Hamd âlemlerin rabbine! Salât ve selam iki cihan serveri, yolumuzun serlevhası, önderimiz, rehberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’e…
Onunla başladı zaman ve onunla devam ediyor. Davası hak olan bu yol hiç şüphe yok ki, ağır imtihan ve meşakkatlerle doludur. Selam olsun bu imtihana göğüs geren erlere!
Resulullah (s.a.s.) İslam dinini tamamlamak üzere gönderildi. Üç temel esas üzerinde durdu: tevhit, risâlet ve ahiret… Gerek yaşam koşullarına ve gerekse nefislere ağır gelen bu esaslar, dönemin insanları tarafından kabul görülmedi ilk zamanlar. Ki Allah Resûlü’ne inananların sayısı iki elin beş parmağını geçmeyecek kadar azdı. Ancak dikkat edilecek bir nokta vardı ki bu inananların çoğu gençti.
Peki, neydi dışardan toy görünen lakin tarihin sayfalarına “Allah’ın erleri” olarak geçen, dünya süsünü değil ahiret yurdunu seçen, yeri gelince anasını babasını (s.a.s.) Yoluna feda eden, yeri gelince cihad meydanlarında “Allahu Ekber!” deyip kendinden geçen bu gençleri, Allah Resûlü’nün davasına bağlayan?
Buna cevabı Peygamber (s.a.s.) verdi: “Allah gençlerle beni destekledi ve bu nübüvvetin mesajını gençlerin eliyle başka gençlere ulaştırdı.”
Çünkü bir davanın geniş kitlelere ulaşması için enerji gerekti. Bu enerjiyi de en iyi gençler verecekti. Mesela Daru’l-Erkam dediğimiz o peygamber mektebinin ilk altı aydaki talebelerinin sayısı yaklaşık kırk beştir. Bu kırk beş kişinin yaş ortalaması yaklaşık yirmi beşle yirmi sekizdir. Ama bunların içerisinde biz yaşı daha küçük olanları da görüyoruz. Mesela on yaşında Hz. Ali’yi bir talebe olarak görüyoruz. Bizim çocuk diyebileceğimiz yaşta Hz. Ali kendinden otuz yaş büyüklükteki Ebu Zer’i imana taşıyabilecek güzelliği ortaya koymuştur. Zübeyr b. Avvâm, Talha b. Ubeydullah, Ebu Ubeyde b. Cerrah, Abdurrahman bin Avf… Hepsinin yaşı yirminin altında.
O kadar gencin oluşturduğu bir potansiyelle karşı karşıyayız biz. İçlerinde bazı gençler, bazı sembol özelliğine sahiptiler karakterleriyle, Muaz b. Cebel gibi. Gencecik yaşta akabede iman ediyor sonrasında Yesrib’e kadar yolda, “iman ettim, iman eden gereğini yapar” diye diye yürüyor. Bu heyecan ve dert edinmeden sonra birçok insanın iman etmesine vesile oluyor. Bununla beraber ilimde zirve noktaya erişiyor. Allah Resûlü (s.a.s.) onun için, “Yarın kıyamet gününde, âlimlerin bir ok atımlık kadar önünde duracak” diyor. Örnek verilecek isimlerden biri de Enes b. Malik. On yaşında peygamber mektebine giriyor ve biz bugün din binasını onun bize naklettiği rivayetler üzerinden anlayabiliyoruz. Onun abisi Berâ b. Malik’in şehadete yönelik bir aşkı var. Onun hayat defterini araladığımızda, Rezzak olan Allah’tan rızık olarak şehadeti arzulayan birisi olduğunu öğreniyoruz. Genç ama öylesine bu davaya kendisini vermiş ki her an Allah’a “Şehadet, şehadet!” diye yalvaran bir genç. Buradan yüzlerce örnek verebiliriz.
Ancak biz bu örnekleri hep erkek sahabiler üzerinden seçersek, hanımlar bu işin içinde yokmuş gibi bir algı da oluşabilir. Bu da doğru değil. Mesela biz daha gencecik yaşında ilmî olarak ciddi adımlar atan Hz. Âişe’yi görüyoruz. Yine hanım sahabilerden, Efendimizin, kadınların sözcüsü olarak seçtiği, henüz 18 yaşındaki Esma binti Yezid karşımıza çıkıyor. Peygamber evinin dışında bize en fazla rivayet nakleden hanım sahabidir; 81 rivayeti vardır ki her biri bize o peygamber ikliminin anlaşılmasında katkı sağlar.
Sahi neydi bu gençleri bu kadar samimi kılan?
Neydi zorbalık ve baskılara rağmen evlerinin kapılarını İslam’a açan?
Neydi daha ufak yaşlarda inançları için asrın sistemine kafa tutan?
Cevap: “Allah Resûlü’nün sevdası!”
Çünkü o, gençlerin dilinden anlardı. Onlarla iyi ilişkiler kurar ve onları eğitirken sevgi ve muhabbetle yaklaşırdı.
Peygamberimiz gençlerin dünyasını çok iyi bilen birisiydi. Zeyd b. Sabit, peygamber iklimde henüz 17 yaşındayken yine peygamberin emriyle İbraniceyi öğrenmiş birisi. Şöyle diyor Zeyd b. Sabit: “Biz Medine’nin delikanlıları, kendi aramızda dünyalık mevzuları konuşurken peygamberin yaklaştığını gördüğümüzde hemen onun hoşlanacağı konulara geçerdik. Ama bu durumu peygamber anlardı ve kendisi de sohbete dâhil olarak mevzuyu bir önceki konuya getirirdi.”
İşte böyle olduğu için peygamberimize ölümüne sevda ile bağlıydılar sahabeler. Allah Resûlü yüzde yüz insani bir hal ortaya seriyordu. Peygamber Efendimiz, gençlerin dünyasına çok iyi hâkim olduğunu için onlarla iletişimi rahat kurabiliyor ve buna zemin oluşturabiliyordu. Hal böyle iken, onları daha iyi tanıyor ve onlara büyük görevler veriyordu.
Çünkü siz bu alanı açmazsanız bu manada bu güzellikleri de ortaya koyamazsınız. Yani nübüvvetin tamamına bakınca başta ve sonda iki önemli olayla karşılaşırız: İlki Daru’l-Erkam’ın oluşturulması, diğeri Üsame ordusunun harekete geçirilmesidir. Bakın Daru’l-Erkam oluşturulduğunda Hz. Erkam henüz 18 yaşında, Hz. Üsame de orduya komuta ederken henüz 17 yaşındadır. Tabiri caizse risalet tarihi 18 yaşındaki bir gencin attığı adımla başlıyor, 17 yaşındaki bir delikanlının attığı adımla da devam ediyor. O kadar savaş konusunda uzman sahabe dururken; Halid b. Velid, Amr b. As dururken, her birini Üsame’nin emri altına vermesi, aslında gençlere ne kadar büyük bir sorumluluk verdiğini gösteriyor. Ancak gençlere bir alan açarsanız bir şey elde edersiniz. Düşünün Mekke fethedilmiş, birçok önemli kişi kendilerine yöneticilik tevdi edilmesini beklerken, Attab ibni Esib henüz 18 yaşında vali olarak Peygamberimiz tarafından tayin ediliyor. Sorumluluk veriyor ki içlerindeki heyecan ve coşku ortaya çıksın. Başkalarının yapamayacağı şeyleri ortaya koysunlar. İşte bundan da dolayıdır ki daha bu yaştan bu sorumluluğun altına giriyorlar. İşte biz de gençlerle iletişim kurarken Efendimizin usullerini benimsemeliyiz ki bu yaşlarda sorumluluğun nasıl bir gence tevdi edileceğini ve onlarla nasıl iletişim kurulacağını anlamış olalım.
Genç kardeşlerim! Okuyun!
Çünkü bizler bir modele ihtiyaç duyuyoruz ve onların da üzerlerinde “Onlar Allah’tan razı oldu, Allah da onlardan” diye bir ilahi mühür var. Bu yüzden buna ihtiyacımız var. Bu konuda yazılmış birçok eser var.
Resulullah (s.a.s.) bir tohumdur. Bu tohumun İslamiyet adında bir ağacı vardır. Bu ağacın yüzlerce dalı vardır. Her bir dal bir asır demektir. Her bir dalın yüzlerce meyvesi vardır ve her meyve kendi asrının sahabisidir.
Bu asrın da sahabisi olabilmek dileğiyle, selam ve dua ile kalın…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?