“Allah kime hayır dilerse onu dinde fakih kılar.” (1) Cehd kökeninden gelen ve iftiâl bâbından ism-i fâil olan “müçtehid”in Kur’ân-ı Kerîm’deki ve hadîslerdeki anlamı, kapalı hükümleri açığa çıkarabilmek için tüm gücü ile çalışıp çabalayan ve sadece Allah rızası için bu sıkıntılara katlanan en büyük fıkıh âlimidir.

Müçtehitlik ilâhî lütuf ve fıtrî yeteneğe bağlı olduğu gibi aynı zamanda çok akıllı, üstün zekâlı, duyduklarını ve ezberlediklerini unutmama gibi üstün yeteneklere sahip olmaktır.

Müçtehit, ayrıca fıtrî yeteneklerin dışında sarf, nahiv, bedi, beyan, mantık, maânî ve sözlük gibi Arap dilbilgisinde, usûl-i fıkıh ve usûl-i hadis gibi temel bilgilerde ve “edille-i şer’iyye” denilen Kur’ân, sünnet, icma ve kıyas gibi kaynak bilgilerde en üst düzeyde dinî otoritedir.

Evrensel olan ve kıyamete kadar baki olan İslâm dini için ana kaynaklardan hüküm çıkarabilen müçtehitlik olmazsa olmazlardandır. Bunun en güzel örneğini henüz Resûlullah (sav) hayatta iken Mu’az b. Cebel’i Yemen’e vali olarak gönderirken görmekteyiz.

Kıyamete kadar baki olan İslâm dini her asra ve her coğrafyaya gönderilmiş, her asrın ve coğrafyanın kendine has ihtiyaçları ortaya çıkmış ve tüm bunlara İslâmî hükmün belirlenmesinin içtihat ile mümkün olacağını İslâmî kaynaklarımız bizlere bildirmiştir.

“Onlara emniyet ve korkudan bir haber geldiği zaman onu ifşa ederlerdi. Eğer onu Peygambere veya aralarından re’y sahibi olanlara arz etselerdi elbette ki, o re’y sahipleri (hal ve maslahata göre) içtihat ve istihraç ederlerdi.” (2) buyrulurken yine Yüce Rabbimiz “Bilmiyorsanız ehl-i zikre (âlimlere) sorun.” (3) buyurarak bu konuların bilen insanlara sorulmasını emretmiştir.

Efendimiz (sav) de; “Âlimlerin farklı içtihatları rahmettir.” (4) “Müçtehit, içtihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır.” (5) buyurarak hatanın dahi ecir olacağı içtihadın dolayısıyla da müçtehidin önemine dikkat çekmiştir.

Çünkü müçtehitlik, kolay kazanılan bir şey değildir ve her müçtehit de ayet ve hadislerden hüküm çıkarabilecek vasıflara sahip değildir.

“Asr-ı saadet döneminde Arapçayı iyi bildikleri ve Hz. Peygamberle beraberlikleri sayesinde Allah ve Resûlü’nün maksadını çok iyi anladıkları için sahabe neslinden müçtehitlerin sayısı bir hayli fazlaydı. Ancak kendilerinden hüküm ve fetva nakledilen sahabe müçtehidi 130 kadardır. Bunlardan yedi tanesi fetvaları birer kitap olacak kadar çoktur. Fukahâ-i Seb’a denen bu sahabeler şunlardır; Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Ayşe, Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. Mes’ûd, Abdullah b. Abbâs ve Abdullah b. Ömer” (6) bu bilgilerden anlıyoruz ki, müçtehitlerin de kademeleri olup, fetva verecek seviyeye gelmek kolay kazanılan bir şey değildir.

Fıkıh usulü bilginleri müçtehitleri 7 kısma ayırarak şöyle isimlendirmişlerdir:

  1. a) Mutlak Müçtehitler: Asıl ve ayrıntıda bir başka müçtehidi taklide mecbur olmayanlardır. Örnek: 4 mezhep imamımız.
  2. b) Mezhepte Müçtehitler: İçtihatta tâbi olduğu mezhep imamlarının takdir ettiği yöntem ve kurallar üzerine hareket eden müçtehitlerdir: İmâm-ı Ebû Yûsuf, İmâm-ı Muhammed gibi.
  3. c) Meselede Müçtehitler: Kendi mezhebinde hükmü mevcut olmayan bir meselede içtihada muktedir olanlar. İmam Serahsî gibi.
  4. d) Ashâb-ı Tahriç: Bunlar kendi mezhep imamlarından nakil olup da birkaç cihete ihtimali olan tam belirgin meseleleri tefsir ve açıklamaya muktedir olan fakihlerdir. Cessâs, İmâm-ı Râzî gibi.
  5. e) Ashâb-ı Tercih: Halkın örfünü, âdetini ve zamanın ihtiyacını dikkate alarak mezhebindeki muhtelif rivayetlerden en uygun olanını tercih iktidarına sahip olanlardır. Meşhur “Kudûrî” sahibi Ebu’l-Hasan, “Hidaye” sahibi Şeyhü’l-İslâm Merginânî gibi.
  6. f) Ashâb-ı Temyiz: Bunlar tercihe iktidarları olmayıp kendi mezheplerinde mevcut bulunan kavi ile zayıf hüküm arasını temyize muktedir olanlardır. Nesefî, Mahmûd Buhârî, gibi
  7. g) Ashâb-ı Taklid: Müçtehit derecesinde olmayan fıkıh âlimleridir. İbn-i Âbidîn gibi.

Bu kısımlara ayrılan her bir müçtehidin en üst seviyede ilme, amele ve ahlaka sahip olmasıyla beraber müçtehitlerde bulunması gereken bazı vasıflar da vardır:

  1. a) Arapçayı Bilmek: Müçtehidin Arapça bilgisi genel olarak Arapçanın inceliklerini kapsamalıdır. Ayetlerden hüküm çıkaracak kimse, Kur’ân’ın belâgat, fesahat ve sırlarını bilmelidir
  2. b) Kur’ân İlmine Sahip Olmak: Kur’ân, şer’î hükümlerin esasıdır. Bu yüzden bilginler, müçtehit için Kur’ân’da hüküm ifade eden beş yüz kadar ayetin inceliklerini, özelliklerini bilmek gerekir demişlerdir. Bu ayetlerin amm-has (genel-özel), mutlak-mukayyed, nâsih-mensûh ve sünnetle ilgili durumlarını bilmek gerekir. Diğer yandan Kur’ân’ın geri kalan bütün ayetlerini de topluca bilmesi gerekir.
  3. c) Sünneti Bilmek: Bir müçtehidin teklifî hükümleri içine alan bütün hadisleri okuması, onların amaçlarını kavraması, onlarla ilgili özellikleri bilmesi gerekir. Yine sünnetin nâsih ve mensuhunu, amm ve hass’ını, mutlak ve mukayyedini bilmesi gerektiği gibi; hüküm hadislerinin rivayet yollarını, senedlerini, hadis rivayetlerinin kuvvet derecelerini de bilmesi gerekir. Hükümlerle ilgili bütün hadislerin ezbere bilinmesi şart değildir. Ancak gerektiğinde yerlerinin, başvurma metotlarının ve hadis rivayetlerinin bilinmesi yeterlidir. (7)
  4. d) Üzerinde İcma ve İhtilaf Edilen Konuları Bilmek: Üzerinde icma (ittifak) meydana gelen konuları bilmenin yanında sahabe, tabiîn ve onlardan sonra gelen müçtehitlerin ihtilâfa düştükleri konuları da bilmesi gerekir. Ancak bütün icma yerlerini ezberlemek şart değildir. Araştırma konusu yapılan mesele hakkında icma veya ihtilaf bulunup bulunmadığını bilmesi yeterlidir. Medine ve Irak fıkhının metot ve farklarını bilmek yanında; doğru olanla doğru olmayan, naslara yakın olanla uzak olan hususlar arasında karşılaştırma yapabilecek akıl, anlayış ve değerlendirme gücüne sahip olması gerekir.
  5. e) Kıyas Bilmek: İçtihat, bütün şekil ve metotlarıyla kıyası bilmeyi gerektirir. Hatta İmâm-ı Şâfiî’ye göre içtihat kıyastan ibarettir. Kıyası bilmek şu üç şeyi bilmeyi gerektirir:
  6. Kıyasın dayanacağı asıl hükmü bilmek:Bu dayanağın ayet, hadis veya icma olması, bunlarla ilgili gerekli bilgilere sahip olunması da gereklidir.
  7. Kıyas kaide ve prensiplerini bilmek:Meselâ belirli ve özel bir durumu ifade ettiği sabit olan bir nas üzerine kıyas yapılamaz. Kendisine dayanılan asıl hükmün illetini tespit ettikten sonra hükme bağlanacak yeni meselede (fer’î) de aynı illetin gerçekleşip gerçekleşmediğini araştırmak gerekir.
  8. Önceki müçtehitlerin kıyas metotlarını bilmek.
  9. f) Hükümlerin Amaçlarını Bilmek: İslâmî hükümlerin amaçları, belli bir nastan değil, bütün nasların toplamından anlaşılabilir. Bu hükümlerin asıl amacı insanlar için rahmet olmaktır. Maslahata göre fetva vermede, gerçek maslahatlarla (toplum yararı) nefsî ve şehevî arzulardan gelen bir vehimden ibaret olan maslahatları birbirinden ayırt etmek gerekir.
  10. g) Doğru Bir Anlayış ve İyi Bir Takdir Gücüne Sahip Olmak: Müçtehidin gerçek fikirleri yanlış olanlardan ayırt etme melekesine sahip olması gerekir.
  11. h) İyi Niyet ve Sağlam Bir İtikat Sahibi Olmak: Bu yüzden büyük müçtehitler fıkıhla şöhret yapmadan önce ihlâs ve takvalarıyla meşhur olmuşlardır. İhlaslı kimse gerçeği nerede bulursa bulsun kabul eder, taassup göstermez.

Büyük imamların hepsi; “Bizim görüşümüz doğrudur, yanlış da olabilir. Başkalarının görüşü yanlıştır, fakat doğru da olabilir.” demişlerdir. (8) İlim edep gerektirir sözünü bu âlimlerimizin tevazusu ile bir kez daha anlarken bugün ilimleriyle, hayat tarzlarıyla müçtehitliğin en alt kısmına dahi ulaşamayan nice adına prof., hoca, yazar dediğimiz insanların hadsizce sözlerini üzülerek dinliyoruz. Âlimlerimizin şahsında İslâmî kimliği ve yaşantıyı hedef alan, eski dönemlerde yaşanmış, lâkin bugün geçerliliği olmayan hususları İslâmî hükümler gibi yansıtan, İslâm’ın temel değişmez prensiplerini âlimler üzerinden eleştiren insanların varlığını üzülerek seyrediyoruz. Ve Efendimizin (sav) “Kuşkusuz Allah, ilmi kullarının arasından çekip almaz, bilakis âlimlerin vefatıyla onu alır ve sonunda hiç âlim bırakmaz. İnsanlar da cahil kimseleri önder edinirler. Bu cahillere birtakım sorular sorulur, onlar da bilgisizce fetva verirler. Böylelikle hem kendileri sapar hem de insanları saptırır.” (9) buyurmuştur. Bu hadisin bugün maalesef üzülerek tezahür ettiğini görmekteyiz. Hak üzere olan âlimlerimize tabi olup Hak üzerinde kalabilmek dileğiyle…

Kaynakça:

1) Sünen-i Tirmizî Hadis: 645. 2) Nisa: 83. 3) Nahl: 43. 4) Beyhakî. 5) Buhârî 6) İbnü’l-Kayyim, İ’lâmü’l-Muvakkı’în, Thk. M. Muhyiddîn Abdulhamid, Mısır, 1955, I, 14 vd. 7) Ebû Zehra, Usûlü’l-Fıkh, s. 382 vd. 8) Ebû Zehrâ, age, s. 388-389; İslâm’da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Trc. Abdulkadir Şener, Ankara 1968, 1969, s.125,126. 9) Müslim, İlim, 13.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?