“Rabb’imiz! Resûllerinin diliyle vadettiklerini bize ver, kıyamet gününde bizi alçaltma; kuşkusuz, sen, verdiğin sözden dönmezsin. Rableri onların dualarına şöyle karşılık verir: Şüphesiz ben, erkek olsun kadın olsun sizden bir şey yapanın emeğini boşa çıkarmam. Hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, benim yolumda eziyete uğratılanların, savaşanların ve öldürülenlerin, işte onların günahlarını elbette sileceğim. And olsun ki, Allah katından bir mükâfat olarak onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Şüphe yok ki nimetin güzeli Allah’ın katındadır!” (Âl-i İmrân, 194-195)

Muhammed Mursî iman eden, imanının gereklerine hayatıyla şahitlik eden ve bu uğurda başına gelen tüm musibetlere göğüs geren, hiçbir zaman dininden ve dininin kendine yüklediği emirlerden taviz vermeyen Müslüman, mücahit ve muvahhit biriydi.

Yüce Rabbinin bu ve bunun gibi nice ayetlerde vaat edilen müjdelerine ermek için direndi, sabretti ve sonunda istediği, özlediği Rabbine kavuştu.

“Mısır’ın özgür halkına benden selam söyleyin. Onlara deyin ki, Muhammed Mursî sonuna kadar direnecek. Dinimi dünyalığa satmayacağım.” diyerek kendi dik duruşunu ilan ederken “Hiçbir zaman haksızlığa boyun eğmeyin. Hiçbir zaman alçalıp boyun eğmeyin. Vatanımızdan, hukukumuzdan, haklarımızın ve dinimizden en ufak taviz vermeyin.” diye de özelde halkına genelde ise tüm Müslümanlara çağrıda bulundu.

Çünkü Muhammed Mursî inanıyordu ki hak-batıl mücadelesinde hak mutlaka galip gelecekti. Batılın mücadelesi, geçici de olsa galibiyeti tabiri caizse meydanı boş bulmalarından kaynaklanıyordu ve batıl elbette zail olacaktı. Çünkü yüce Rabbimizin vaadi vardı ve Muhammed Mursî bu vaade tüm kalbiyle inanıyordu. Bu konuda Rabbimiz, batılı suyun üzerindeki köpüğe benzetirken hakkı ise zail olmayacak, insanlara fayda verecek şeylere benzetiyordu ve batılın mutlak zail olacağı müjdesini veriyordu. Hak geldi, batıl zail oldu! Şüphesiz ki batıl, yok olmaya mahkûmdur. (İsra, 81) Tüm bu müjdelerden dolayı bu uğurda Hakk’ın taraftarı olması, Hakk’ın mücadelesini vermesi gerektiğine iman eden Muhammed Mursî bunun için direndi, sabretti ve asla boyun eğmedi.

Hak-batıl mücadelesinin kıyamete kadar devam edeceğini ve önemli olan bizlerin bu mücadelede nerede yer alacağını, kimleri kendimize rehber edinip kimlerin safında yer alıp mücadele edeceğimizi iyi bilmemiz gerekir. Hz. Âdem’den (a.s) bugüne kadar Habiller olduğu gibi, Kabillerin de olduğunu, İbrahim (a.s) ve onun safında yer alanlar olduğu gibi Nemrutlar ve onun safında yer alanların da bilincinde olacağız. Dünün Mısır’ında Musa (a.s) olduğu gibi Firavunların da olduğunu Muhammed Mursî biliyordu ve bugünün Mısır’ında Musa’nın (a.s) safında yer alarak bütün dünyaya hakkın safında yer aldığını gösteriyordu. Firavun’un safında yer alan (hem de Müslümanım diyen) Sisi’ye meydan okuyarak, boyun eğmeyerek, taviz vermeyerek gösteriyordu.

Muhammed Mursî biliyordu ki hak-batıl mücadelesinde Âdem’den (a.s) günümüze zamanın, mekânın, silahların, zalimlerin veya kâfirlerin farklılıklarında da bir şey değişmiyordu. Zihniyet, metot hep aynıydı. Ama şunu da biliyordu ki Rabbimizin vaadi de aynıydı. Dünün zalimlerine, kâfirlerine azap müjdesi aynı olduğu gibi, bugünün zalimlerine, kâfirlerine de azap müjdesi aynıydı. Ve tabi dünün ve bugünün salihlerine, mücahit ve mücahidelerine de cennet ve ebedi kurtuluş müjdesinin aynı olduğu gibi…

Allah mümin erkeklere ve mümin kadınlara içinde ebedi olarak kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaat etmiştir. Allah’ın rızası ise hepsinden büyüktür, işte büyük bahtiyarlık da odur.” (Tevbe, 72)

Muhammed Mursî Yüce Rabbimizin “Allah uğrunda hakkıyla cihat edin. O sizi (bunun için) seçmiştir.” (Hac, 78) müjdesine nail olabilmek, efendimizin ise “Mallarınız, canlarınız ve dilleriniz ile müşriklere karşı cihat edin.”1 emrini yerine getirmek için direndi. Üstadı Şehit İmâm Hasan el-Bennâ’nın “Rahat işlerle uğraşmak sizi aldatmasın. Cihad gayret ister. Nafile ibadetler, zikirler rahat yapılan işlerdir.” uyarısını hiçbir zaman aklından çıkarmayıp direndi, sabretti ve özlediği sona ulaştı.

“Gayemiz Allah, önderimiz Resûlullah, anayasamız Kur’ân, yolumuz cihad, en büyük arzumuz Allah yolunda şehit olmaktır.” düsturlarından hiçbir zaman taviz vermediği için ne kendisi ne de dava arkadaşları bu yoldan dönmedi, vazgeçmedi, direndi. Tıpkı dava arkadaşı Muhammed Bedii’nin idam kararının açıklanmasından sonra mahkemede haykırdığı gibi “Bizim sürekli attığımız ‘Allah yolunda ölmek en yüce temennimizdir’ sloganı şaka değildi. Beni bin defa idam etseler yine haktan vazgeçmem. Allah’ım kabul et. Allah’ım kabul et.”

Ve Muhammed Mursî en yüce makama talip olduğu için direndi. Yalnızca şehitlik değil, şehitlerin efendisi olmak için direndi. Çünkü Efendimiz (sav) “Allah’ın indinde cihatların en faziletlisi zalim bir hükümdarın yanında hakkı söylemektir.”2 “Şehitlerin efendisi, Abdulmuttalib’in oğlu Hamza ile zalim bir hükümdara iyiliği emredip, kötülükten nehyeden ve bu sebeple öldürülen kişidir”3 buyurmuştu.

Direndi. 6 yıl boyunca tek kişilik hücrede kalıp her şeyden özellikle de hayatını adadığı yüce kitabına dokunamadığında “Hücreme Kur’ân-ı Kerîm’in girmesini yasakladılar ama onu 30 yıl önce ezberlediğimi unuttular ve ona dokunabilmeyi çok isterim.” özlemine rağmen direndi. Dava arkadaşı Muhammed Mehdi Akif tedavi edilmediği için şehit düştüğünde direndi, dava arkadaşları gencecik fidanlar idam edildiğinde direndi, idam kararları birbiri sıra verildiğinde direndi, direndi ve Şehit Şeyh Ahmet Yasin’in “Bizler direndik, ileri atıldık ve kaçmadık.” sözlerine sadakat gösterip özlediği sona özlediği şehadete kavuşuncaya kadar direndi.

“Kur’ân bizim anayasamızdır, Resûl bizim liderimizdir. Cihat bizim yolumuzdur. Allah yolunda şehit olmak en büyük arzumuzdur. Yaptığımız her amelin gayesi Allah içindir. Gövdemi hapsetseniz de kalbimle taşlayacağım sizi, bundan sonra eve dönüşüm olmasa da gidecek bir cennetim var. Beni belki zaferlerle gömecekler lakin sizi ahımın ordusu devirecek! Allah yaşadıklarımı mazlum halkıma da zalimlere de unutturmasın.” Sözleriyle, dik duruşuyla, Hakk’ı haykırarak direndi. Ve Allah’a verdiği sözde sadakatını gösterdi.

“Müminlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” (Ahzab, 23)

Onlar sözlerine sadık kaldılar, ahitlerini yerine getirdiler Rabbim şehadetlerini kabul buyursun. Bizleri de sırasını bekleyenler safına dâhil edip özlediğimiz şehadete kavuştursun…

Kaynakça:

  1. Ebû Dâvûd. 2. Ebû Dâvûd. 3. Hâkim, Albânî Sahîhü’l-Câmi’ü’s-Sağîr, 3675.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?