Bismillah…
Hamd ve senâ âlemlerin rabbi olan Allah’a (cc) aittir. Allah’ın salât ve selamı kulu ve elçisi Muhammed’in (sas), alinin, sahabesinin ve onun izinden gidenlerin üzerine olsun. Âmin…
Bu makalede fehmin 2. maddesinin ikinci bölümünü (Müslümanın Sünnet-i Seniyye Yaklaşımı) işleyeceğim.
Fehm/Anlayış:
2. Madde: “Kur’an ve sünnet İslâm’ın hükümlerini öğrenmek için her Müslümanın başvuru kaynağıdır. Kur’an-ı Kerim tekellüf ve ta’assuf olmaksızın Arap dilinin kurallarına uygun olarak anlaşılır. Pak sünneti anlamak için güvenilir hadis âlimlerine başvurmak gerekir.”
Resulullah’ın (s.a.s) ve Sünnet-i Seniyye’nin Önemi
Sünnet-i Seniyye Kur’an’dan sonra İslam’ın ikinci yasama kaynağıdır. Bizzat Kur’an-ı Kerim Resulullah’a (s.a.s) itaat etmeyi, ona tabi olmayı, onun hükmüne gönül rızasıyla teslim olmayı, onu örnek edinmeyi emretmektedir. Sünnet’in bir kısmı Kur’an’ı Kerim’in açıklayıcısı iken bir kısmı da bağımsız yasama kaynağıdır. Yüce Allah, Kur’an’da geçmeksizin Peygamber’i diliyle bazı işleri haram, bazılarını da farz kılmıştır. Allah-u Teâla’nın Kur’an-ı Kerim’de karara bağladığı ile Peygamber’i diliyle (Sünnet) karara bağladığı arasında ayırım yapmak Kur’an’da cevaz/referans aranan bir konu olamaz. “… İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik.” (Nahl, 44) Açıklananı (Kur’an) kabul edip açıklayıcıyı (Sünnet) kabul etmemek makul müdür?
Dinin yasama ve uygulama alanlarında Kur’an’ın tek başına yeterli olduğunu ve Sünnet’e gereksinim olmadığını iddia edenler bizzat Kur’an nazarıyla isabetli olmadıkları gibi, vahyin süreci ile de çelişki içerisindedirler.
Evet, böyle düşünenler isabetli değiller, çünkü ibadetlerin, ahkâmın ve ahlakın birçok detayı sadece sünnette mevcuttur. Söz gelişi tüm Müslümanlar namazın her bir rekâtında rükûnun bir, secdenin iki defa oluşu hususunda ittifak etmişlerdir. Bunun senedi/delili/dayanağı sadece Sünnet’tir. Fıtır sadakası, vitir namazı, ehlî eşek etinin haram olması, Ramazan orucunu kasten ve mazeretsiz bozan kimsenin yerine getireceği keffâret, cuma namazı vb. yüzlerce hüküm bu kategoriye girmektedir.
Nisa Suresi’nin 23. ayetinde nikâhlanılması haram olanların kimler olduğu sayılmaktadır: “Size şunlarla evlenmek haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, …, İki kız kardeşi (nikâh altında) bir araya getirmeniz. …” Dikkat edilirse bu ayette detaylı bir şekilde nikâhlanmanın haram olduğu kimseler zikredilmiştir. Fakat ne bu ayette ve ne de diğer ayetlerde ‘bir nikâh altında kişi ile halasını ve teyzesini bir araya getirmenin’ haram oluşundan söz edilmektedir. Bunun haram oluşu Sünnet’le sabittir ve bu hususta ihtilaf yoktur.
Böyle düşünenler vahiy süreci ile çelişki içerisindedirler. Çünkü Yüce Allah, kitabını biz insanlara direkt olarak değil, Peygamberi aracılığıyla; bir defa değil 23 sene içerisinde, parça parça indirmiştir ve elçisinin örnekliğini bize zorunlu kılmıştır. Başka bir ifade ile Yüce Allah bize sadece Kur’an-ı Kerim’i göndermemiştir, onunla beraber elçi de göndermiştir. Peygamberin açıklaması, uygulaması ve örnekliği varken, ‘ben bu ayetten şunu anlıyorum, bu ayet şöyle uygulanmalı…’ denilemez ve Sünnet dışlanamaz.
Hayrettin Karaman Hoca, bir öğrencinin Sünnet/Hadis kapsamındaki soruları üzerine hayrettinkaraman.net sitesinde şu kanaati ifade eder: “Doğumdan ölüme, ibâdetten hayat nizamına kadar çok geniş bir sâhayı içine alan ve düzenleyen Fıkıh’ın iki ana kaynağından ikincisi sünnettir. Dinimizi anlamak ve yaşamak için ihtiyacımız olan miktardaki hadisler korunmuştur.”
Kur’an-ı Kerim, Sünnet-i Seniyye, Sahabe uygulaması ve Yüce Allah’ın bu dini bize ulaştırma yöntemi ve süreci Sünnet’in müstakil yasama kaynağı olduğunu ispatlıyor.
Davet Mektebi dergimizin 3. sayısında (Nisan 2015) “Sünnet’in Anayasal Niteliği” adlı bir makale yazmıştım. O makalede Sünnetin anayasal niteliğini ayet, hadis, sahabe uygulaması ve tarihi süreç bağlamında incelemiştim. Bu konuyu daha detaylı olarak okumak isteyen okuyucular o makaleye başvurabilirler. Keza, Sünnet-i Seniyye hakkında daha detaylı bir şekilde bilgi sahibi olmak isteyenlere Nida Yayıncılık tarafından yayınlanan Üstat Yusuf el-Karadavi’nin ‘Sünneti Anlamada Yöntem’ adlı kitabını okumalarını tavsiye ediyorum. Ben bu makalede sahip olduğumuz nimetin farkındalığını artırmak bağlamında birkaç hususu yazmaya çalışacağım.
“Resulullah’ın (s.a.s) tebliğ, beyan, irşat ve eğitim amaçlı tüm söz ve eylemleri biz Müslümanlar için yasa hükmündedir ve bizim için bağlayıcıdır. Fakat, ticaret, ziraat, ordu yönetimi vb. dünya işleri ile ilgili ve şahsı deneyimine dayalı söz ve eylemleri yasal nitelik taşımazlar. ‘Dünya işlerinizi benden daha iyi bilirsiniz.’ (Müslim) Aynı zamanda kendisine özel olduğuna dair kanıt bulunan durumlar da yasal nitelik taşımazlar. Dörtten fazla eşle evlilik vb. bazı durumlar gibi.” (Kaynak: Cuma Emin Abdulaziz’in ‘Fehm’ul İslam Fi Zilal’il Usul’il İşrin Lil İmam eş-Şehid Hasan’ul Benna; Şehid İmam Hasan el-Benna’nın Yirmi Esası Çerçevesinde İslam’ın Anlaşılması’, sayfa 71) Bundan dolayı bazı usul alimleri tıp ve ziraatla ilgili Rasulullah’ın bazı söylediklerinin vahiyle ilgisi olmadığı, ancak o günkü tecrübî bilgilerle ilgili olduğu kanaatindedirler. Fakat gelenek, adet ve dünya işleri ile ilgili bazı söz ve uygulamalarında vahya dair güçlü bir vurgu varsa bunlar da yasa hükmündedir.. Örneğin, sağ elle yemek yemenin gerekliliği gibi. Bu örnek yemek kültürüne dair bir uygulama olmasına rağmen konu ile ilgili güçlü vurgu bunun vahya ait olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla birileri, bu yemekle ilgilidir ve bizi bağlamaz, diyemez.
Mustafa İslamoğlu, Caner Taslaman ve benzerlerinin sürekli olarak dile getirdikleri “Peygamber Kur’an’dan bağımsız olarak yasa koyamaz, haram-helal belirleyemez ve farz koyamaz” iddiası bizzat Kur’an’a aykırıdır. Çünkü Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyuruyor: “Ey inananlar, Allah’a itaat edin ve Resul’e de itaat edin.” (Nisa, 59) Allah’a itaat Kur’an’la somutlaşıyorsa resule itaati ne ile açıklayabiliriz? “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının.” (Haşr, 7) Taslaman ve benzerlerinin Resulullah’a (s.a.s) verdikleri önem(!) sıradan bir öncü veya düşünüre verilen önemden fazla değildir. Çünkü kendileri sürekli olarak hadisi kabul edebilmeleri için Kur’an’a ve akıllarına aykırı olmamasını ve yeni bir hüküm/kural getirmemesini şart koşuyorlar ve maalesef hadisi anlamak için hiçbir çaba sarf etmiyorlar. Bu yaklaşım peygamberliğine inanmadığımız Hugo, Dostyoveski vb. düşünürlerin söylemleri için de geçerlidir. O zaman Kur’an’la beraber gönderilen ve parça parça inen Kur’an’ı beyan etmekle görevlendirilen peygamber inancını nereye koyacağız? Cuma namazının farz oluşunu kabul edip buna dair Kur’an’dan delil getirme uğraşı içerisinde bulunurken gülünç duruma düşenlerin “Namazı, benden gördüğünüz gibi kılın” hadisini kabullenmemeleri onlara ne kadar zor geliyor! Bunların içine düştükleri akıl tutulması onların sünnete karşı takındıkları yaklaşımın cezası mıdır?
Resulullah (s.a.s) son elçidir. “Muhammed, Allah’ın Rasûlü ve nebilerin sonuncusudur.”(Ahzab, 40) “Ben bir tuğlası eksik kalmış mükemmel bir binanın eksikliğini tamamlayan bir tuğla mesabesindeyim. Ben peygamberlerin sonuncusuyum.” (Müslim, Fezail, 22)
Resulullah (s.a.s) tüm insanlığın peygamberidir. “Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik, fakat insanların çoğu (bu gerçeği) bilmez.”(Sebe’, 28) “Biz seni bütün insanlara elçi olarak gönderdik, şahit olarak Allah yeter.”(Nisa, 79)
Resulullah (s.a.s) müjdeleyici ve uyarıcıdır. “Biz seni gerçek ile birlikte müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Fatır, 24) “İşte bu Kur’an bana, onunla sizi ve eriştiği herkesi uyarayım diye vahyolundu.” (En’am, 19)
Resulullah (s.a.s) güzel Örnektir. “Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta bir ümmet yaptık.” (Bakara, 143) “Allah sizi hem daha önce hem de buKur’ân’da Müslüman diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahit / örnek olsun siz de insanlara şahit /örnek olasınız.” (Hac, 78) “Andolsun, Allah’ın Rasûlünde sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21)
Resulullah (s.a.s) öğüt vericidir. “Sen öğüt ver. Sen ancak bir öğüt vericisin. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin.” (Ğâşiye, 21-22) “Sen öğüt ver, çünkü öğüt müminlere fayda verir.” (Zariyat, 55)
Hadis ile İlgili Bir Tartışma Programı
20 Temmuz 2017 tarihinde Ebubekir Sifil ile Caner Taslaman arasında geçen Sünnet/hadis konulu tartışma programı bana Cemil Meriç’in bir sözünü hatırlattı: ‘Heyhat! Batı’da cinnet bile terbiyeli.’ (Bu Ülke, sayfa 88) Daha İmam Ahmet, Ebu Davut ve Tirmizi’nin hadis kitaplarını niçin yazdıklarını ve kitaplarının mahiyetini, zayıf hadisin ne olduğunu bilmeyen, hadis ve hadis âlimleri konusunda görüş belirtebilmek için bilinmesi gereken Arapça ve usul ilimlerini bilmediği halde bunların hakkında terbiyesizce laf eden bir felsefecinin bu yaklaşımı mirasyedilik ve hoyratlıktan başka ne ile açıklanabilir! Hadis metodolojisinden habersiz, usul, âdap, ayet ve hadisten anlamayan bir felsefecinin bir arkeoloğun bir çömlek parçasına gösterdiği özen ve saygının onda birini bu dinin 2. kaynağı olan hadise göstermemesini ne ile açıklayabiliriz?
Alman düşünür, sosyolog ve modern antipozitivistik sosyoloji incelemesinin babası olduğu düşünülen Max Weber (1864-1920) Rus Bolşevik hareketini incelemek için Rusça’yı, Fransa’daki işçi hareketlerini öğrenmek için Fransızca’yı, Amerikan sendikalarını öğrenmek için İngilizce’yi öğrenmiş. İlmi namus bunu gerektirir, kalite ve derinlik de bundan sonra sağlanır. Resulullah’a (s.a.s) ittiba etmeyi benimsemeyen Taslaman ve benzerlerini Max Weber gibi olmaya davet ediyoruz.
Hadislerin derlenmesi, tasnifi, senet ve metin bakımından tenkidi için yapılan ilmi çabalar takdire şayandır. Bu sürecin sonucunda nice hadis, sıhhat şartlarını taşımadığı için kabul edilmemiştir ve bize sınırlı sayıda hadis ulaşmıştır. Çünkü hadis alimleri oluşturdukları sistemde cerhi (hadisi kusurlu görüp ret etmek) tadile (hadisi kabul etmek) takdim etmişlerdir. İmam Ahmet bu titizliği ifade etmek için şöyle demiştir: “Yağmur yağması için dualarına başvurduklarım içerisinde hadislerini kabul etmediklerim vardır.” Yani kişi salih bir zat olabilir. Fakat unutkanlığı söz konusu ise rivayet ettiği hadis kabul olunmaz. Hadis inkarcıların oluşturdukları bir algı durumu olan “her işitilen söz hadis olarak kabul edilmiştir” söyleminin doğruluk payı yoktur.
Netice itibarıyla bize düşen bu hazineye ve medeniyet birikimine sahip çıkmak, sarılmak ve ilmi /içtihadi konuları ilim ehline bırakmaktır.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?