Şüphesiz hamd Allah’adır; O’na şükreder, O’ndan yardım dileriz. Doğru yolu O’ndan ister, bağışlanmayı sadece O’ndan bekleriz. Allah kimi hidayete erdirirse onu saptıracak yoktur, kimi de saptırırsa onu hidayete erdirecek yoktur. Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet ederim. Yine şehadet ederim ki Muhammed (sav) O’nun kulu ve resulüdür. Salat ve selam Muhammed (sav)’e, aline ve ashabının üzerine olsun.
Kalpleri Allah’a bağlanmaktan alıkoyan nedir? Allah uzak değil yakın iken, kalbin Allah’ı tanımasına engel olan nedir? Hâlbuki kitabımız Kur’an’da Rabbimiz ne buyuruyor. “Kullarım sana beni sorduklarında (söyle onlara) ben çok yakınım.” Rabbimizle olan ilişkimizde, hissettiğimiz uzaklığın, kesintinin ve yalnızlığın nedeni nedir?
Elbette kalpleri kuşatan kirler onunla Allah arasındaki yolu kapatmıştır. “Hayır! Bilakis onların işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini kirletmiştir.” Dolayısıyla kalpleri tekrardan Allah’a bağlamak, canlandırmak için kapalı olan bu yolları açmak zorundayız. “İman edenlerin Allah’ı anma ve O’ndan inen Kur’an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı hala gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onların birçoğu da yoldan çıkmış kimselerdir.” Dikkat etmemiz gerekiyor. Kur’an diğer ümmetlerin başına geleni anlatıyor. Onlar kalplerini canlı tutmadılar, kalpleri katılaştı, artık kalpleri titremez oldu ve yoldan saptılar. Ümmeti Muhammed’in bu uyarıyı çok ciddiye alması gerekiyor. “Mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen kimselerdir.”
İnsanın yerine getirmeyi istediği her eylemin işlenmesine neden olan bir takım sebepler vardır. Bu sebepler, ya sevgi ya da nefret duygusuna dayanır. Mesela anne, çocuğuna bakmak için geceyi uykusuz geçirir, rahatını feda eder. Bu annenin çocuğuna duyduğu sevgiye dayanır. Acı bir ilaç içen hasta da bunu hisseder. O kimseyi bu acıyı çekmeye iten sebep nedir?
Aynı şekilde kulların fiillerinin merkezi de sevgi ya da nefret duygusundan hareket eder. Mesela kul itaatte bulunur ve kötülükleri terk eder. Bu duygulardan hareket etmediği sürece elbette bunları kolay ve rahat bir şekilde yerine getiremez. Kişinin bütün fiilleri Allah’ın hoşlandığı ve nefret ettiği şeylere göre belirlenirse o kimse imanını tamamlamış olur.
Çünkü onun bütün dürtüleri Allah’ın rızasını kazanmak için harekete geçmiştir ve nefsinin bu konuda herhangi bir payı da yoktur. Bizim Mü’min kimliğimiz Allah’ı, her şeyden fazla sevmemizi ve her hareketimizi O’nun rızası doğrultusunda atmamızı gerektirir. “Mü’minlerin Allah’ı sevmesi ise hepsinden kuvvetlidir.”
Birçok insanın Allah’a iman etmemesinin ve Allah’a olan kulluk haklarını yerine getirmemesinin temel nedeni Allah’a duyduğu ihtiyaç hissinin yokluğundan kaynaklanmaktadır. Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Gerçek şu ki, insan kendini kendine yeterli görerek azar.” (Alak Suresi, 6)
O insanlar kendilerince Allah’a ihtiyaç duymayacak güçlü nedenlere sahiptirler. Ama Allah durumlarını kolaydan zora, genişlikten darlığa, emniyetten korkuya ve endişeye çevirip güç kaynaklarını ellerinden alınca Allah’a yönelirler. Fakirlik ve zayıflık içine düşerler. İşte o zaman Allah’a olan ihtiyaçlarını hissederler. Bütün peygamberler insanları Allah’a olan ihtiyaçlarını sağlam bir şekilde hissettirmeye çalışmışlardır. İnsanlara Allah’ın verdiği nimetleri hatırlatmışlar ve Allah’ı inkar etme ve O’na isyanda bulunma durumunda başlarına gelecek olan kötü sonla onları korkutmuşlardır. Bizler de sahip olduğumuz her şeyin Rabbimizin olduğunu hatırlamalıyız. O ‘ol’ deyince her şeyimizi kaybedeceğimizi, O’nun yardımı olmaksızın bir hiç olduğumuzu sürekli hatırlamalı ve nefsimize bu sözü ezberletmeliyiz. Sadece kulluk için yaratıldığımızı hiç unutmamalıyız.
Yüce Allah kalbi kulluğun yeri kılmıştır. İnsandaki hisler ve duygular kalpte toplanmıştır. Kalp bedenin tamamına hâkim kılınmıştır. Onun askerlerinden biri akıldır. Aklın en önemli görevi ilim ve düşünme yeri olmasıdır. Akıl kalbin veziri ve danışmanıdır. Nefis de kalbin askerlerindendir ama kalbi ele geçirmek, irade merkezine yerleşmek ve ona hâkim olmak ister. Dolayısıyla bizim bu askere dikkat etmemiz ve onu ciddi bir terbiyeye tabi tutmamız gerekir.
Kalpte imanın zayıflaması ve alanının daralması sonucu nefsimiz istediği fiilleri gerçekleştirmek için harekete geçer. Bunu imanımız zayıf ve güçlü olduğunda davranışlarımızdaki farklılıklardan da anlayabiliriz. Düşünelim; imanımız zayıfladığında sabah namazına ne kadar rahat kalkıyoruz, Kur’an’ı ne kadar okuyoruz, ahlakımızda ne gibi değişiklikler oluyor, Peygamberimiz (sav)’in kaç sünnetini gerçekleştiriyoruz vb. Bu örnekler çoğaltılabilir, hepimiz bunu farkındayızdır. Zaten imanı hastalıklı olan kişinin ameli sorumluklarını hakkıyla yerine getirmesi beklenemez. Çünkü iman sorumluluktan önce gelir. Dolayısı ile biz önce imanımızı onarmalıyız. Kur’an ve tefekkürle önce imanımızı yapılandırmalıyız.
Bizi uykumuzdan uyaracak, kalplerimizi canlandıracak olan ilk nokta kalbimize yerleştirmemiz gereken Allah korkusudur. Korku amel işlemeyi ve dikkat etmeyi sağlar, duyguları sarsar ve gözyaşlarının yolunu açar. Allah dendiğinde titreyen kalplere sahip olmakla yola başlamalıyız. “Onlar Allah korkusundan titrerler.” Bu duyguya sahip olmak için kıyameti düşünmeli, lezzetleri yok eden ölüm üzerine tefekkür etmeli, Allah’ın huzuruna çıkacağımız günün hesabını yapmalıyız.
İkinci nokta olarak Kur’an’a bakışımızı değiştirmeliyiz. Onu ölen kimselerin arkasından okunan bir kitap olmaktan, defalarca okunan Yasin kitabı olmaktan çıkarmalıyız. Bir Kur’an saatimiz olmalı. Belli bir sayfa hedefimiz olmadan kalbimizi Kur’an’a açarak gıdamızı alıyormuş gibi tefekkür ve tedebbür ederek okumalıyız. Bu ayet bana ne diyor diye düşünmeliyiz. Allah benden bu ayette ne istiyor, bu ayeti hayatıma nasıl yerleştirmeliyim sorularını kendimize sormalıyız. Ve o gün okuduğumuz Kur’an’la hayatımızda bir şeyleri değiştirmiş olmalıyız.
Gecenin imanın kuvvetlenmesinde ayrı bir yeri vardır. “Şüphesiz gece kalkışı tam bir uyuma ve sağlam bir kıraate daha elverişlidir.” Gece namazı şerefimizdir. Allah Resulu (sav) söyle buyuruyor: “Mü’min’in şerefi gece kıldığı namaz, izzeti ise insanların ellerindekine ihtiyacı olmamasıdır.” Gece insanın ihlasını daha iyi topladığı saatlerde kalkıp namaz kılması, Rabbi’nin huzuruna çıkması, tertil üzere Kur’an okuması imanını sağlamlaştıran etkili ilaçlardandır.
Sadaka ve infakın da nefis terbiyesi ve tezkiyesi konusunda büyük bir etkisi vardır. Bizler kalplerimizde imanımızın kuvvetlenmesini istiyoruz. Bu nefis terbiyesi ile beraber olan bir meseledir. İnfak ile nefislerimiz temizlenir, ruhlarımız arınır ve yücelir, Rabbimize daha da yakınlaşırız. Nefis terbiyesi demişken Oruç’u zikretmeden geçemeyiz. Şüphesiz oruç gibisi yoktur. Kişi sadece Allah için kendisine hâkim olur. Ama oruçtan kasıt sadece yeme ve içmeyi kesmek değil, haramlara karşı bütün bedenimizle tuttuğumuz bir orucu kastediyorum.
İmanın sağlamlaşması bir süreklilik gerektirir. Sürekli olarak Allah’ı hatırlamalı, O’nu zikretmeli ve yarattıkları hakkında tefekkür etmeliyiz. Bize Allah’ı hatırlatan dostlar edinmeli, kalplerimizi mescitlere bağlamalı, evimizi birer İslam ocağı haline getirmeliyiz. Hayatımızın her alanını bize Allah’ı hatırlatacak yapılara dönüştürmeliyiz. Bize Allah’ı hatırlatacak dostlarla terbiye ve eğitim ortamlarına katılmalı, yalnız kalmamalı, vaktimizi mümkün olduğunca yalnız geçirmemeliyiz. Rabbimizin genişliği yer ve gökler kadar olan Cennetine kardeşlerimizle beraber koşmanın vakti hala gelmedi mi. Daha neyi bekliyoruz diye soralım kendimize…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?