İslam’a göre bütün bir hayat ahlaki esaslar üzerine bina edilmiştir. Bunun içindir ki Resûlullah (sav) “İslam güzel ahlaktır” buyurmuştur. Bir başka hadisinde de “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” buyurmuştur. Resûlullah (sav) hayatı boyunca İslam’ın güzel ahlakını bizzat yaşayarak insanlara göstermiştir. Hz. Aişe’nin (r. anha) ifade ettiği gibi onun ahlakı Kur’ân’dı. O, hayatın her alanında kıyamete dek bütün insanlığa örmek olacak davranışlar ortaya koymuştur.
Kaynaklarımız onun ahlakını yansıtacak detaylı bilgiler vermişlerdir. Nesiller boyunca İslam ümmeti onun ahlakına dair bu bilgileri okumuş, yaşamaya çalışmış ve muhafaza etmiştir.
Onun ahlakına dair bazı hususları burada özet halinde vermeye çalışalım. O, çoğu kez susar, konuştuğunda da lafı ağzında gevelemez, söyleyeceklerini en veciz şekilde söyler, sesini ne fazla yükseltir ne de kısardı. Dinleyenler onun sesinden rahatsız olmazdı. Konuştuğunda bütün vücuduyla muhatabına döner, muhatabının yüzüne bakardı. Kısa ve manalı konuşurdu. Kelimeleri tane tane söylerdi. Ne fazla ne de eksik konuşurdu. Yumuşak huylu idi. Kaba davranmazdı. Az olsa dahi nimetleri büyük görür, iyilikleri ne yerer ne de överdi. Hakka sataşma olduğunda öfkelenir ve hakka yardım etmedikçe öfkesinden dolayı bulunduğu yerden ayrılmazdı. Dünya ve dünya için olan hiçbir şey onu öfkelendirmezdi. Ancak bir hakka saldırı olduğunda öfkelenir ve haksızlığa uğrayanın hakkını savunur, ona yardımcı olurdu ve hak yerini bulmadıkça öfkesi dinmezdi. Bir şeye öfkelendiğinde ondan yüz çevirir, bir şeye sevindiğinde de hafifçe gözlerini kapardı. Kendi nefsi hesabına ne kızar ne de intikam alırdı. Bir şeye işaret ettiği zaman bütün eliyle işaret ederdi. Konuştuğunda ellerini bir araya getirirdi. Gülümsemesi çoğunlukla tebessüm şeklindeydi. Güldüğünde dişleri inci tanelerini andırırdı.
Resûlullah (sav) aile efradına iyi davranır, eşlerini ziyaret eder, onlarla sohbet ederdi. Bu ziyaretleri genellikle ikindiden sonra olurdu. Evdeki zamanını üçe bölerdi. Bir kısmını Allah’a (ibadete), bir kısmını ailesine bir kısmını da kendisine ayırırdı. Sonra kendisine ait olan vaktini kendisiyle insanlar arasında ikiye taksim ederdi. İnsanlar için taksim ettiği vakti onların umumi ve hususi işlerine harcardı ve onlardan hiçbir şey esirgemezdi. Ümmetine ayırdığı zaman süresi içinde faziletli kişileri tercih etmek, dindeki derecelerine göre onlarla ilgilenmek onun adetlerindendi. Bazılarının bir, bazılarının iki ve bazılarının da daha çok ihtiyacı olurdu. Resûlullah (sav) hepsiyle ilgilenir, insanları kendilerine faydası dokunacak işlere yönlendirirdi. Müslümanlar ona gelir kendi meselelerini sorar, o da onlara yararı dokunacak hususları bildirir ve şöyle derdi: “Burada olanlar olmayanlara (sözlerimi) duyursunlar, ihtiyaçlarını bana ulaştıramayanların isteklerini bana iletiniz. İhtiyaçlarını sultana (yetkili kimseye) iletemeyen birinin ihtiyacını ulaştıran kimsenin ayaklarına Allah (c.c) kıyamet gününde kuvvet verir.”
O gayet cömertti ve Ramazan ayında daha da cömert olurdu. Hiçbir kimseden bir şey esirgemezdi. Bir bedevi çok rahatlıkla gelip elbisesinden çekip ondan bir şey talep eder ve hiçbir engellemeyle de karşılaşmazdı. Resûlullah (sav) sakin bir şekilde onun ihtiyacının karşılanası için emir verirdi.
Onun huzurunda lüzumsuz şeyler konuşulmazdı. Konuşulduğu taktirde de dinlenmezdi. Sahabe-i kiram yanına hayır umarak girerlerdi. Yanından ayrılanlar hayır kılavuzu olarak ayırılırlardı.
O asla boş yere konuşmaz, ancak gerektiğinde konuşurdu. Ashabını kendisine ısındırır, soğutmazdı. Onları kırmamak için isim vermeden eleştirir ve yanlışa işaret eder, kişiyi rencide etmezdi. Her kavmin lider kişisine ikramda bulunur, ona değer verir ve onu başkasına tercih ederdi. Güler yüzlülüğünü ve huyunu bozmaksızın insanlara karşı dikkatli olur ve şerlerinden sakınırdı. Ashabından birini görmediği zaman onu soruşturur, halinden haberdar olmak isterdi. İnsanlar arasında meydana gelmiş meseleleri sorar, güzel şeyleri beğenir, destekler ve çirkin şeyleri de kötü gösterir, halkın gözünden o şeylerin düşmesini temin ederdi. İşleri tertipli idi ve karışık değildi. Müminlerden de işlerini sağlam ve düzgün yapmalarını ister, böyle yapan kulların Allah tarafından sevileceğini söylerdi. Yapılan bir iş bir mezar kazıma dahi olsa göze güzel görünmesi için müdahale eder bir eğrilik varsa düzeltir ve yönlendirirdi. İnsanların gaflete düşebilecekleri yahut haktan sapabilecekleri endişesi ile muteyakkız davranırdı. Haktan taviz vermez, ondan şaşmazdı. Ona yakın olanlar insanların en seçkinleriydi. Onun katında insanların en üstünü halka en fazla öğüt verenler, en büyükleri de daha çok yadımda bulunanlardı.
O; otururken, kalkarken, gökyüzüne bakarken daima Allah’ı anardı. İbadeti çok severdi ve bunu fazlasıyla yapardı. Hemen her durumda namaz kılardı. Namazla teselli bulurdu. Bir sıkıntı ile karşılaşınca namaza dururdu. Namaz onun gözlerinin nuruydu. Allah (c.c) ona gece namazını farz kılmıştı. O da arkadaşlarına bu namazı tavsiye ederdi. Çok şükreden bir kul olmak için ibadete ağırlık verirdi.
İnsanlar arasında tıpkı onlardan biri gibiydi. Onu tanımayanlar onu ashabından fark edemezlerdi. Oturmak için muayyen bir yer aramazdı. Bunun için de muayyen bir yeri yoktu. İnsanları da böyle bir yer edinmekten menederdi. Arkadaşlarının arasına katıldığında boş bulduğu yere oturmak isterdi. Huzurunda oturan herkesle ilgilenirdi. İnsanlar onun kendisiyle az ilgilendiği düşüncesine kapılmazdı. Her bir sahabi “Resûlullah en fazla beni seviyor” düşüncesini taşırdı. Çünkü bunu herkese gösterebiliyordu. Arkadaşları onun yanında huzur bulur onunla teselli olurlardı. Onun yanına gelenler ya da bir iş için yanında bulunanlar oradan ayrılmadıkça o yanlarından ayrılmaz ve terk etmezdi. Onu ya bir çocukla ya da bir yaşlı ile görmek mümkündü. Bir ihtiyaçtan dolayı yanlarına gelenlerin ya isteklerini karşılar ya da tatlı sözle onlara yol gösterirdi. Onun bulunduğu ortam ve meclis hilm, haya ve sabır meclisi olurdu. Onun bulunduğu yerde sesler yükselmez, kimsenin şerefiyle oynanmaz, kimsenin ayıbından söz edilmezdi. İnsanlar onun heybetinden çekindiklerinde sakin olmalarını söylerdi. Bir defasında karşısında heyecana kapılan birine “Sakin ol, ben kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum” demişti.
Arkadaşlarına karşı yumuşak huyluydu. Onlara karşı güler yüzlüydü. Hatta Hudeybiye anlaşması sırasında ona düşman olan müşriklerle bir sıcak temas kurabilmek için sözler sarf etmiş, işi kolaylaştırmak istemişti. Bir iş hususunda iki tercih arasında kalınca kolay olanı tercih eder, insanlara işleri zorlaştıramamalarını ve işten nefret ettirmemelerini söylerdi. Bağırıp çağırmaz ve kötü söz kullanmazdı. Şakacı değildi, fakat latife yaptığı olurdu. Çocuk dahi olsa karşılaştığı kimselerle ilgilenir, sevgisini gösterirdi. Ondan bir talepte bulunan bir kimse hayal kırıklığına uğramazdı. Nefsini üç şeyden menetmişti. Bunlar, münakaşa, mübalağa ve gereksiz konuşmalardı. Başkalarının kusurlarını araştırmaz ve sevap ümit ettiği konular dışında konuşmazdı. Konuştuğu zaman da arkadaşları onu, sanki başlarında kuş varmış gibi dikkatle ve başlarını eğerek dinlerlerdi. O konuştuğunda meclisinde bulunanlar susar, insanlar konuştuğunda o susar ve dinlemeye başlardı. Arkadaşları güldüğünde onlara iştirak eder, onlar bir şeye hayret ettiklerinde o da hayret ederdi. Yanına gelen biri kaba ve sert davrandığında sabır göstertirdi. Konuşanın sözünü kesmezdi. Konuşan haktan saptığında sözünü keser ya da kalkar giderdi. Onun suskunluğu hilm, ihtiyat, takdir ve tefekkür olmak üzere dört esasa dayanırdı.
O, bu sıfat ve huylarıyla bütün alemlere rahmet oldu. Güzel ahlakıyla bütün insanlara örnek olarak gönderildi. Şu 21. asrın insanının yapacağı şey onu tanımak ve ona ittiba etmektir. Hakkında çirkin karikatürlerin çizildiği şu zamanda onun ahlakını yediden yetmişe bütün insanlara anlatmak ve şu ulvi özelliklerin tanınmasını ve yaşanmasını sağlamak her mü’minin vazifesi olmalıdır. Çünkü onun ahlakı vahyin ahlakıydı ve insanlığın huzur bulması için gönderilmiş bir ahlaktı. O; insanlara mal, mülk ve zenginlik bırakmadı. Onun bıraktığı miras bütün insanlığın dört elle sarılacağı bir miras olan güzel ahlaktır.
O, İslam’ı bütünüyle güzel ahlak olarak ifade etmişti. İşte bugün Müslümanların sahip çıkacağı ve insanlar arasında yayılmasını temin edeceği biricik miras budur. İnsanlığa düşman olan bazı Yahudiler ve Masonlar bu güzel ahlakın tedmiri için onlarca kuruluşu harekete geçirmiş bulunmaktalar. Onlara göre insanlık ifsad edilmeli ki bu sayede insanlara hükmedebilsinler. Bu düşünceyle bütün insanlığı ifsad etmek için bini aşkın televizyon kanalı ve internet üzerinden yayın yapmaya devam edecekler. Aileyi yıkmak için büyük bir çaba sarf edip mallarını bu uğurda seferber edeceklerdir. Biz Müslümanlara düşen vazife de bu Nebevi mirası her zaman ve zeminde dillendirmek her neslin bu ulvi ahlakla bezenmesini sağlamak olacaktır. Nesli ve ekini bozmak isteyenlerin karşısında durup bu güzel ahlakla insanlığı saadet sahiline eriştirmek olacaktır.
O, “Rabbim bana edep verdi ve edebimi güzel yaptı” diyen son elçidir.
Selam olsun o güzel edebin sahibine.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?