Şehirlerimiz vardı İslâm’ın gür sadasını en uzak coğrafyalara götüren; Bağdat gibi Şam gibi…

Bağdat

İslâm’ın Irak ve İran bölgesine hâkim olmasıyla Müslümanlar yeni şehirler kurdular. Burada ilim merkezleri meydana getirdiler. Kufe ve Basra gibi şehirler ilim yuvası oldu. Fustad (Kahire) ve Kayrevan ilmin arandığı merkezler haline geldi.

Müslümanların miladi 755 senesinde temelini attığı Bağdat şehri o günün İslâm dünyasında her açıdan cazibe merkezi haline gelecektir. İlimden ticarete, sanattan tıbba her sahada büyük şahsiyetlerin zuhur ettiği bu müstesna şehir yüzyıllar boyunca Müslümanların kalkınmasına katkı sağlayacaktır. Caddelerinde, sokaklarında müstesna âlimler gezecek, medreselerinde İmam-ı Gazâlîler yetişecek, tıp fakültelerinde İbni Sînâlar zuhur edecektir. Abbasilerin hilafet merkezi olarak bu şehir neredeyse bütün dünyayı idare edecektir. Burada ilmin gelişmesiyle dünyaya yön veren medreseler hayatın her sahasında etkili olacaktır. Ticaretin gelişmesiyle devasa fıkıh kitapları yazılacak ve günlük sorunlara dair fetvalar verilecek, dini ilimlerin yanı sıra ticaret, tıp, sanat ve sair ilimler büyüdükçe büyüyecektir. Çünkü İslâm’a göre ticaret ve alış-verişin kuralları ulemayı harekete geçirecek, hayatın her sahasına dair İslâmî esasların ortaya konması ulemadan talep edilecektir. Tıp da aynı şekilde insanlara derman olmak için üst üste buluşlar yapacaktır.

Müslümanlar Bağdat’a “Dârusselâm” ismini vermişler, güzellik ve ihtişamından dolayı “cennet” diye isimlendirmişlerdi. Bu şehre bakan her insan hayran kalmıştır. Hayatın hangi sahasında olursa olsun insana huzur veren bir yapı ortaya koymuştur.Sağlıktan alışverişe, kültürden sanata Müslümanlar devasa bir birikim ortaya koyarak dünyaya nam salmışlardı. Çayırlarından bağlarına, sanata dönüşen taşlarından çeşmelerine, saraylarından sokaklarına kadar her yer en mükemmel olanı insanın gözleri önüne sermekteydi. O gün İslâm âlemini ziyaret edenler memleketlilerine döndüklerinde “İslâm âleminde nehirler bal ve süt akmakta” benzetmesini yapmaktaydılar. İşte Bağdat, ziyaretçilerine bunu dedirtecek derecece güzel bir şehrimizdi.

İlim burada benzeri görülmemiş bir şekilde gelişti. Kelamdan astronomiye, zoolojiden tıbba kadar ilmin her sahasından dev adamlar burada toplanmış bulunuyordu. İslâm’ın mezhepleri burada en sert tartışmaları ortaya koydu, fikirler savunuldu, karşıt görüşler münazaraya burada durdu. Herkes özgür ve korkusuz bir şekilde düşüncelerini savundu. Müslüman ilim adamlarının yanı sıra Hristiyan ilim adamları da buradaki ilim merkezlerinde buluşlarını sergilediler.

Siyasi cihetten bu belde zaman zaman çalkalanmalara şahit oldu. Çeşitli hanedanlar burada hâkimiyet sağlamak istedi. Siyasi çekişmeler ve kavgalar olurken ilim ve medeniyet yolculuğu devam etti. 9. ve 10. asırda ilimde zirve haline geldi. Çeşitli dillerden Arapçaya yapılan tercümeler Bağdat’ı bu dönemde zirveye taşıdı. Yunanca, Pehlevîce, Latince, Sanskritçe, Nabatîce ve Süryânîce yazılmış birçok eser Arapça’ya çevrildi. Uzman mütercimler Bağdat’ı mekân tuttu. Burası Avrupa ve Asya’nın ilmî cihetten köprüsü oldu. Beytülhikme (Bilgi ve hikmet evi) Bağdat’ta ilmi araştırmaların merkezi haline geldi. Tercüme faaliyetleri sonunda felsefe, mantık, matematik, tıp, zooloji, botanik, kimya ve edebiyata dair eserler İslâm kültürüne kazandırıldı. Müslümanlar bu ilimleri İslâm’ın temel ilkeleri doğrultusunda anlamaya ve İslâmîleştirmeye çalıştılar. Bu ilim merkezine büyük âlimler, şairler, edipler, filozoflar ve mütefekkirler akın etmeye başladılar. Devasa kütüphaneler kuruldu. Uzaya, tıbba, matematiğe dair kitaplar yazıldı. Sadece dini ilimler değil hayatın her sahasına dair eserler kaleme alındı.

İlim, sanat ve kültür noktasında bunlar yaşanırken İslâm düşmanları yapacaklarını yaptılar ve Moğolların iştahını kabartarak bu güzel şehre saldılar. Avrupalılar ve onlarla işbirliği yapan yerli hainler Moğollara, Bağdat ve çevresini öyle tasvir ettiler ki nehir ve derelerin bal aktığını söyleyerek saldırmalarını istediler. Çok geçmeden Moğollar soluğu Bağdat’ta aldılar. Her tarafı yakıp yıktılar. Müslümanların ise tek suçu düşmana karşı muteyakkız olmamaktı; Askeri tedbirleri almamaktı.

Şimdi Bağdat tekrar muasır Moğolların tehdidi altındadır. Son otuz yılda tekrar bir işgale uğradı. Yine yakıldı, yine yıkıldı. Bağdat bugün yine fatihlerini beklemektedir. Eski günlerine kavuşmak için, ilmin ve irfanın merkezi olmak için İmam Gazalilerini, İbn Sinalarını ve Harun Reşitlerini beklemektedir.

Şam (Dimaşk)

Bugün Suriye’nin başkenti olan bu belde Hz. Ömer zamanında İslâm’la müşerref oldu. Burası kadim bir şehir olup imarı milattan önce 4000’li yıllara kadar gitmektedir. Müslümanlar bölgeyi fethettikten sonra manen fethin gerçekleşmesi için âlim sahâbeler gönderdiler. Onlar da burada onlarca yıl çalıştıktan sonra İslâm’ın neşri işini tabiin nesline devrettiler. Şam ve çevresi çok sayıda sahâbenin buraya gelip yerleşmesiyle meşhurdur.

Emeviler burada Emevi Camisini inşa ederek ilim merkezi haline gelmesi yolunda ilk adımı attılar. Bu cami günümüze kadar gelmiş bulunmaktadır. Şehir, Abbasi, Fatimi ve Eyyubilerin hâkimiyetini gördü. Haçlılar buraya girmek istedilerse de başarılı olamadılar. Selâhaddîn-i-i Eyyûbî, Haçlılarla mücadelesinde burayı üs olarak kullandı. Onun döneminde Haçlılar, Dımaşk yakınlarına kadar gelip şehre saldırdılar. Fakat Selâhaddin’in kazandığı Hittîn Zaferiyle (583/1187) bu tehlike ortadan kalktı.

Eyyûbîler devri Dımaşk’ın imarı açısından zengin bir dönem oldu. Bu dönemde kuzeybatıya doğru genişleyen şehirde 200’ün üzerinde medrese, cami, hankah, zâviye, türbe gibi yapı inşa edildi. Moğolların Bağdat’a girmesi sırasında Şam da bundan nasibini aldı ve şehir saldırıya uğradı. Fakat Bağdat kadar zarar görmedi.

Memlükler de Dımaşk’ta imara büyük önem verdiler ve kurdukları hayır müesseselerini vakıflarla desteklediler. Bu dönemde sadece Dımaşk’ta 250 civarında cami, medrese, han, hamam, hankah ve türbe yaptırdılar. Bu dönemde medreselerin sayısı 150’ye ulaştı ve burada 1000 civarında müderris görev yaptı. Şehir 15. yüzyılda Timur’un saldırısına uğradı. Daha sonra Osmanlıların eline geçen şehir, 400 yıl kadar Osmanlı hâkimiyetinde kaldı.

Şam yüzyıllar boyunca ilme, kültür ve sanata hizmet etmiştir. Takıyyüddin İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye ve Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr gibi meşhur âlimler burada yetişmiştir. Nureddin Zengî Şam’da çok sayıda medrese yaptırmıştır. Özellikle büyük muhaddis İbn Asakir için bir hadis merkezi inşa etmiştir. Bu hadis âlimi seksen ciltlik bir eser olan Dımaşk tarihini yazmıştır. Bunun dışında çok sayıda eseri vardır.

Bugün Batı, ABD, Rusya ve İran’ın siyasetine terk edilmiş olan Şam, Selâhaddîn ve Yavuz Sultan Selimleri beklemektedir. Tekrar İbni Teymiyye gibi âlimlerin yetişeceği bir ortama kavuşmayı arzu etmektedir.

Gerek Bağdat gerekse Şam, yüzyıllar boyu İslâm’ın yayılmasında ana üsler oldular. Son yüzyılımızda bu durum bir miktar sekteye uğramış bulunmaktadır. Batıdan gelen fikir ve akımlar burada batılı güçler tarafından ekilmeye çalışılmıştır.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?