Ümmet, ortak düşüncelere ve hayat tarzına sahip, nicelikten öte belirli niteliklere haiz olan insan topluluklarıdır. “İbrahim tek başına bir ümmetti.” (Nahl, 120)

Allah’ın peygamberlerinden biri olan Hz. İbrahim, tek bir kişi olmasına rağmen bir ümmeti temsil ediyordu. Tek başına da olsa bir ümmetin sahip olması gereken değer ve meziyetleri taşıyordu. Demek ki, sayısal çokluklar, geniş kalabalıklar, ilkesiz, ölçüsüz topluluklar, kişi ya da kişileri ümmet yapmamaktadır. “Her ümmet kendi peygamberine tabi olur.” (1)

Peygamberinin davetine, çağrısına uyan, ona tabi olan kişi ya da topluluklar, cemaatler ümmet vasfına haiz olurlar. Ümmet olmak ciddiyet ister. Peygamberine tabi olmayan bir ümmet sayısı çok da olsa bu ciddiyete uzak düşer: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz.” (Âl-i İmrân, 110). “Bu ümmet (İslâm ümmeti), diğer ümmetlere karşı üstün kılındı.” (2)

Hz. Muhammed’in (sav) ümmeti Allah katında hayırla, övgüyle yâd edilen bir ümmettir. Hz. Muhammed’in (sav) ümmetinin hayrı, üstünlüğü, kemiyette değil keyfiyettedir. Onun ümmeti hicrette azdı, davette azdı, savaşta azdı. Ancak imanda tamdı, mücadelede tamdı, ibadette tamdı, ahlakta tamdı. Bir peygambere nasıl tabi olunacağını, hayırlı bir ümmetin vasıflarının neler olacağını gösteren bir ümmetti onlar.

Onun öyle bir ümmeti vardı ki, onlar Peygamberlerine son derece sadıktılar. Bir ayet, bir nasihat onlarda işe yarardı; bir rica, bir istek dahi onlardan boş dönmezdi. En çok kıymet verdikleri Allah ve Resûlü, en önemli işleri davet, en çok istedikleri cennetti. Gayeleri Allah, liderleri Hz. Muhammed (sav), yaşantıları Kur’ân ve Sünnet idi.

Peygamberleri gibi yer içer, Peygamberleri gibi oturur kalkar, onun gibi davranmaya çalışır, ona benzemek için yarışırlardı. Onun ümmeti en çok ona benzerdi, hatta içlerinden kimileri bu işi abartmaya kadar götürmüşlerdi. Kimi yediğinden, kimi yaşantısından, kimi düzeninden vazgeçmek istemişti. Ama tüm bunlar ona benzemek için yapılırdı; niyetleri de hayırdı, amelleri de…

Resûlün (sav) ümmetinde keder yoktu, hamd vardı, yalnızlık yoktu kardeşlik vardı, yoksulluk yoktu kanaat vardı, şikâyet yoktu sabır vardı. Dünyayla gerektiği kadar ilgilenir, en çok ahiretteki yaşantılarına ehemmiyet verirlerdi. Namaz, zikir, ibadet en sevdikleri işlerdi. Mallar, evlatlar, ticaret onları bu işlerden alıkoymazdı. Ahirete esir, dünyaya hâkim olmuşlardı!

Onun ümmeti en çok ona benzerdi. Onlar mümin kardeşlerine şefkatli, kâfirlere çetin olurlardı. Birinin canı yansa, diğeri o acıyı hissederdi. Birinin ihtiyacı olsa her biri ona yardım etmek için sıraya girerdi. Dünya dönmeyi unutsa, onlar kardeşliği unutmazlardı!

Resûlün (sav) ümmeti, en çok onu severdi. Mecnun’un Leyla’ya aşkından daha öte, Ferhat’ın uğruna dağları deldiği Şirin’in sevdasından daha öte bir kalple onu severlerdi. “Böyle bir sevgi mi olur?” dedirtecek kadar onu çok severlerdi. Bir annenin evladının üzerine titrediği gibi onun canının önüne canlarını siper ederler, hiç çekinmeden onun uğruna mallarını harcarlardı.

Hz. Peygamber’in (sav) her sözünün hikmetli olduğunu bilirler; bir emrini, bir isteğini hatta bir ricasını dahi bir nimet olarak görürlerdi. Eğer izin verse hiçbiri kapısından, yanından ayrılmazlardı. Öyle bir bağlılıkları vardı.

Onun ümmeti onun davasını kendilerine dava edindiler. Bu uğurda başlarına gelen tüm acılara, imtihanlara sabrettiler. Hiçbir güç onları yollarından döndüremedi, hiçbir irade onları yok edemedi. Öyle bir fedakârlık yaptılar ki, tarih ve insanlık onların fedakârlıklarına hayran kaldı. Onlar ise yaptıkları fedakârlıkları dillendirmediler, sadece görenler gördüklerini bildirdiler. Daha sonra yaptığı fedakârlığı anlatanlar da “Eyvah yanlış yaptım, bu Allah içindi!” diyerek söylediklerine bin pişman oldular. Samimiyet ve ihlasın zirvesine ulaşan bir fedakârlıkla Peygamberlerine tabi oldular.

Hz. Muhammed’in (sav) ümmeti, yapılacak işlerde bahaneler, mazeretler üretmediler. Sayıları azdı, çokluğa takılmadılar. İmkânları azdı, ümitsizliğe kapılmadılar. Acıları çoktu, peygamberlerinin yolundan ayrılmadılar. Öyle ki, yaşadıkları fakirlik, açlık, ölüm onları hiç korkutamamıştı!

Yağmuru müjdeleyen bulutlar gibi karanlıklara müjde, insanlığa umut oldular. Yağmurun kuruyan topraklara bereketi taşıdığı gibi gittikleri yere merhamet ve adaleti taşıdılar. Tıpkı Peygamberleri gibi…

Daha ne diyelim ki… Hayırlı bir ümmetin tüm vasıflarını kuşandılar, her halleriyle kendilerinden sonra gelenlere dersler verdiler, örnek oldular. Ümmet olmak ciddiyet ister. Tüm bu ciddiyeti onlar bizatihi yaşadılar. Sayısal kalabalıkların, niteliksiz yığınların hayırlı bir ümmet olamayacağını bize gösterdiler.

Şimdi bir de Resûlün (sav) ümmeti olarak dönüp kendimize bir bakalım ve şu soruyu soralım: Dünya üzerinde büyük bir coğrafyada yaşayan, sayısı 1,8 milyar olan biz Müslümanlar, Hz. Muhammed’e (sav) ümmet olmayı becerebildik mi?

Kaynakça

1) Buhârî 2) Ahmed b. Hanbel.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?