Şehit ism-i fail manasında şahit, ismi meful manasında da meşhuddur.
O, Cenab-ı Hakkın huzurunda diri olduğu için şahittir, görür. Cenneti görür, Cemalullahı görür.
O, aynı zamanda meşhuddur. Melaike-i Kiram tarafından cennette görülür. Canını Allah yolunda verdiğine dair hakkında şehadet edilir. (İbn-i Abidin, Reddul Muhtar Ale-d-Dürril – Muhtar, 1/848 Dersaadet – 1324)
Şehadet yani şahitlik, büyük bir mertebedir. Canını Allah yolunda, sadece Allah rızası için feda edenlere Allah’ın özel bir lütfu ve armağanıdır.
Bu büyük mertebeye ulaşmak için en önemli şart iman etmiş ve canını ortaya koyma fedakârlığını yalnızca Allah için yapmış olmak gerekir. Ancak bu şartları taşıyarak vefat eden kimseye şehit diyebiliriz. Nitekim; Peygamber (as) safında savaşıp şehid olamayan Kuzman’ın hikayesi ibret doludur. Kuzman Medinelidir. Uhud savaşı sırasında yedi kişiyi öldürmüş, kendisi de ağır bir yara alarak ölmüştü. Buna rağmen Allah Rasulü (s.a.s):
“- Kuzman cehennemliktir!” buyurdu. Çünkü o son nefesinde kendisine :
Şehitliğin mübarek olsun Ey Kuzman! Diyen Katade bin Numana :
“-Ben kabilem için savaştım; şehitlik için değil! Demiş ve kılıcına abanarak intiharla canına kıymıştı.” (Vakıdi, 1/263 ; İbn Hişam, 3/168)
Buna karşılık, kabilesinin İslam’a girmesine önce itiraz eden sonra da pişman olan Usayram, tepeden tırnağa silahlanmış bir halde Peygamberimiz (s.a.s) geldi ve:
“Ya Rasulullah! Sizinle birlikte önce savaşa mı katılayım, yoksa Müslüman mı olayım?” dedi.
Rasulü Ekrem Efendimiz:
“-Önce Müslüman ol, sonra savaş!” buyurdu. Bunun üzerine Usayram Müslüman oldu sonra savaştı ve şehid oldu. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem- Usayram için :
“-Az çalıştı, fakat çok kazandı!” buyurdu. (Buhari , Cihad , 13; Müslim , İmare , 144)
Hadislerden de bariz bir şekilde anlıyoruz ki, şehadet; iman ettikten sonra Allah yolunda, İslam uğruna öldürülenlere sunulan en kıymetli mükafattır. Elbette böyle bir ödül Müslüman olmayana verilmez. Velev ki o kimse terör, anarşi tarafından veya savaşta öldürülmüş olsun. İman yoksa, yapılan fedakarlık ne olursa olsun mükafatı şehadet olamaz. Hatta Müslüman olarak ölmeyene hiçbir ücret de verilmez. O, cennetten de mahrum kalacaktır. Ancak Allah Tevbe Suresi 111. Ayeti kerimede şehitlerin özelliklerini şöyle ifade ediyor ve buyuruyor ki:
“Allah mü’minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında cenneti kendilerine vermek üzere satın aldı. Allah yolunda çarpışacaklar da, öldürecekler ve öldürülecekler. Tevrat’ta da, İncil’de de, Kur’an’da da kendisi üzerine hak olarak yazdığı bir vaad. Allah’tan daha fazla sözünde duracak kim? O halde, söz verdiğiniz şu anlaşmadan dolayı size müjdeler olsun. Ve işte o büyük kurtuluş budur.” Şehid Seyyid Kutub bu ayeti FİZİLAL-İ KUR’AN da şu ifadelerle tefsir ediyor:
“Böyle bir satış yapıp sözleşmesine bağlı kalan, böyle bir karşılığa razı olup belirlenen yolda yürüyen, mü’mindir. İşte mü’minler, Allah’ın kendilerinden canlarını ve mallarını satın almak istediği, onların da bu olaya olumlu yaklaştığı kimselerdir. Satış konusu olan şeye bir karşılık vermesi yüce Allah’ın bir lütfudur. Çünkü canlarını ve mallarını zaten O vermişti. Bunların asıl sahibi zaten O’dur. Fakat O insanı iyilikte bulunup dileme yetkisine sahip biri olarak yarattı. Hatta Allah’la bile olsa. İnsanı sözleşme ve anlaşmalara bağlı kıldı. İnsan, bu anlaşmalara bağlı kaldığı oranda değer kazandı.
Kuşkusuz bu, çok dehşetli bir satış sözleşmesidir. Ancak, bu her mü’minin güç yetirebileceği bir sözleşmedir. Mü’minin imanı bulunduğu sürece bunu yapmakla yükümlüdür.”
Peki kardeşlerim! O halde kendi hayatlarımıza dönüp bakalım. Belki çoğumuz gayemizin şehadet olduğunu söylüyoruz. Daha genel bir ifadeyle yeryüzünde ben Müslümanlardanım iddiasında bulunan milyonlarca inananların kaçta kaçı bu din için bir şeyler yaptı? Batının şu an ki güç seviyesine baktığımız zaman hangimiz galip gelmeyi dert ediyoruz kendimize? Hakimiyet Allah’ındır hakikatini yeryüzüne hâkim kılmak için ne yapıyoruz acaba soralım kendimize. Oysa yeryüzünde nefes almakta olan hemen hemen bütün Müslümanlar zalimin esareti altında ve kurtarılmayı bekliyorlar. Bu konuda yaptığınız veya yapmayı planladığınız bir projeniz var mı diye sormak istiyorum açıkçası… Biraz düşünmenizi istiyorum Müslümanlar sayıca daha fazla olduğu halde neden söz sahibi değil? Her ne kadar nefislerimiz bu hakikati kabullenmese de bu bir gerçek. Gerçi sosyal medya mücahitlerine(!) bakınca insan kanıyor ister istemez zafer bizdedir diye. Oysa hakikat böyle mi? Kafalarımızı sosyal medyadan çıkarınca ne kadar sancılı bir durumda olduğumuzu görebiliriz aslında. Henüz camilerimiz dahi boşken ve henüz ibadet hayatımız dahi düzene girmemişken hangi zaferden bahsedebiliriz. Şu ana kadar Allah ile canları ve malları karşılığında sözleşen hiçbir Müslüman kulluk adına yapması gereken vazifelerden geri durmamıştır. İman ettikten sonra imanlarının gereğini yerine getirmişlerdi. Dünya, ahiret dengesini en güzel bir biçimde yerleştirmişlerdi hayatlarına. Onlar sloganik hayat tarzından beri durmuş insanlığı davet ettikleri hakikatleri önce kendileri yaşamışlardır. Bakın Seyyid Kutub öyle bir hayat yaşadı ki şehadeti hayatına şu ifadelerle şahitlik ediyor. İdamın infazından önce ona, şimdiye kadarki söz ve davranışlarından pişmanlık duyduğunu açıklayarak dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Abdülnasır’dan özür dilediği takdirde idamdan kurtulacağı teklifi yapılmış, o da şu cevabı vermiştir:
“Eğer idamı hak etmiş olarak Hakk’ın emriyle ipe çekiliyorsam, buna itiraz etmek haksızlıktır. Fakat Batıl’ın zulmüne kurban gidiyorsam, batıldan merhamet dileyecek kadar alçalmam!” dolayısıyla Seyyid Kutub, savunduğu dava uğruna kendini feda etmeyi de göze alması gerektiğini savunan ve bunu bizzat uygulayan bir insandır. İslami Etütler adlı eserinde bu düşünceyi şöyle dile getirmişti:
“Kalem sahibi kimseler birçok büyük işler yapabilirler. Ancak fikirlerinin yaşaması pahasına kendilerini feda etmeleri şartıyla… Fikirlerinin, kan ve canları karşılığında manalanması şartıyla… “Hak” bildikleri şeyin “Hak” olduğunu fütur etmeden söyleyip, gerekirse bu uğurda başlarını vermeleri şartıyla… Biz fikir ve sözlerimiz uğruna ölsek de, o fikir ve sözler ruhlu birer vücut olarak kalacak yahut da onları kanlarımızla sulayıp canlılar, ruhlular arasında yaşatacağız…”
İşte büyük İslam şehidinin hayatı bu minvalde şehadetine, şehadeti ise hayatına şahitlik etmiştir.
Mesela Hasan el-Benna da böyleydi. Batı onun varlığından o kadar rahatsızdı ki onu öldürmek için adeta şehri uyuttular. Başka türlü Üstad’ı öldüremeyeceklerini biliyorlardı ve kendilerine yakışanı yapıp sırtından vururcasına şehit ettiler. Yine Şeyh Ahmet Yasin de Allah için canını ve malını ortaya koymuş birisiydi. Felçli bedeniyle koca(!) batıya karşı kıyam ediyordu. Bedeni ile cihad edemiyor olması onu Allah yolunda cihaddan geri tutamamıştı. Ve o fikirleriyle İhvan’a ve mücahitlere yön vermiş kulluk görevini en güzel şeklide yerine getirmeye çalışmış ve şehadet ödül kazanmış önemli bir şahsiyettir… Felçli olmasına rağmen batı onu ancak füze ile şehid edebilmiştir. Aslında bu, şehadete talip olanların gücünü sahip oldukları imanlarından aldığının en açık ifadesidir. Ve batının da gücünü sadece maddi imkânlardan aldığını ve bu sebeple onların zayıf olduklarını bariz bir şekilde ortaya koyan önemli olaylardır.
O halde şehadete talip olan her mümin hayatı boyunca şehid olmayı hak edecek bir hayatı yaşamak için çabalamalıdır. Kula kulluktan kesin çizgilerle uzak kalmalı eğer buna zorlanırsa mücadele etmeyi kendine vazife bilmelidir. Ve en önemlisi Allah’ın sözlerini yeryüzüne hâkim kılmak için elindeki bütün imkânlardan sonuna kadar yararlanmalıdır. Kalemi güçlü ise kalemiyle, bedeni güçlü ise bedeniyle, hitabeti kuvvetli ise hitabetiyle, idarecilik yönü kuvvetliyse idare etmekle kısacası elinden ne geliyorsa sahip olduğu bütün imkânlarını bu kutlu yolda kullanmaya azmetmelidir. Zira şehid olmanın yolu “Hak” uğruna hesapsız fedakârlıklar yapmaktan geçer ki bu, bütün şehitlerin yolu idi. Öyleyse mümin canını ve malını ebedi cennetler karşılığında Allah’a satmaktan dolayı sevinmelidir. Hem sonu her halükarda ölümle netice bulacak bir hayatın içinde Allah ile sonsuz cennet hayatını kazanma yolunda yapılmış bir alışverişin kaybı olabilir mi? Nitekim dünyada cennet hayatı yaşayan kâfirlerde ölüyor fakat onlar ebedi saadet yurdu olan cennet hayatından mahrum kalacaklardır. (Nemrut, Karun, Firavun ve Allah’a başkaldıran İsrailoğulları gibi…) o halde bizim onlardan farkımız güzel bir dünya hayatı için yaşamak değil aksine güzel bir ölüm için yaşamak olmalıdır. Bu Allah yolunda canını ortaya koymuş şühedanın en belirgin özelliğiydi. Dolayısıyla ALLAH bu fedakârlıklar neticesinde şehadet makamına ulaşan kimseler için Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:
“Allah yolunda öldürülenler için “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz.” (Bakara, 154)
Zaten onlar diri oldukları için ölüler gibi yıkanmaz ve kefenlenmezler. Çünkü ölüler temizlenmek için yıkanırlar fakat şehitler diri olduklarından dolayı zaten temizdirler. Ve Şehit edildikleri elbiselerinin içinde gömülürler. Ve yaşamaya devam ederler. Bizler onların bu veya başka özelliklerini tam manasıyla idrak edemesek de Allah’ın “ onlar diridirler fakat siz farkında değilsiniz” sözü onların diri olduklarının ispatıdır. Ve şehitler ölü olmadığı gibi Rableri katında da en güzel mükâfata muhatap olurlar. Ve rızıklanmaları da yine Allah tarafındandır.
Sahih-i Müslim’ de geçen şu hadisi şerif onların içinde bulundukları durumu çok güzel anlatmaktadır.
“Şehitlerin ruhları, cennette yeşil bir kuş olarak diledikleri gibi gezerler. Sonra arşın altında asılmış kandillere yaklaşırlar. Allah onlara bakar ve: ne istiyorsunuz? Diye sorar. Onlar şöyle derler: “bundan daha güzel ne isteyebiliriz ki? Sen bize hiçbir yaratığa vermediğin lütufları verdin.” Sonra yüce Allah onlara aynı soruyu tekrar sorar. Onlar mutlaka bir şey istemeleri konusunda ısrar edildiğini görünce şöyle dilekte bulunurlar: “Ey Rabbimiz! Senden bizi bir daha dünyaya döndürmeni ve senin yolunda ikinci bir defa şehit oluncaya kadar savaşmayı nasib etmeni istiyoruz. “O zaman Cenab-ı Hak şöyle buyurur: “Ben onların ikinci bir defa dünyaya dönmemelerini takdir ettim. Onların böyle bir dilekte bulunmalarının sebebi, gördükleri ecir ve mükâfattır.”

ŞEHADET TAŞ

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?