerdi ya. Fakat (onu yapmadılar) kalpleri katılaştı. Şeytan da yapmakta olduklarını zaten onlara süslü göstermişti. Derken onlar kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, (önce) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Sonra kendilerine verilenle sevinip şımardıkları sırada, onları ansızın yakaladık da bir anda tüm ümitlerini kaybedip yıkıldılar. Böylece zulmeden o toplumun kökü kesildi. Hamd, alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” (En’âm, 42-45)

Tarih boyunca dünyanın farklı bölgelerinde, farklı büyüklük ve şekillerde meydana gelen afetler, milyonlarca insanın ölümüne ve uygarlıkların inşa ettiği, dayanıklı gördüğü, övündüğü pek çok yapının yok olmasına yol açmıştır. Afetler çok farklı şekillerde tezahür etmekle birlikte, büyük yıkımlara yol açan ve dünyanın farklı bölgelerinde farklı zaman dilimlerinde tekrarlayan bazı afetler şöyle sıralanabilir: Salgın hastalıklar, kıtlık, çekirge istilası, şiddetli soğuklar, kuraklık, vb. yavaş ilerleyerek meydana gelen afetler; depremler, seller, heyelanlar, fırtınalar, hortumlar, volkanlar, yangınlar ve çığ felaketleri gibi ani gelişen afetler. Ani ve yavaş gelişen felaketlerin yanı sıra, nükleer, biyolojik, kimyasal vb. insan ve çevre konusunda büyük zararlara yol açan afetler de zikredilebilir.

İnsanlar tarih boyunca araştırma, gözlem ve tecrübeleriyle pek çok afetle baş etmeye, onlara karşı tedbirler ve çareler geliştirmeye ve en az hasarla onları atlatmaya çalışmışlardır. Ancak her defasında hiç beklenmedik şekilde farklı ve bazen tamamen yeni afet çeşitleriyle karşı karşıya kalabilmişler. Bu konuda yakın tarihte dünyanın müşahede ettiği Japonya’daki tsunami felaketi zihinlerde canlılığını korumaktadır. Deprem alanında dünyada örnek gösterilen ülkelerden biridir Japonya. Depreme dayanıklı yapılarıyla örnek gösterilen bir ülkedir. Ancak 2011 yılında Japonya’da meydana gelen depremde, depremle yıkılmayan yüzlerce yapının tsunami felaketiyle yıkıldığı, sağlam ve yıkılmaz diye düşünülen binaların, dev dalgaların etkisiyle adeta birer oyuncak gibi sürüklendiği görüldü. Japonya’nın depremle ilgili yaptıkları küçümsenemez düzeydedir ve takdire şayandır. Elbette her ülke üzerine düşeni yapmalı, gerekli tedbirleri almalı ve her türlü afet için teyakkuzda bulunmalıdır. Ancak unutulmamalıdır ki, uyarılar ve ibretlik durumlar bizim, Rabbimizin azamet ve kudreti konusunda gaflete düşmememiz gerektiğini, her seferinde farklı bir şekilde bize hatırlatmaya devam ediyor.

Burada İslam’ın o harika tevekkül yaklaşımı akla geliyor. Önce deveyi sağlam bir şekilde bağlamak, sonra Yüce Allah’a (c.c) tam bir teslimiyet ile dayanıp tevekkül etmek. Sağlam kalelerin bizi Allah’ın (c.c) kudretine, takdirine ve hükümlerine karşı kuruyamayacağına tüm kalbimizle inanarak tam bir kalp huzuru ile teslimiyet.

Ölüm de öyle değil mi? En güçlü ülkelerin kralı da olsa, en korunaklı kalelerde korunsa, dünyanın en iyi hekimleri gözetiminde ve en iyi diyetisyenleri tarafından beslenerek bir hayat sürdürse de ölüm ansızın gelip onu yakalayacaktır. Kuran hatırlatıyor:

“Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır.” (Nisa 78)

Binlerce afet/musibet her gün bize yakın veya uzak bir mahalde cereyan ediyor. Bir kısmını hiç duymayabilir, bazılarını duyar ama ondan etkilenmeyebilir veya bizzat kendimiz ona maruz kalabiliriz. Ama duymasak da, görmesek de tüm dünyada bu böyle devam etmektedir. Yeryüzünün farklı kesimlerinde, farklı zaman dilimlerinde meydana gelen ve kayıt altına alınmış olan bazı afetler aşağıda sıralanmıştır. Afetlerle ilgili bilgiler AFAD (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı) ve diğer bilimsel araştırma kuruluşlarının kaynaklarından derlenmiştir.

Depremler

Deprem: Yer kabuğunun içindeki kırılmalar nedeniyle ani olarak ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yer yüzeyini sarsma olayı olarak tanımlanıyor.

Yer kabuğunu oluşturan levhaların birbirine sürtündükleri, birbirlerini sıkıştırdıkları, birbirlerinin üstüne çıktıkları ya da altına girdikleri bu levhaların sınırları dünyada depremlerin oldukları yerler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bilim adamlarına göre, dünyada her yıl 800 binden fazla deprem meydana geliyor. Bu depremlerden sadece beşte biri hissediliyor ve yaklaşık 100’ü hasara neden oluyor. Türkiye’de de her yıl 8 bin civarında deprem meydana geliyor. Görülme sıklığı bakımından sel, heyelan, fırtına ve kasırgalardan sonra gelen depremler, insanlar üzerindeki etkileri ve yıkıcı sonuçları bakımından doğal afetlerde ilk sıraya yerleşmektedir.

Depremler, salgınlardan ve diğer hastalık ve afetlerden farklı olarak büyük maddi hasarlara, sakatlık ve travmalara yol açmaktadır.  Bu etkileri en aza indirebilmek için afet yönetimleri, ülkemizde ve dünyada risk yönetimi ve kriz yönetimi şeklinde faaliyetler yürütmektedir.

Türkiye dünyanın en etkin deprem kuşaklarından birinin üzerinde bulunuyor. Ülkemizin %9o’dan fazlası deprem bölgeleri içerisinde yer almaktadır. Günümüzün gelişmiş teknolojisine rağmen, depremin tam zamanlı tahmin edilmesi mümkün değildir.

Deprem, dünyanın birçok ülkesinde farklı inanışlarla ifade ediliyor. Temeli olmayan, bilimsel dayanağı bulunmayan bu batıl inanışların bazıları aşağıda sıralanmıştır.

Hindistan: Dünya, bir kaplumbağanın üzerinde duran dört fil tarafından tutuluyor. Kaplumbağa da bir kobranın üzerinde dengede duruyor. Bu hayvanlardan herhangi biri hareket edince dünya sallanır.

Sibirya: Dünya, bir kızak üzerindedir ve bu kızağı kullanan kişi Tanrı Tuli’dir. Birkaç pireli köpek de bu kızağı çeker. Köpekler kaşınmayı durdurduklarında dünya sallanır.

Meksika: El Diablo isimli bir canavar, dünya üzerinde dev yarıklar açıyor. O ve şeytan arkadaşları, yeryüzünü karıştırmak istedikleri zaman bu dev yarıkları kullanıyor ve deprem oluyor.

Doğu Afrika: Büyük bir balık, üzerinde bir taş taşımaktadır. Bir inek de o taşın üzerine oturmuştur ve dünya da ineğin bir boynuzunun üzerinde dengelenmiştir. İneğin boynu ağrıdığı zaman dünyayı boynuzu ile fırlatıp diğer boynuzunda tutmaktadır. Böylelikle de yer sallanmaktadır.

Türkiye’de ve dünyada yaşanan en büyük depremler

Dünyada gerçekleşen bazı büyük depremler:

Şili Depremi (9,5):

22 Mayıs 1960 yılında Güney Amerika kıtası Şili’de gerçekleşmiş olan deprem, bugüne kadar ölçülmüş en büyük deprem. Şili depreminin ardından oluşan tsunami, Pasifik Okyanusu’nda hızlı bir şekilde ilerleyerek, ciddi can ve mal kayıplarına neden oldu. Deprem, Büyük Okyanus’ta yayılan tsunamiye sebebiyet verdi. 10.000 km mesafedeki bölgeleri tahrip etti. Ülkenin güneyinde bulunan Puyehue Yanardağı da depremden etkilenerek haftalarca aktif kaldı.

Tsunami: Okyanus tabanında meydana gelen büyük çaplı hareketlenme sonucu ortaya çıkan dev deniz dalgaları Tsunami olarak isimlendirilir.

Alaska Depremi (9,2)

Alaska’da 28 Mart 1964’te meydana gelen 9,2 büyüklüğündeki deprem, en şiddetli ikinci deprem olarak kayıtlara geçti. 3 dakika süren deprem, tsunamiyi tetikledi. Sarsıntı ve ardından oluşan dev dalgalar, can ve mal kaybına yol açtı.

Endonezya (Sumatra Adası) depremi (9,1)

26 Aralık 2004’te Hint Okyanusu’nda Sumatra Adası’nın açıklarında meydana gelen deprem, toplam 40 ülkede yaklaşık 230 bin kişinin ölümüne yol açtı. 9,1 büyüklüğündeki deprem, yaklaşık 10 dakika sürdü. Sarsıntı sonucunda oluşan metrelerce yüksekliğindeki dev dalgalar, Endonezya’nın yanı sıra Asya’nın kuzeyi ve Afrika’nın doğusunda 14 ülkeyi etkiledi. Deprem ve tsunami nedeniyle 1 milyon 700 milyon insan evsiz kaldı. Depremden kaynaklanan tsunami dalgaları 30 m yüksekliğe ulaşarak, ağır hasarlara yol açtı.

Japonya (Tohoku) depremi ve tsunamisi (9,0)

Deprem, 11 Mart 2011’de Japonya’nın kuzeydoğusundaki Honshu kıyılarının açıklarında, 9,0 büyüklüğünde meydana geldi. Deprem sonrasında bölgede yüksekliği 37,9 metreye varan tsunami dalgaları meydana geldi. Depremde 15.900 kişi hayatını kaybetti ve 2.531 kişinin cesedine hiç ulaşılamadı (bunlar kayıp olarak belirtiliyor). Deprem ve sonrasında tsunami, Fukuşima nükleer santralinde hasara yol açtı. Nükleer reaktörlerin ağır hasar alması sonucu yayılan radyasyona engel olunamadı.

Türkiye’de gerçekleşen büyük depremler

Türkiye’nin bulunduğu coğrafya, 1500’lü yıllardan itibaren farklı zamanlarda 7 ve üstü büyüklüğünde 23 depremle sarsıldı.

1509 İstanbul Depremi (7,2)

Depremin büyüklüğü ve oluşturduğu ağır hasar sebebiyle halk arasında Küçük Kıyamet olarak adlandırılmış.

1939 Erzincan Depremi (7,9)

27 Aralık 1939’daki 7,9 büyüklüğünde Büyük Erzincan Depremi’nde yaklaşık 33 bin kişi hayatını kaybetti, 100 bin kişi yaralandı ve 116 bin civarında bina yıkıldı.

1999 Gölcük (Kocaeli) depremi (7,4)

17 Ağustos 1999’da merkez üssü Gölcük olan ve 45 saniye süren 7.4 büyüklüğündeki Gölcük depremi, Ankara’dan İzmir’e kadar geniş bir bölgede ve Marmara’da hissedildi. Depremde 285.211 ev, 42.902 işyeri hasar gördü. 2010 yılında yayınlanan Meclis Araştırması Raporu’nda ölen kişi sayısı 18.373 olarak güncellenmiştir.

1999 Düzce Depremi (7,2)

12 Kasım 1999 Cuma Günü Düzce’de meydana gelen ve 30 saniye süren 7,2 büyüklüğündeki depremde, 894 kişi hayatını kaybetti.

2011 Van Depremi (7,2)

23 Ekim 2011 tarihinde gerçekleşen depremin aletsel büyüklüğü 7,2 olarak ölçüldü. 9 Kasım 2011 tarihinde Van Merkez’e 16 kilometre uzaklıktaki Edremit ilçesinde, aletsel büyüklüğü 5.6 olan yeni bir deprem meydana geldi. 23 Ekim ve 9 Kasım 2011 depremlerinde toplam 601 vatandaşımız hayatını kaybetti, 1.966 vatandaşımız yaralandı, 252 vatandaşımız ise enkazlardan sağ olarak kurtarıldı.

Sadece ülkemizde ve sadece tarım gibi bazı özel alanlarda da her yıl, yılın gün sayısından fazla afet meydana gelebilmektedir.

Türkiye Ziraat Odaları Birliği Açıklamasına Göre Türkiye’de her yıl ortalama 500 afet yaşanmaktadır. 2019 yılında ise 935 doğal afet, 2020 yılının sadece ilk 6 ayında 600’ü aşkın doğal afet yaşandı.

Çekirge İstilası

Düzensiz aralıklarla görülen çöl çekirgesi sürüleri, kuraklığın ardından yoğun yağışla birlikte ortaya çıkıyor. Yapılan hesaplamalara göre çekirge sürüleri sadece Doğu Afrika ve Afrika Boynuzu ülkelerinde 20 milyon kişiyi gıda güvensizliğiyle karşı karşıya bıraktı. 2020 yılının ilk aylarında Doğu Afrika, Arap Yarımadası, Körfez ülkeleri, Pakistan, Hindistan ve Rusya gibi geniş bir coğrafyada çöl çekirgeleri etkili oldu. Bir kilometrekarede yer alan 40-80 milyon çekirge, gün içerisinde 150 kilometre yol gidebiliyor ve sadece bir günde 35 bin kişiye yetecek gıdayı tüketebiliyor.

Salgın hastalıklar

Salgın hastalıklarla ilgili olarak, günümüzde yaşanan Covid-19 hastalığı ibret dolu bir manzara ortaya çıkarmıştır. İnsanoğlunun uzayda istasyonlar kurup gezegenlere seyahat konusunu konuştuğu 21.yüzyılda, tüm dünyaya yayılarak, milyonlarca bulaşma ve binlerce can kaybına yol açmıştır. Gözle görünmeyen bir virüs tüm dünyayı tehdit ediyor. Dünyanın en gelişmiş silahları, balistik füzeleri, atom bombaları veya nükleer silahları onu durdurmaya yetmiyor. Dünya ekonomisini, turizmini, eğlencesini ve seyahatlerini sekteye uğratıp adeta dünyayı eve hapsedip kilitliyor.

İnsanoğlunun tüm gelişmiş teknolojik araçlarına rağmen ne kadar zayıf ve çaresiz olduğunu gösteren ibret dolu bir durumdur bu. Bu müthiş güç o küçücük virüsün gücü değildir şüphesiz. Bu güç; virüsü de insanı da yoktan var eden, onun rızkını ve sağlığını istediği ölçüde takdir eden Yüce Allah’ın (c.c) gücüdür. Hac suresinde bir misal veriliyor. Sinek misali. Ayetin sonunda talip ve matlubun (isteyen-istenen) aciz olduğuna vurgu yapılıyor ve mutlak kudretin Allah’a (c.c) ait olduğu hatırlatılıyor.

“Ey insanlar! Size bir örnek verildi. Şimdi ona iyi kulak verin. Sizin Allah’tan başka taptıklarınız bir sinek dahi yaratamazlar, hepsi bunun için toplansalar bile. Eğer sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan kurtaramazlar. İsteyen de aciz, istenen de. Onlar Allah’ı gereği gibi tanımadılar. Şüphesiz Allah çok güçlüdür, mutlak galiptir.” (Hac, 73-74)

Salgın çeşitleri çoktur ve tarih boyunca dünyanın farklı bölgelerinde büyük tahribatlara ve can kayıplarına yol açmıştır. Bazıları dünya savaşları gibi büyük savaşlarda meydana gelen ölümlerden fazla insanın ölümüne neden olmuştur. Aşağıda bu ibretlik manzaraları bize hatırlatan bazı salgın felaketleri sıralanmıştır.

Kolera ve Tifüs Salgınları

Hindistan’ın Kalküta şehrinde 1816 yılında başlayan ilk büyük kolera salgını Çin’e, Doğu Asya’ya, Orta Doğu’ya ve Akdeniz kıyıları ile Afrika’ya, özellikle İngiliz gemileriyle de Avrupa ve Kuzey Amerika’ya taşındı. Beş yıl boyunca süren bu salgında 12 milyondan fazla insanın öldüğü tahmin ediliyor.

Amerika Yerlileri-Suçiçeği salgın hastalığı

  1. yüzyılda Amerika kıtasındaki yerliler ile temas eden Avrupalılar, beraberlerinde getirdikleri virüs ve bakterileri buradaki insanlara bulaştırdılar. Bağışıklık sistemleri zayıf ve ilaçları da yetersiz olan yerli halktan milyonlarca insan öldü. Tarihçiler, o dönem ölenlerin oranının yerli nüfusun yüzde 90’ına tekabül ettiğini söylüyor.

Üçüncü Veba salgını

1855- 1859 yılları arasında Çin’de başlayarak dünyaya yayılan ve sadece Çin’de ve Hindistan’da 12 milyon insanın ölümüne neden olan bu salgına Avrupa’nın Kara Vebası (Üçüncü Veba) deniliyor. Tüm dünyada 70 ila 200 milyon arasında insanın öldüğü tahmin ediliyor.

İspanyol Gribi salgını

Birinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda (1918) 500 milyon insana bulaşan H1N1 influenza virüsü dünya genelinde 50 ila 100 milyon arasında insanın ölümüne neden oldu. Bu sayı birinci ve ikinci dünya savaşlarında ölen insan sayısının toplamından kat kat fazladır.

Asya Gribi salgını

Çin’de 1957 yılında başlayan (Influenza-A) ve Asya Gribi olarak adlandırılan hastalık 4 milyona yakın insanın ölümüne neden oldu.

HIV Virüsü (AIDS)

  1. yüzyılın bir diğer önemli salgını ise HIV’in yol açtığı (AIDS) salgınıdır. İlk klinik vakanın kayıtlara geçtiği 1981’den günümüze yaklaşık 35 milyon insan HIV nedeniyle hayatını kaybetti ve hala bir çözüm bulunabilmiş değildir.

Yeni Koronavirüs Hastalığı (COVID-19)

2019 yılı sonlarında Çin’de başlayan COVID-19, kısa sürede tüm dünyaya yayılarak, yılın ilk 6 ayında 176 ülkede 10 milyonun üzerinde vakaya ve 500 binden fazla can kaybına yol açtı. Dünyada etkili tedavi ve aşı bulunması konusunda çalışmalar tüm hızıyla devam ediyor. Ancak hala bir çözüm bulunabilmiş değildir.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?