Güzel makamlar, değerli rütbeler azıcık aklı olan tüm insanların peşinden koştuğu ve elde etmeye çalıştığı değerlerdir. İnsanoğlu dünyadaki uğraşları ve çabaları ile pek çok unvan, makam ve rütbe elde edebilir. Genellikle de tüm bunları dünyalık uğraşlar, makamlar, mevkiler elde etmek için kazanır/kazanmaya çalışır. Kazandıkça da dünyaya bağlılığı ve dünya sevgisi de o derece artar.
Şehitlik makamı ise tam tersi bir durum ile karşı karşıya bırakır insanı. Çünkü o; herkesi cezbeden, herkesi kendisine bağlayan, hayran bırakan dünya hayatını terk etme karşılığında ancak elde edilebilir. Evet, şehitlik rütbesi rütbelerin en üstünü olan, peygamberlerin bile istediği, arzuladığı bir rütbedir. Şehitlik makamı öyle bir makamdır ki ve mükâfatı da Allah (cc) katında öyle değerlidir ki uğrunda ölenin aynı şekilde defalarca ölmeyi istediği bir makamdır. İnsanı ölürken bile yaşatan ve yücelten bir makamdır. Çünkü Allah (cc) onların ölü değil, diri olduklarını ve kendisi tarafından rızıklandırıldıklarını bildiriyor: “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.” (Bakara,2/154) Daha birçok ayette de buna benzer ifadeler yer almaktadır.
Buhari’den bize gelen bir rivayete göre Peygamber efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Hiç kimse cennete girdikten sonra -bütün dünyaya sahip olsa bile- tekrar dünyaya dönmek istemez. Yalnızca şehidler, erdikleri nimetler sebebiyle dünyaya dönüp on defa daha şehid olmayı arzu eder.”
Çok ilginç değil mi? Belki de bir köşe, bir arsa, bir dükkân, bir daire için veya bir memurluk, bir makam, bir araba için ömrünü tükettiğin, uğrunda kendini harap ettiğin dünya, denizleriyle, dağlarıyla, topraklarıyla, adalarıyla, tarlalarıyla, barajlarıyla, gölleriyle, tümü ile senin oluyor; ama sen o dünyaya dönmek istemiyorsun. Acaba Rabbimiz (cc) cennette neler bahşediyor ki kişi tüm dünyaya onu tercih ediyor? Daha ilginç olanı ise acaba Rabbimiz (cc) şehide neler veriyor ki o, tüm bunları defalarca kazanmak için tekrar tekrar şehit olmak istiyor. İşte, bunu düşünmeye değmez mi, bunları kazandıran o çok karlı kazanç için çalışmaya değmez mi? Elbette ki değer ve “asıl” olan için “fâni” olandan vazgeçmek gerekir.
Ama bir Müslümanın hayatının vazgeçilmezi olan “cihad” ve “şehâdet” kavramları maalesef günümüzde çok kirletildi, değiştirildi, anlamsızlaştırıldı, pasifize edilerek Müslümanın hayatından, gündeminden çıkarıldı. Batılıların, emperyalistlerin emelleri için kurdukları/kurdurttukları taşeron örgütlerin sakallı, cübbeli, sarıklı, tevhid bayraklı bir şekilde “Allahu Ekber” diyerek insanları öldürmeleri, kameralar önünde şov yaparcasına bunu yapmaları cihad ve şehâdet kavramlarının öcü gibi görülmesine neden olmuştur. Tabi çoğu zaman bu öldürdükleri Müslüman oluyor. Bazen de içimizdeki kandırılmış, kalbi hastalıklı kişilerin “Ilımlı İslam”, “Dinler arası diyalog” gibi ortaya attıkları fitneler, İslam’ın sadece câmiye, eve hapsedilip, tamamen câmisine, köşesine çekilip, sadece maneviyatıyla ilgilenen, “din sadece vicdan işidir, diğer işlerle ilgilenmemeli, diğer alanlara karışmamalı” diyen çalışmaların hepsi İslam’ın bu tertemiz kavramlarını kirletmek içindir. Bu durum öyle bir hâl aldı ki namazlı niyazlı Müslümanlar bile bu kavramlardan korkar oldu. Hatta bunları reddeder oldular. Bu tür güçler yapabilselerdi herhalde cihad ve şehâdet ayetlerini Kur’an’dan da çıkarırlardı. Kendini bilmez, kalbinde hastalık bulunan, sünnetten sonra Kur’an’a da dil uzatmaya cüret eden kişiler: “Bu ayetler günümüze hitap etmiyor, günümüz Müslümanlarını ilgilendirmiyor.” diyebiliyor, hatta daha da hadsizlik yaparak: “Bunlar Allah (cc) kelâmı değil.” de diyebiliyorlar.
Evet, şehâdet ve cihad günümüzde ne kadar da anlamsızlaştırılmıştır! Övülmesi, konuşulması, gündemde tutulması unutturulmuş ve hatırlanmaması için her şey yapılmaktadır. Allah’ın (cc) Kur’an-ı Kerim’de defalarca bahsettiği, övdüğü, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hadislerinde, hayatında övdüğü, bu uğurda uğraştığı cihad ve şehâdet bizim için ne kadar da anlamsızlaşmıştır. Bu iki kavram sadece konuşmalarımızı süsleyen, güzelleştiren ruhsuz iki kelime olarak kalmıştır. Yani işin edebiyat kısmında bu kavramları hatırlıyoruz. Günümüzde Müslümanları terörist, cihadı terörizm olarak göstermeye çalışan algı operasyonları maalesef başarılı olmuştur. Günümüz Müslümanları dâhil, insanlar sakaldan, sarıktan, sancaktan, kelime-i tevhitten, şehâdetten, cihaddan korkar olmuştur. Oysa cihad ve şehâdet Müslümanların onuru idi. Mazlumların ümidi, zalimlerin korkulu rüyası idi. Akan kanların durması, gözyaşlarının dinmesi idi. İnsanları; kralların, sömürgecilerin, emperyalistlerin zulmünden kurtarma yolu idi. İnsanları kula kulluktan kurtarıp Allah’a (cc) kul yapma mücadelesi idi. İslam ümmetinin hatta gayr-ı müslimlerin bile nâmûs ve şereflerini koruyacak, huzur ve güvenliğini sağlayacak en önemli unsur cihad ve şehâdettir. Çünkü cihad ve cihadın meyvesi olan şehâdet ile Allah’ın (cc) kânunları ve hükmü yeryüzüne hâkim olabilir. Allah’ın (cc) hükmünün, kânunlarının yeryüzüne hâkim olması demek; dini, dili, ırkı, cinsiyeti, aşireti, soyu, rengi ne olursa olsun herkesin huzur içerisinde yaşaması demektir. Bu nedenle Müslüman cihadsız, şehîdsiz yaşayamaz. İslam toplumlarında bu iki kavram işlemiyorsa bir şeyler ters gidiyor demektir. Çünkü bunlar İslam ümmetine ruh veren, ümmeti diri tutan kavramlardır. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de: “Sizinle savaşanlara karşı Allah (c.c) yolunda siz de savaşın…” (Bakara, 2/190) diye buyuruyor. Yine başka bir ayette: “Onlara karşı gücünüzün yettiğince kuvvet ve (cihad için) bağlanıp beslenen atlar hazırlayın ki bunlarla Allah’ın (c.c) düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan ayrı sizin bilmediğiniz ama Allah’ın (c.c) bildiği daha başkalarını korkutasınız. Allah (c.c) yolunda ne harcarsanız karşılığı size verilir ve haksızlığa uğratılmazsınız.” (Enfâl, 8/60)
Allah’ın (c.c) bu ve bu doğrultudaki diğer emirlerini bir Müslüman göz ardı edebilir mi? O hâlde Allah’ın (c.c) emirlerini göz önünde bulundurup dik mi duracağız yoksa “hayır, düşmanlarımızı kızdırmayalım, küstürmeyelim, dolar fırlar, altın yükselir, borsa kötü etkilenir; düşmanlarımızın karşısında dik durursak, paramız değer kaybeder, ABD şöyle der, NATO şöyle şöyle kararlar alabilir, bize yaptırımlar uygulayabilirler.” mi diyeceğiz?
Oysa Müslüman izzetli olmalı, zalimin karşısında, mazlumun yanında yer almalıdır. Devletlerden, şahıslardan, örgütlerden değil, Allah’tan (c.c) korkmalı ve onların dediklerine/diyeceklerine göre değil, Allah’ın (cc) dediklerine göre hareket etmelidir.
Netice îtibârı ile bir Müslüman namazı, orucu, zekâtı vb İslam’ın diğer farzlarını nasıl kabul ediyorsa, kendisine üstün bir makam kazandıracak, Allah (c.c), melekler ve peygamberler nezdinde şeref, şan kazanmasına vesile olacak olan cihad ve şehâdeti de gönül rızasıyla kabul etmelidir. Çünkü şehâdet, ölürken bile yaşamaktır. Şehâdet, en üstün makamlara talip olmaktır. Şehitlik tacı takıp peygamberlerle, sıddıklarla beraber olmaktır.
Rabbim bizi cihadsız, şehâdetsiz bir toplum/kavim yapmasın. Cihad ile sürekli bu ümmeti diri ve aktif kılsın. Bu yolu Hamzasız, Mus’absız, Hasan Elbennasız, Metin Yükselsiz, Şeyh Ahmet Yasinsiz, Muhammed Mursisiz, Ali Haydar Bengisiz, Muhammed Furkansız, Ömer Halis Demirsiz… bırakmasın inşaallah. Âmin…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?