“Her nefis ölümü tadacaktır…” (Âl-i İmrân, 185)
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler…” (Âl-i İmrân, 169-171)
Ölmek ve ölümsüz olmak, daha doğrusu ölüm ile ölümsüzleşmek. Herhalde ölümlerin en güzeli olsa gerektir.
İmtihan için gönderildiğimiz bu dünyadan ölerek ayrılacağımız ve ebedi olan hayata geçeceğimiz şüphe götürmez bir gerçektir. İsteyerek veya istemeyerek, mümin veya kafir fark etmeden yüce Rabbimizin emrine boyun eğmek zorundayız. İnanmamak veya imanımızın gereğini yerine getirmemek ahirete gitmemize engel olamayacaktır; ama cennete girmemize engel olacağı kesindir. “Her nefse, yaptığının (karşılığı) eksiksiz olarak verilir. O, onların yaptıklarını en iyi bilendir.” (Zümer, 70) “Kim de ahiret yurdunu ister ve onun için mümin olarak çabalarsa bunların çabası, karşılığını fazlasıyla görecektir.” (İsrâ, 19)
Bu ayetleri gereği gibi anlayan nice Müslüman bu uğurda çaba ve gayret göstermiş mallarını, sevdiklerini ve yeri geldiğinde ise canlarını seve seve feda etmişlerdir. Dünya rahatlarını bir tarafa bırakıp hakaretlere, işkencelere katlanmış ama imanlarından, davalarından vazgeçmemişlerdir. İslam davası uğrunda canlarını vererek şehitler kervanına bir bir katılmışlar ve katılmaya da devam etmektedirler.
Mekke’de risalet davasının ilk şehidi Hz. Hatice annemizin ilk eşinden olan oğlu Hâris b. Ebî Hale idi. Kabe’de namaz kılarlarken çıkan arbedede şehit olmuştu. O da annesi ile birlikte daha ilk günler Efendimize iman etmiş ve onun arkasında yerini almıştı.1 Bunun bedelini ise canıyla ödemişti.
Yalnızca erkekler miydi bu uğurda bedel ödeyenler? Tabi ki değildi. Bunun en güzel örneği Hz. Sümeyye annemizdi. İslam’ın ilk kadın şehidiydi. “İslâm’ın ilk dönemlerinde ağır işkenceler gördüler, demir zırh giydirilip güneş altında saatlerce bekletildiler.”2 “Hz. Sümeyye yaşlı olmasına rağmen işkenceler karşısında direndi ve müşriklerin isteklerini kabul etmedi. Ebû Cehil fiziksel işkence yanında kendisine hakaret etti. İman etmesinin sebebinin başka şeyler olduğunu söyleyerek namusuna dil uzattı ve sonunda onu edep yerinden mızraklayarak şehit etti. Böylece Sümeyye İslâm tarihinde şehitlik mertebesine erişen ilk kadın Müslüman oldu.”3
Ama onun açtığı yoldan giden nice genç-ihtiyar kadın şehitler hep oldu ve hala oluyor. Kıyamete kadar İslam davasını kendine dert edinen, İla’yı Kelimetullah yeryüzüne hâkim olsun diyen, iman davası olan Kudüs’ü, Filistin topraklarını savunan ve bu uğurda batıldan korkmayan, mücadele eden ve bunu canıyla ödeyen, şehadet mertebesine erişen nice hanım şehitler tarih yazdılar ve yazmaya da devam ediyorlar. Yeryüzünün her köşesinde, özellikle Filistin’de, Mısır’da ve Suriye’de kanlarıyla topraklarına can vererek, solan güllerini yeniden yeşertiyorlar.
Özellikle iman davası olan Filistin topraklarının işgal edildiği günden beri mücahid kardeşlerimizin yanında nice hanım kardeşlerimiz şehit düşerek Kudüs’ü, Mescid-i Aksa’yı canları pahasına korumaya çalıştılar. 2014’ün ağustosunda 20 Filistinli şehitten 9’u çocuk, 3’ü kadındı. Ayrıca İzzettin el-Kassam Tugaylarının komutanı Muhammed Deif’in evi de bombalanarak Deif’in eşi ve 7 aylık oğlu da şehadet şerbetini içenler arasındaydı.
Gazze’de Büyük Dönüş Yürüyüşü gösterilerinde şehit düşen 25 Filistinli kardeşimizin 2’si hamile 3 hanım kardeşlerimizdi. (Mayıs:2019)
Yine Hamas’ın Cenin’deki liderlerinin evlerine yapılan baskın sırasında 23 yaşındaki Filistinli anne, bebeğini siyonistlerin attığı gazdan korumaya çalışırken keskin nişancılar tarafından kalbinden vurularak şehit edildi. (Ağustos:2020)
Filistinli Rezzan hemşirenin bir hafta önce bölgede kurulan Büyük Dönüş Yürüyüşü çadırında nişanlandı. Ramazan ayında, iftar vaktinde keskin nişancılar tarafından şehit edilerek düğününü yapamadan şehitler kervanına katıldı. Daha ismini sayamadığımız nice hanım kardeşlerimiz, bu davanın sorumluluğunun yalnızca erkekler üzerinde olmadığının en güzel canlı örnekleriydi.
Yine gayemiz Allah, Önderimiz Resûlullah ve Kur’an anayasamız olsun diye mücadele veren Mısır’ın Rabia’sında nice şehitler arasında, 21 hanım kardeşimizin hayatı, mücadelesi, azim ve sabırları yolumuzu aydınlatmaya devam etmişti.
O günün o zorlu şartlarında (Keskin nişancılar, baltacılar, tankların insanları ezmesi, çadırların ateşe verilmesine rağmen) meydanları terk etmediler, davalarından vazgeçmediler, şehit düştüler, gazi oldular ve hala hapishanelerde sabır ve sebatlarını devam ettiriyorlar. Tıpkı sırasını bekleyenler gibi…
Hind Hisham Kamal daha 20 yaşındaydı o gün Rabia meydanında şehid düştüğünde vücuduna 2 kurşun isabet etmişti. Dubai merkezli Xpress Gazetesinin Muhabiri Habiba Ahmed Abdulaziz Ramazan keskin nişancılar tarafından şehid edildiğinde 26 yaşında, 5 çocuk annesi ve eski öğretmen olan Haiam Abdu İbrahim ise 43 yaşındaydı. Heba Mohamed Fekry meydanda su dağıtırken Mısır güvenlik güçleri tarafından öldürülmüştü. 11 yaşındaki oğlunun Heba’nın cesedinin başında ‘Anne uyan, anne, uyan lütfen’ diyerek uyanmasını istediği çağrıları, Rabia meydanındaki katliamdan sonra dolaşan videolar arasındaydı. Daha 17 yaşında hayatının baharında olan Esma Biltacı ise o gün şehit düşerken zulme direnişin sembolü olmuştu
O gün katliama şahit olan Fatma Zehra Hamad şunları söylüyordu: “Hedef gözetmeksizin saldırıya başladılar. Etrafımızdaki insanlar bir bir ölüyordu. Kadınların ve çocukların saklanması için çabalarken önümden kamerasıyla Habibe Abdulaziz geçti. Maalesef şehit olduğuna tanık oldum. Daha sonra içine düştüğümüz durum daha da vahim hale geldi. Bizler yaşadıklarımıza inanamıyorduk. Sabahtan beri yaşadıklarımızı düşündüğümüzde sormadan edemedim: Bizler savaşta mıydık böyle!”4
Evet, savaştaydılar, kimliklerinde Müslüman yazsa dahi hayatlarında İslam’ın hükmüyle amel etmek istemeyenlerle savaştaydılar. Batıla uşaklık edenlerle savaştaydılar. Kıbleleri mal, makam, mevki olanlarla savaştaydılar.
Hayatlarıyla İslam dinine şahit olanlar, batıl ve batıl hayatını tercih edenlerle hep savaştaydılar. Ölüm onları hiç korkutmadı. Çünkü onlar ölüm ile ölümsüzleşmeye talip oldular. Onlar dünyada isimleri ölümsüzleşsin diye değil, Rableri katında diri olmak, ölümsüzleşmek için yaşadılar ve şahit olarak yaşadıkları bu hayatı şehit olarak sonlandırdılar.
Şehid Esma Biltaci’nin annesi Sena Abdulcevvad, Esma için şunları söylüyordu: Esma’nın hayatı Kur’an’la geçti, Kur’an’ı hıfzetmişti ve O’nu yaşamaya çalışıyordu. Hafızlığını bitirdiğinde “Benden ne istiyorsun?” dedim. Mısır’da altın kıymetli olduğundan benden altın talep edebilirsin dedim ama o: “Ben Allah’ın altınını istiyorum.” dedi. Allah da onu şehadetle ödüllendirdi.
Esma ibadetlerine çok dikkat ederdi, geceleri onu namaz kılarken görürdüm. İlme çok önem verir, okumayı çok sever, kendi yaşının üstünde kitaplar okurdu. Bir kitap okuduğumda ve onu Esma’ya tavsiye ettiğimde onu çoktan okumuş olurdu. Esma Arap Hat Sanatına meraklıydı ve bu sanata başladığında yazdığı ilk kelime sayfalarca “Şehadet” oldu.
Esma’nın iki talebi vardı: biri Umre’ye gitmek diğeri ise Mavi Marmara’ya katılmaktı. Mescid-i Aksa’ya gitmek de hayaliydi. Aksa’nın özgür olduğunu görmek istemişti, nasib olmadı ama Mescid-i Aksâ’da gıyabında cenaze namazı kılındı. Şu an Mescid-i Aksâ’da birçok Mushaf’ın üzerinde “Esma’nın mescide vakfıdır.” yazıyor.
Esma ve diğer şehitlerde gördüğüm, onların ibadetlerini ihlasla, riyadan uzak ve gizlice yapmalarıydı. İbadetleri yalnızca onlar ile Allah arasındaydı.5
Esma ve daha niceleri ahidlerine sadakat gösterdiler. “İnananlardan Allah’a verdiği ahdi yerine getiren erler vardır. Kimi bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir. Ahidlerini hiç değiştirmemişlerdir.” (Ahzâb, 10)
Ya sırasını bekleyenler?
Aişe Şatır, Ela es-Seyyid İbrahim, Takva Abdunnasır Abdullah, Besme Rifat, Sare Abdullah ve Sümeyye Nasif gibi bayanlar da firavuni zindanda yavaş ölümü bekleyen esirler…
İhvan-ı Müslimin Cemaati’nin öncülerinden Hayrat Şatır’ın Kanatir zindanında esir edilen kızı Aişe Şatır ve beraberinde bulunan Ala El Karadavi, en hayati ihtiyaçlarından mahrum, zifiri karanlıktan farksız rutubetli tek kişilik hücrelerde tutuluyorlar.
Aişe Şatır’ın mahkeme savcısına şu sözleri sarf ettiği bildirildi: “Eğer suçum Hayrat Şatır’ın kızı olmaksa ben bu suçumla şeref duyuyorum ve sadece 8 ay değil ömrümün geri kalanının tümünde bu suçtan ötürü yatmaya hazırım. Ancak sizlere soruyorum hangi kanun 180 gün bir bayanın kapkaranlık tek kişilik bir hücrede lavaboya götürülmeden, ihtiyacını kovada görmeye terk edilmesine ve çocuklarını görmekten mahrum bırakılmasını meşru görüyor?!”
Ela es-Seyyid İbrahim’in dramı yürek burkuyor. 16 Mart 2019 yılında Zakazik Üniversitesi’nde bulunduğu bir sırada polisler tarafından yaka paça kaçırılan Ela’dan 37 gün boyunca haber alınamadı. 37 gün sonra resmi olarak tutuklandığı savcılık tarafından kayıtlara geçti. Son dönemlerde sık sık baygınlık geçiren Ela’nın sağlık durumu gittikçe kötüye gitmesine rağmen serbest bırakılması bir yana zindan görevlileri tarafından doktora bile gösterilmiyor.6
Ölüm ile ölümsüzleşebilmek kolay kazanılan şeyler değildi, hiçbir zaman da olmadı. Ancak bedelini ödeyenler ona kavuştu, çünkü Allah’ın va’d ettiği şey çok pahalıydı, çünkü o cennetti.
“Korkan yol alır, yol alan menzile ulaşır. Dikkat edin! Allah’ın sattığı şey çok pahalıdır. Dikkat edin! Allah’ın sattığı şey çok pahalıdır. Dikkat edin! Allah’ın sattığı şey cennettir.”7
Bedelini ödeyip ölüm ile ölümsüzleşebilmek duasıyla…

1) İbn Hacer el-İsâbe, I,333,334 2) Müsned, I, 404 3) İbn Ebû Şeybe, VIII, 42 4) Davet Mektebi 67. sayı Rabia’da Şafak Vakti: Katliam 5) Siyer Vakfında “Şehitlerin Ahlakı” konulu söyleşi: 24 Ağustos, 2016 7) Ümraniye’nin Yaşam Gazetesi, Ümraniye Gündem 7) Tirmizi, Kıyamet; 18

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?