Mursi, Mısır’daki dikta rejimine karşı 25 Ocak 2011’de gerçekleştirilen halk devriminden sonra Haziran 2012’de gerçekleştirilen serbest seçimlerin ikinci turunda oyların %52’sini alarak cumhurbaşkanı seçildi. 1 Temmuz 2013’te gerçekleştirilen gayrimeşru darbeyle de görevinden alındı ve hapse atıldı. Cunta yönetiminin çeşitli şekillerde baskılar uygulamasına, işkence etmesine ve iftirada bulunmasına rağmen o zulüm güçleri karşısında eğilmedi ve kararlılıkla mücadelesini sürdürdü. Kendisinin meşru cumhurbaşkanı olduğunu, darbecilerin ise gayrimeşru olduklarını vurgulayarak onlarla hiçbir şekilde pazarlığı kabul etmedi.
Filistin’in 1948’de işgal edilmiş bölgesindeki İslami Hareket’in lideri Şeyh Raid Salah darbeden kısa bir süre sonra, 23 Ekim 2013 tarihinde El-Cezire kanalında yayınlanan ve Ahmed Mansur’un sunduğu “Bila Hudud (Sınırsız)” programında Mısır’da halkın desteğiyle göreve gelen cumhurbaşkanı Dr. Muhammed Mursi’nin öncelikli meseleleri arasında Kudüs ve Mescidi Aksa’nın yer aldığına dikkat çekerek ona yapılan darbenin gerçekte Kudüs’e ve Mescidi Aksa’ya darbe olduğunu söylemişti. Darbenin farklı amaçlar için gerçekleştirildiğini ama bunlar arasında Kudüs’teki yahudileştirme faaliyetlerinin yeniden başlatılması ve Mescidi Aksa’yı tehdit eden sinsi planların önünün açılması gayesinin önemli bir yer tuttuğunu ifade etmişti.
Raid Salah, Siyonist işgalcilerin darbecileri açıktan desteklediklerini, hatta yardımcı olduklarını hatırlatarak bunu boşuna yapmadıklarını, karşılığını da söz konusu yahudileştirme faaliyetlerini hızlandırma, Mescidi Aksa’yı hedefe yerleştiren planı da bu kutsal mabedin kapısına kadar dayama çalışmalarıyla aldıklarını belirtmişti.
Mescidi Aksa muhafızı Raid Salah, Mısır Cumhurbaşkanı Mursi’nin sürekli kendisiyle irtibat halinde olduğunu, Kudüs’le ve Mescidi Aksa’yla ilgili gelişmeler hakkında bilgi aldığını, siyonistlerin buraları tehdit eden planlarına karşı halkı bilinçlendirmeleri için cami imamlarını teşvik ettiğini dile getirmişti.
Raid Salah programda ayrıca Muhammed Mursi zamanında, Kudüs ve Mescidi Aksa’yla ilgili birtakım faaliyetler ve projeler için birçok kez Mısır’a davet edilmesine rağmen ordu içindeki derin güçlerin her keresinde kendisine engel olduklarını hatırlatmıştı.
Mısır’daki askerî cuntanın darbe yoluyla siyasi iktidarı gasp etmesinden sonra başvurduğu ilk uygulamalar askerî darbenin siyonist işgal devleti hesabına yapıldığı intibaı vermiştir. Özellikle Gazze’ye uygulanan ambargo ve ablukanın yeniden çok katı bir şekilde etkili hale getirilmesi için başvurulan uygulamalar bunu açıkça gözler önüne serdi. Zaten 30 Haziran 2013 öncesinde yürütülen hazırlıklara paralel olarak siyonist işgal medyasının yaptığı yayınlar ve Mursi’nin iktidarına mutlaka son verilmesi gerektiği yönündeki yorumlar, yürütülen fitne savaşında işgalci siyonistlerin rolünü ortaya koyuyordu.
Cunta ilk iş olarak Refah sınır kapısını kapatarak geçişleri yeniden Hüsni Mübarek dönemindeki gibi eziyetli ve sıkıntılı hale getirdi. Bununla yetinmeyerek Hüsni Mübarek dönemindeki uygulamanın çok daha ilerisine gitmek amacıyla Gazze bölgesinin hayat damarları niteliği taşıyan tünellerin girişlerini teker teker kapatmaya başladı. Ayrıca Filistin’deki İslami direnişi psikolojik yönden yıpratmak amacıyla ona karşı iftira kampanyası başlattı. Bu iftira kampanyasında tabii şakşakçı medya organlarından da sonuna kadar yararlandı.
Bölgedeki petrol ülkelerinin Mursi döneminde uyguladıkları örtülü ambargo sebebiyle Mısır’da ortaya çıkan benzin sıkıntısı, darbe sonrasında Suud diktasının arka arkaya gemiler dolusu petrol göndermesi üzerine son bulduğu ve benzin kuyrukları ortadan kalktığı halde Gazze’de termik santrallerin çalıştırılmasında ihtiyaç duyulan mazotların kesilmesi sebebiyle yeniden elektrik kesintileri baş gösterdi.
Askerî cunta bu kadarla yetinmeyerek, tüm insanlık açısından utanç verici ambargo uygulamasının kaskatı bir kapı bekçiliğini yapmaya hazır olduğunu göstermek amacıyla tıbbî malzemelerin ve ilaçların bile sokulmasını, doktorların ve sağlık görevlilerinin girmesini dahi engellemeye başladı.
Bütün bu uygulamalara bakıldığında Mısır’daki askerî darbenin birinci derecede Gazze’ye yönelik bir darbe olduğunu vurgulamak gerekir.
Mısır, Hüsni Mübarek döneminde siyonist işgalin batıdaki tampon gücüydü. Onun devrilmesi işgalciyi hayli endişelendirmişti. Siyonist gazetecilerin yorumlarında bu endişeler dile getirildi. Ancak ne yazık ki Arap dünyasında ayakta kalmaya devam eden dikta rejimlerinin yardım ve finansmanıyla gerçekleştirilen askerî darbe sayesinde diktanın geri dönmesiyle birlikte Mısır’ın tampon güç rolü de geri döndü.
Darbenin arkasında duran medya adeta bir siyonist medyaya dönüşerek Filistin direnişi aleyhine kampanya başlattı. Bu kampanyasında direnişi karalamak için iftira ve yalanın en arsızcasını kullanmaktan çekinmedi. Öyle ki darbe gerçekleştirilmeden aylar önce işgalciler tarafından şehit edilmiş direniş komutanlarını bile darbe sonrasında Mısır’da düzenlenen veya planlanan suikastlarla yahut suikast girişimleriyle irtibatlandırdı. Bütün bu iftiralardan ve yalanlardan istifade eden Mısır yargısı da İslâmî Direniş Hareketi (Hamas) hakkında “terör örgütü” olduğu hükmü çıkardı ve Mısır içindeki bütün faaliyetlerinin yasaklanmasını kararlaştırdı.
Bilindiği üzere askeri cuntanın Mursi’ye yönelttiği suçlamaların başında Hamas’la işbirliği yaptığı iddiası yer alıyordu. Hatta cunta yargısı onu Hamas’ın ajanlığını yapmakla itham ediyordu. Bu iddianın tamamen saçma olduğu ortadadır. Çünkü Hamas’ın Mısır’la herhangi bir savaşı yoktu ki orada kendisine ajan edinme ihtiyacı duysun. Ama Filistin direnişinin İslam dünyasının desteğine ihtiyacı vardı ve Mursi de siyonist işgale karşı verilen mücadelenin ümmetin onuru olduğuna inandığı için Filistin davasına ve davanın öncülüğünü yapan tüm direniş hareketlerine destek veriyordu.
Gazze’nin elektrik ihtiyacını karşılayan termik santrallerde kullanılan yakıtı cunta, Mursi petrolü Hamas’a bağışladığı için Mısır’da petrol sıkıntısı yaşandığı iddiasında bulunarak iktidarı ele geçirdiği günden itibaren kesti. Oysa Mısır’daki petrol krizinin sebebi Arap dünyasındaki dikta rejimlerinin Mursi’ye ambargo uygulamasıydı ve iki milyon nüfuslu Gazze’ye verilen yakıttan dolayı yetmiş milyon nüfuslu Mısır’ın kriz yaşadığı iddiası da saçmaydı. Ama cunta, Mursi’ye karşı tahrik etmeye çalıştığı kesimi bu saçmalığa inandırabiliyordu.
Mursi’nin Refah sınır kapısını açması onun döneminde Gazze ahalisinin nefes almasına vesile olmuştu. Ama askeri cunta iş başına gelmesinden hemen sonra yeniden bu kapıyı kapatarak ambargoyu en katı şekliyle uygulamaya başladı.
Mursi’nin Refah Sınır Kapısı’nı açmak suretiyle verdiği destek, işgalci siyonistlerin 14 Kasım 2012 tarihinde Gazze’ye yönelik olarak başlattıkları saldırının kısa sürede etkisini kaybetmesine ve direnişin kararlı duruşu karşısında işgalcinin 8 gün sonra Filistinlilerin şartlarını kabul ederek ateşkese razı olmak zorunda kalmasına neden oldu. İşgalci bu saldırıdaki yenilgisinin intikamını almak amacıyla Mısır’da cuntanın iş başına geçmesinden sonra Temmuz 2014’te Gazze’ye yeniden saldırdı. Bu saldırısında birinci olarak Sisi cuntasına ikinci olarak da ABD’nin hediye ettiği demir kubbeye yani füze engelleme sistemine güveniyordu. O yüzden savaşı 51 gün sürdürdü. Ama kara operasyonu başlatmasından sonra askerlerinin Filistin direnişinin tuzağına düşmesi ve arka arkaya kayıplar vermesi üzerine direnişin şartlarını kabul ederek yine ateşkese razı olmak zorunda kaldı. İşgalci siyonistin 2014 saldırısını 51 gün sürdürebilmesinin arkasında Sisi cuntasının Gazze’nin dünyayla irtibatını keserek işgalci saldırgan karşısında çaresiz bırakma girişiminin önemli payı vardı. 2014’teki saldırı uzun sürdüğü için Gazze halkı açısından daha büyük kayıplara neden olmuş ama Filistin direnişi taviz vermeyerek kararlılıkla mücadele etmiş ve işgalci siyonisti dize getirmeyi başarabilmişti. İşgalci siyonistin 2021 saldırısında ise daha kısa süre içinde saldırıyı sonlandırarak ateşkese razı olmak zorunda kaldığını gördük. Bunun sebebi ise bu kez direnişin mücadele gücünü ve imkanlarını artırarak siyonist işgalciye kısa süre içinde çok daha ağır darbeler vurması olmuştur. İşgal rejiminin 10 Mayıs 2021 tarihinde başlattığı ve 11 gün süren Gazze saldırısı hakkında Vuslat dergisinin Haziran sayısı için ayrıntılı bir dosya yazdığımızı bu vesileyle belirtelim.
Mısır, Filistin halkı ve davası açısından son derece önemli ve stratejik konumda olan bir ülkedir. Gazze’nin işgal rejiminin kontrolünde olan kapıları dışında dünyaya açılan tek kapısı Mısır’a açılan Refah Sınır Kapısı’dır. Ama ne yazık ki siyonist işgal devletinin kuruluşundan, hatta İngilizlerin Filistin’i işgal etmelerinden bu yana Mısır’a sürekli ihanetçi ve işbirlikçi yöneticiler hükmetmişlerdir. Bunun bir tek istisnası Muhammed Mursi’dir. Onun döneminde Gazze nefes almış, Filistin davası önemli bir destekçiye kavuşmuştur.
Mursi’nin yönetimi döneminde işgalci ciddi şekilde telaşa kapılmış ve bazı siyonist yorumcular, Mısır’daki devrimin Suriye’de de gerçekleşmesi durumunda İsrail’in bir ateş çemberinin içinde kalabileceğini dile getirme ihtiyacı duymuşlardır. Bundan dolayı Arap dünyasındaki işbirlikçi rejimleri harekete geçirerek, selin kendi üzerlerine doğru geldiğine onları inandırarak Mısır’daki halk devriminin kazanımlarını geri almak amacıyla harekete geçmelerini istemişlerdir. Bu itibarla Mursi’ye darbe yapılmasının en önemli sebeplerinden biri de onun Filistin direnişine, Mescidi Aksa ve Kudüs davasına verdiği destektir. Mısır’ın Filistin davası konusunda Mursi döneminde izlediği politikayla Sisi cuntası döneminde izlediği politika arasındaki büyük farklılık da bunu çok açık bir şekilde gözler önüne sermiştir. Zaten Mursi’nin cunta tarafından yargılanması esnasında Filistin davasına ve direnişine verdiği destekten dolayı “suçlanması” da buna delalet eder. O yüzden Mursi’ye darbe, Raid Salah’ın da ifade ettiği üzere gerçekte Kudüs, Mescidi Aksa ve Filistin davasına darbe olmuştur.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?