Vahiy penceresinde Kur’ânî söyleminle
Sünnetin gölgesinde İslâmî yaşamınla
İnsanlara yön veren fikrî anlayışınla
Neredesin Müslüman? Ararım, neredesin?
Âdâbı muâşeret; bireyin, aile ve topluluk içinde uyması gereken kurallardır. Sözlükte “İyi terbiye, nazik ve kibar olmak, usluluk, zariflik” manalarına gelir. Âdâb, edebin çoğuludur. Muâşeret ise birlikte yaşayan kişilerin iyi geçinmesi demektir.
Uyulması gereken ve uyulduğunda diğer insanları rahatsız etmeyen aynı zamanda da onları hoşnut eden hal, hareket, davranış, konuşma ve mimiklerin tümü âdâbı muâşeret konusu içine girer. Âdâbı muâşeret kurallarına uymak, muhabbeti artırır. Sevgi kapılarını açar. Kalpleri birbirine ısındır. Beraber yaşayan insanların iyi ilişkiler içinde olmalarını, birbirlerine nazik ve kibar davranmalarını sağlar.
Âdâbı muâşeret bilgisi, sosyal davranışları, etkili ve güzel konuşmaları, ziyaretler, karşılama, ağırlama ve uygulamaları, kadın ve erkeklerde kıyafet şekillerini bizlere öğretir. Biz bunları öğrenip yapmakla, beraber yaşadığımız insanları mutlu etmiş, sevindirmiş oluruz. Dünyadaki başarı kapıları bizlere sonuna kadar açılabilir.! Makam, mevki, şan şöhret, rütbe, para kazanma yolları ve imkânlar insanlar tarafından bizlere sunulmaya başlanır. Bundan dolayı seviliriz. Saygı görürüz. Değer kazanırız.
Müslüman’ın Allah ve Resulüyle İlişkilerinde Âdâb
Müslümanın yeryüzündeki varlık sebebi Allah’a kulluktur. Bu kulluğun amacı bütün varlığıyla Allah’ı razı etmektir. Allah adına sadece insana değil, bütün varlık âlemine davranış biçimini, yaklaşımını, iletişimini ve sevgisini sunmasıdır.
Müslüman bilir ve inanır ki, Allah Subhan’dır. Eksik sıfatlardan uzaktır.
El-Melik’tir. Her şeyin sahibidir. Yer yüzü ve gökyüzü içindekilerle beraber O’nundur.
El-Alîm’dir. Her şeyi yerli yerinde bilendir.
Es-Semî’dir. Her şeyi duyan işitendir.
El-Basîr’dir. Her şeyi gören gözetendir.
El-Adl’dir. Adaletle hükmeder. Kimseye zulmetmez.
Er-Rezzâk’tır. Tüm yarattıklarının rızkını unutmayıp verendir.
El-Vedûd’dur. Müminleri çok seven, kulları tarafından çok sevilendir.
El-Muhyî ve el-Mumît’tir. Diriltir, yaşatır, öldürür, hesap sorandır.
Allah Rahman ve Rahim’dir. Dünyada herkesi, ahirette sadece müminleri rahmetine alandır.
O Esmâü’l-Hüsnâ’sı ile vardır. En güzel isimler onundur. Ve bizler bunları öğrenmeli ve gereğini yapmalıyız. Ve bu en güzel âdâbı muâşeret olur.
Allah insanın yaptığı bütün işleri, girdiği bütün kareleri, giydiği bütün elbiseleri, görüntülediği bütün hal ve hareketleri görür. Allah insanın konuştuğu, kurduğu, söylediği bütün kelimeleri ve cümleleri işitir. Allah insanın düşüncelerini, niyetlerini, sevgilerini, hedeflerini, nerede, neyi, niçin, nasıl, neden, kimin için kiminle yapacağını, yapmak istediğini bilir.
Allah dünya ve içindekilerin, bütün varlık âleminin Rabbidir. Gücü her şeye yeter. Dilediğini yapar. O’nun yapmak istediği şeyin önüne hiç kimse geçemez. Hiçbir güç engel olamaz. Allâhu Ekber derken biz bunu, bu gerçekleri haykırırız. Ve şu ilahi fermanı kendimize hayatın her karesinde emir kabul ederiz: “De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (En’âm, 162)
Müslüman bu bilinçle ve şuurla yaşar. Rızasına talip olduğu, hoşnutluğunu almaya çalışacağı, kendini beğendireceği, tek ve biricik mercii Allah’tır. Edebini ona göre takınır. İnancı bunu emreder.
Müslüman; âdâbı muâşerette, ihsan, ihlas ve takva ile hareket eder. Kalp vuruşları Allah der. Gözler Allah için bakar. Kulak Allah adına dinler. Bütün eylem ve söylemleri, giyim ve kuşamı, davet ve çalışması, alıp verdikleri, nefreti ve sevgisi Allah içindir. Allah için olmayan şeyde hayır olmadığına inanır. Müslüman; bireysel ilişkilerine, ailevi sorumluluklarına, toplumsal aidiyetlerine ve her şeye karşı tutumlarını Allah’ın rızasına göre yapar. Allah ne güzel dosttur.
Müslüman; yüce bir ahlaka, üstün bir bilgiye ve beceriye, helal bir muamelata ve ticarete, hayatı ibadet aşkıyla yaşamaya gayretli bir bireydir. Alıp verdiklerinde güvenilirdir. O’nun göründüğü yerde, bulunduğu ortamda Allah akla gelir. Gündemi İslâm’dır. O’nun bulunduğu mekân aydınlıktır. Orada huzur meltemleri eser. Herkes, her şey rahat bir nefes alır.
Müslüman, ailesinde iyi bir eş, iyi bir baba, iyi bir evlat, iyi bir kardeştir. Sıla-i rahimin iyi bir ferdidir. Âdâbı muâşerete konu olan bütün incelikleri, herkesten önce aile bireylerinin buna layık olduğunu bilir. Sevmede, saygı göstermede, fedakârlıkta, infakta, ikramda, nezakette, şefkatte merhamette, hak ve hukukta aile bireylerini önceler, anne babasına, eşine, kardeşlerine, ağabey, abla ve kendinden küçüklere âdâbı muâşeretiyle rahmet olur. Huzur ve mutluluk rüzgarları estirir. O, aile içinde olduğunda herkes mutludur. Huzurludur. Güvendedir.
Müslüman çalıştığı iş yerinde bulunduğu, ikamet ettiği bina, site, sokak ve mahallede güvenin, ahlakın, zarafetin, bilginin, başarının, iffetin, adaletin, yardımlaşma ve dayanışmanın, her konuda temizliğin adresidir.
Allah için edep ve âdâbımız, O’na hakkıyla kulluk yapmaktır. Emir ve yasaklarını eksiksiz yerine getirmektir. Dağların ve taşların yüklenmekten kaçındığı ve bize gönderdiği, mutluluk, huzur, barış, adalet, sağlık, sevgi, saygı ve başarı kaynağı olan Kur’ân-ı Kerîm’i hayatımıza tatbik etmektir. Böyle yapınca Allah’ın hoşnutluğunu, rızasını kazanmış oluruz. Allah bir kulu sevdi mi onu insana hatta kâinata sevdirir.
Allah bir kulu sevdiği zaman Cebrail’e: “Allah filanı seviyor, onu sen de sev.” diye emreder. Cebrail de o kulu sever, sonra gök halkına, “Allah filanı gerçekten seviyor, onu siz de seviniz.” der. Göktekiler de o kimseyi severler. Sonra da yeryüzündekilerin gönlünde o kimseye karşı bir sevgi uyanır.1
İnsanların bulunduğu, gördüğü, duyduğu bir yerde âdâbı muâşeret gereklidir. Çünkü iyi, akıllı müminlerin vasfıdır. O halde Esmâü’l-Hüsnâ’sıyla kendini bize tanıtan Allah’a, yaratıklarına ve kullarına âdâbı muâşeret, Allah adına daha çok gerekli ve elzemdir. Bunu da ancak akıllı, ihsan ve ihlas sahibi insanlar başarır.
Peygamber efendimiz Hz. Muhammed’e (sav) karşı edep ve âdâbımız O’nun sünnetini icra etmektir. O’nun sünnetinde Allah’ı hoşnut etme ve insanları sevindirme vardır. O’nun sünnetinde hak ve hukuk, kanun ve adalet, sevgi ve saygı, şefkat ve merhamet, kardeşlik ve dostluk, emin ve güvenirlik, ilim ve kuvvet, azim ve çalışma, dava ve davet, ahlak ve muamelat ve her konuda temizlik vardır. Bunlarda dünya ve ahireti kazandıran adaptandır. Yani bizim içindir. Bizi Allah’a, insanlara ve mahlûkata sevdirir.
Kur’ân-ı Kerîm’e karşı edep ve âdâbımız, O’nu huşu ile okumak, anlamaya çalışmak, içindeki emirlerini uygulamak, yasakladıklarından kaçmak, peygamber ve sahabesinin ona yaklaştığı gibi yaklaşmaktır.
Kur’ân-ı Kerîm’le doğru muâşeretimiz bizi iki dünyada da sağlığa, huzura, mutluluğa, başarıya götürür. Ahirette cenneti kazandırırken, dünyada da cenneti yaşattırır.
Ey Müslüman Kendine Gel
“Onlara de ki: “İstediğiniz gibi davranınız, yaptığınız işleri hem Allah hem Peygamber hem de müminler göreceklerdir. Sonra görünür görünmez her şeyi bilen Allah’ın huzuruna çıkarılacaksınız da O size neler yaptığınızı haber verecektir.” (Tevbe, 105)
İslâm; iman ve imanı doğrulayan hareketler sistemidir. Dolayısıyla işlerimizin doğruluk ölçüsü, Allah, peygamber ve müminler tarafından görülecek şekilde ortaya koydukları davranışlardır. Ahirette ise görünür görünmez her şeyi bilen, uzuvların yaptıklarından ve göğüslerin gizlediklerinden haberdar olan yüce Allah’ın huzurunda toplanacaklardır. Ve bunlarda Allah’ın rızası ve cezası söz konusu olacaktır. İşte bundan dolayı Allah’a, Peygamberine, müminlere, insanlara ve hatta bütün yaratılanlara karşı yaklaşımımız, tutumumuz, giyim kuşanmamız, söz ve davranışlarımız dikkatle ve emredildiği gibi yapılmalıdır. Çünkü, İslâm pratik hayatın sistemidir. Bütün güzellikleri içinde barındırır.
“O halde gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkun. Dinleyin, itaat edin…” (Teğâbûn, 16)
“Gücünüzün yettiği kadar” ifadesi Allah’ın bize bir lütfudur. Nitekim Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Size bir şey emrettiğim zaman onu elinizden geldiği kadar yerine getirin. Bir şeyi yasakladığım zaman da ondan uzak durun.”2 çünkü emre uymada bir sınır yoktur. Bu yüzden “elinizden geldiği kadar” denilmiştir. Yasağı bölmenin imkânı olmadığından eksiksiz uygulanması istenir.
Kısaca âdâbı muâşeret istediğimiz gibi değil, istenildiği gibi bir yaşam ortaya koymaktır. Bu herkesi var eden, âlemlerin Rabbi olan Allah için Allah adına olmalıdır. Yoksa her kişiye, her aileye, her topluma ve her millete göre ayrı bir âdâbı muâşeret uygulamamız lazım gelir ki bu İslâmî kişiliğimizi yok eder.

1) Buhârî, Bedü’l-halk 6, Edeb, 41, Tevhîd 33; Müslim, Birr, 157. 2) Buhârî ve Müslim

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?