Sahabe-i kiram Mekke günlerinde iman ve akidedeki kazandığı derinliği Medine günlerinde pratiğe döktü. Her bir sahabe Allah yolunda cihad ve savaşa adanmış bir hayatı, Resulullah (s.a.s.)’ın yanı başında ondan gerekli eğitimi alarak öğrendi. Resulullah (s.a.s.) onları birer komutan olarak yetiştirdi. Onlardaki gizli güç olan imanı cihad vasıtasıyla pratiğe döktü.
Ashab, cihadı İslam’ın zirvesi kabul etmişti. Onlar Kur’an-ı Kerim’in cihaddan geri kalmaya dair hükmünün ne kadar şiddetli bir ikaz içerdiğini iyi biliyorlardı. Tevbe suresi 24. ayeti çok iyi öğrenmişlerdi. Dünya mal ve mülkünün onları cihaddan geri koyması durumunda nasıl bir kayıpla karşılaşacaklarını iyi biliyorlardı. Nitekim Rasulullah (s.a.s.) onlara böyle öğretmişti. Kendisi Allah yolunda savaşmayı amellerin en üstünü olarak tanıtmıştı. Onun yanında yetişen bu nesil yine onun yaptığı yönlendirmeyle önce Arap Yarımadası’nda daha sonra da Bizans ve Sasani’ye doğru cihatlarını sürdürdüler. Onlar cihadın “sürekli hareket halinde olma” anlamına geldiğini çok iyi biliyorlardı. Bu nedenledir ki Mekke günlerinde Resûlullah(s.a.s.)’ın yanında iman ve akidesi en yüce noktaya ulaşmış olan bu nesil, cihad noktasında da zirveye ulaştılar.
Cihad aşığı diyebileceğimiz onlarca isim Allah yolunda sürekli hareket halinde olmayı en büyük vazife bildiler. Böyle yapmadıkları taktirde yeryüzünde küfür ve zulüm perdelerinin yırtılamayacağını, insanların zalim kralların pençelerinden kurtulamayacağını çok iyi kavramışlardı. Kapılarını cihadı vesile edinerek çaldıkları sair milletler, onları tanıdıklarında değil onlarla savaşmak başlarında bulunan zalim idarecilerin devrilmesi hususunda onlara dua ettiler. Çünkü cihad vasıtasıyla bu müstesna insanları, karşılarında duran milletler çok iyi tanımışlar ve onların sundukları hayat tarzının yüce bir değer ve mana ifade ettiğine şahit olmuşlardı.
Allah’ın “zalim ve despotlara karşı çekilmiş olan kılıcı” lakabını taşıyan Halid b. Velid cihad aşığı bir sahâbîydi. İslam’a girdikten sonra kılıcını fi-sebilillah kullanan bu büyük komutan adeta cihad için doğmuştu. Annesi onu adeta cihad için dünyaya getirmişti. Vefatı sırasında cihad ameliyesini yerine getirirken şehit olamadığına hayıflanıyordu. Cihad meydanlarında şehit olmayı candan arzulamıştı. Fakat Allah’ın taktiri başka olmuştu. Yetmiş küsür yaşında ve vücudunda cihad sayesinde darbe izi kalmamış bir karış yerin dahi olmadığı bu cengâver sahabi hayata gözlerini normal bir insanın eceliyle ölmesi gibi yummuştu. O, buz gibi gecelerde Allah yolunda düşmanla çarpışmayı çok seven bir cihad adamı olarak tarihe geçti. Allah ve Resulüne iman ettikten sonra Arap Yarımadası, Irak, Suriye ve Cezire toprakları; Urfa, Mardin, Diyarbakır, Nusaybin, Siirt, Gaziantep, Maraş ve sair beldeler onun cihad sırasında atının ayak izlerine ve kılıcının parıltısına şahit olmuştu.
İşte hep hareket halinde olan bir yiğit daha. Resûlullah (s.a.s.)’ın mihmandarı büyük bir sahabi. O da tıpkı Halid gibi cihad için doğmuştu. Hatta cihad etmeyenleri ciddi şekilde ikaz ediyordu. Cihadın hep hareket halinde olmayı gerektirdiğini iyi bildiğinden Medine günlerinde Resûlullah (s.a.s.)’ın yanında tüm savaşlara iştirak ettiği gibi Irak, Mısır ve Suriye topraklarında da cihada koşmuş, bununla yetinmemiş İstanbul’un fethini müjdeleyen hadisin muhtevasındaki anlama mazhar olmak için bu beldeye kadar gelmişti. Yaşlı ve hasta haliyle yine de pes etmiyor, son nefeslerini vermek üzereyken arkadaşlarına önemli bir ricada bulunuyordu. Bu ricasıyla önemli bir mesaj bırakıyordu. O da bu cengâver sahabinin şu sözleriydi: “Beni İslam ordusunun gittiği en uzak noktaya kadar götürün ve oraya defnedin!” Bu sözler Ebu Eyyub el-Ensari’nin cihadı Allah için hep ileri gitmek, Allah için hep hareket halinde olmak, hep ileri atılmak şeklinde anladığını gösteriyordu. Cihaddan maksadın fani bedenlerin fani olmayana doğru yücelmesi, Allah’ın adının sair milletlere ulaştırılması, zalimlerin sultasına son verilmesi olduğuna işaret ediyordu. O da kardeşi Halid gibi cihad aşkıyla bu dünyadan göç etti. Onlardan bazıları her ne kadar düşman darbeleriyle paramparça olmuş bir bedenle rabbe gidemedilerse de rablerinden cihad ecrini en güzel şekilde alacaklardır. Çünkü onların niyetlerini açıkça ortaya koymuş olduklarına şahit olmaktayız.
İşte Resulullah’ın Mekke ve Medine günlerinde hep yanında yer almış ve ilk müslümanlardan olan Sa’d b. Ebu Vakkas. Halid’in sergilediği cihadın ilk hamleleriyle yıpranmış olan İran-Sasani İmparatorluğuna son darbeyi vurup onu tarihin çöplüğüne atan sahabi Sa’d b. Vakkas oldu. Onu İran üzerine sevk eden büyük komutan ise Müslümanların ikinci halifesi Hz. Ömer’di.
Burada isimlerini sayamayacağımız nice cengaver sahabiler var ve bunlara dair nice şan ve şerefle dolu anlatımlar bulunmakta ve onlar tarihin sayfalarını süslemiş durumdadır. 21. yüzyılın genç beyinleri bu anlatıları okuyarak büyüdüklerinde cihadın onların benliğinde nasıl yer ettiğini, Allah için hep hareket halinde olmanın ne anlama geldiğini açık şekilde müşahede edeceklerdir. Cihadın hicri 1. asırda o günkü sahabenin üzerinde bir nakış ve süse dönüştüğünü kavrayacak olan genç beyinler, İslam’ın modern asra sunulmasında harekete geçecekler ve tıpkı İslam’ın şan ve şerefle dolu tarihinde olduğu gibi modern asırda da İslam’ın yücelmesi için sürekli hareket halinde olacaklardır.
O halde Rabbimizin cihada dair kelamını hayatımızın her anında zihnimizde canlı tutmak, nebevi sözlerin cihada dair olanlarını genç nesillere ezberletmek hedeflerimiz arasında yer almalıdır. Müslümanların cihadla izzet bulacaklarını, mülteci durumundan kendi vatanlarında özgürce yaşama durumuna geleceklerini, topraklarında kan-gözyaşı ve barut kokusu değil hak ve hakkaniyetin hakim olduğu bir konuma geleceğini anlayacaklardır. Bu manada Tevbe 24’ü, dillerinin bir virdi haline getirmeleri gerektiğini asla unutmayacaklardır. Zira içinde yaşadığımız şu günlerde emperyalist müttefiklerin İslam topraklarını kan ve barut sahası haline getirdikleri bir dönemden geçmekteyiz. Onların saldırılarını püskürtecek, İslam’ın hâkimiyetini sağlayacak ve şer odaklarının şerlerine dur diyecek yegane girişim ancak ve ancak cihad ile olacaktır.
O halde her ev, dernek, vakıf, mescid ve cami, cihadın gündemde tutulduğu bir merkez, insanların cihad şuuruyla yetiştiği bir ortam ve cihadın talim edildiği bir medrese olacaktır. Cihatsız geçen her vaktin zillete doğru bir kıvrılmaya yol açacağı muhakkaktır. Böyle bir kıvrılmaya yol açacak olan dünya sevgisi, çok mal elde etme arzusu ve tul-i emel, yine isimlerini zikrettiğimiz merkezler vasıtasıyla dizginlenecek ve mana aleminde cihadla yücelmenin dersleri yine buralarda verilecektir.
O halde genciyle, kadınıyla, işçi ve patronuyla bütün Müslümanlar olarak İslam düşmanlarının en çok korktuğu bu kelimeyi yani cihadı bütün benliğimizle hissetmeli, yaşamalı, Allah için yaptığımız her koşuşturmanın, yürüyüşün, yardımın, davetin ve hareketin cihad hanemize bir artı olarak yazılacağını unutmayalım.
Hayatı iman ve cihad olarak benimsemiş olanlara selam olsun.
İşte satır satır Tevbe 24:
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.”

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?