Şu din-i mubin-i İslam, mü’mine ne de büyük bir mükafatın kapısını açmıştır! Bu kapı şehadet kapısıdır. Onu arzu eden her mümine Allah (c.c) onu nasip edecektir. Yeter ki mü’min onu sadakatle, azimle, ısrar ve candan, yürekten istesin. Mü’min kimse şehadeti arzu ettikten sonra yatağında ölse dahi Allah onu şehitlerden saymaktadır. İşte Velid’in oğlu Halid (r.a)! Buz gibi yağmurlu gecelerde kılıcıyla Allah yolunda cihad etmekten hoşlanan büyük komutan sahabi. Hep şehid olma arzusuyla yaşadı. Fakat cihad meydanlarında bir Hz. Hamza (r.a) gibi bir Musab (r.a) gibi şehid olmak ona nasip olmadı. Ama şehit sevabına erişti. Çünkü iman ettiği Resul (sav) ona bu müjdeyi vermiştir. “Şayet mü’min yatağında da ölse şehadeti arzu etmesinden dolayı şehid sevabı alacaktır” yani şehid muamelesi görecektir.

Hz. Hamza (r.a) Uhud meydanında şehid edildi. Şehitlerin efendisi payesini aldı. Ondan önce kardeşleri Sümeyye (r.a) ve Yasir (r.a) de şehid edilmişti. İlk şehidlik bir hanım sahabiye nasip oldu. O bir köleydi ve Rabbine şehadetle kavuştu. Kocası Yasir (r.a) de aynı yolla Rabbine kavuştu. Allah (c.c) Sümeyye (r.a) ve Yasir’in (r.a) oğlu Ammar’a (r.a) da şehadeti nasip etti. Onlar Rablerine şehadetle kavuştular. Bu ne güzel bir yoldu, ne muazzam bir kavuşmaydı. Bu yol “Canı Allah’a Satanlar”ın yoluydu.
Allah Yolunda Ölmeyi Yaşamaya Tercih Edenler
Cihad meydanlarının en önde gelen şehadet adaylarından Velid’in oğlu Halid (r.a) tüm zamanlara mesaj veren bir cümleyi, İran’ın kral ve komutanlarına yazmıştı. Bu cümle şuydu: “Ey kral, ey Fars komutanları! Ya teslim olursunuz ya da üzerinize öyle bir orduyla gelirim ki sizin yaşamayı sevdiğiniz kadar onlar Allah yolunda ölmeyi sevmekteler.” İşte bu, sahabe ordusuydu. Onlar Asr-ı Saadet’in aslanlarıydılar. Saadet asrının bu aslanları, yani Halid b. Velidler, Musablar, Ammarlar, Hamzalar ve Hüseyinler, Resûlullah (sav)’in terbiyesinde her biri bir şehadet adayı olarak yetişti. Şehid olmak arzusuyla yaşadılar. İşte Hattab’ın oğlu Ömer (r.a) şehadeti arzu ediyor. Hem de son elçinin medfun olduğu belde de. O, çağrısında samimi davrandı. Allah da ona karşılığını verdi. O, sadık bir nidayla Rabbine yalvardı, O’na ellerini açıp şehadeti arzu etti, Allah da onun bu arzusunu yerine getirdi.
Müthiş Bir Sahne
Savaş meydanlarında sahabe nesli, ne büyük tablolar ortaya koymuştur. Her bir sahabi cihad meydanlarında adeta canlı bir şehiddir. Yaşayan bir şehiddir her bir sahabi. Neden mi? İşte manzara: Hicri 15 senesinde Şam diyarında Bizans ile Müslümanlar arasında vuku bulan Yermük savaşında her bir sahabi şehid olma arzusuyla öne atılıyor, “Rabbime şehadetle kavuşabilir miyim?” düşüncesini taşıyor, diğer tarafta ise savaştan kaçmalarına mani olmak için Bizans askerleri zincirlerle birbirine bağlanmış ve o halde savaşmaktalar. Böylesi binlerce askeri savaş meydanına sürüklesen ne olur, sürüklemesen ne olur. Durum vahim. Kırk bin kişilik İslam ordusunda üç bin şehid, karşı taraftaki iki yüz bin kişilik Bizans ordusundan seksen bin ölü. İşte imanın küfre galibiyeti. Savaş sırasında şahid olunan bir manzara, saadet asrının yiğitlerinin nasıl bir ruh hali ile yaşadıklarını en manidar şekilde ortaya koymaktadır. İşte manzara: Savaş meydanında yaralı Müslüman askerlere su taşıyan birisi kan kaybetmekte olup su isteyen bir sahabiye su götürürken, başka bir sahabinin su istediğini duyar. Birinci kişi suyu ikincisine götürmesini söyler. İkincisine suyu götüren görevli üçüncü bir ses duyar. O da yaralıdır ve su istemektedir. İkinci kimse suyu üçüncü kardeşine götürmesini ister, bu sırada dördüncü bir kimse su talebinde bulunur. Suyu dördüncüsüne götürdüğünde onun şehid olduğunu görür. En azından üçüncüye götüreyim, der. O da ruhunu teslim etmiştir. Hiç olmazsa ikincisine götüreyim, der. O da şehid olmuştur. Hiç olmazsa birincisine götüreyim, der. Bakar ki o da ruhunu Rabbine teslim etmiştir. İşte onlar bu ruhla yaşadılar ve şehadet anlarında Rablerine uhuvvetin en yücesiyle kavuştular. Çünkü bu uhuvvet, şehadet yolculuğu sırasında yaşanmıştı. Bu, isarın en yücesiydi. Kardeşliğin bütün tarihlere en anlamlı dille anlatılmasıydı. Onlar aynı anda Rablerine cihad meydanlarında, uhuvvetle şehid olarak kavuştular. İnanıyoruz ki mükafatın en büyüğü onların olacaktır.
İşte Günümüz Gençlerinden Bir Manzara
2013’ün Temmuz ayı. Rabia meydanında bir delikanlı. Rabia meydanını kendisine şehadet meydanı olarak seçmiş. On dört yaşlarında. Şehadeti arzu eden bir delikanlı. Tıpkı saadet asrının Abdullah b. Ömer’i (r.a) gibi. Çünkü Abdullah yaşından dolayı neredeyse Resûlullah (sav)’in yanında Allah yolunda savaşa iştirak edemeyecek biri. Allah (c.c) ancak üç gün sonra Rabia meydanındaki bu gence şehadeti nasip ediyor. Tanıdığı bir hocasına “Bana şehadet ne zaman nasip olacak?” diye sorunca, hocası “Sen Allah’a karşı sadık davranırsan Allah da sana karşı sadık davranır” cevabını veriyor. Bu genç peşinde olduğu şehadete ancak üç gün sonra kavuşmuştur. Tam da alnının ortasından vurulmuştur. İşte bu genç mahşerde “Ey Rabbim, sana kanlı gömleğimle geldim, şehadetimi kabul buyur. Beni de şehidler zümresinden kıl” diye nida edecektir. Rabbi, rengi kan renginde, elbisesi şehadet kanıyla bezenmiş bu genci şehitler zümresine dahil edecektir.
Onlar Pak Yaşadılar
Şehid adayları, şu dünya hayatında haramın her türlüsünden uzak durarak yaşarlar. Saadet asrının yiğitleri hep Resûlullah (sav)’in yanı başında İslam’a hizmet aşkıyla bir hayat sürerken, “Acaba bu hayatı şehadetle sonlandırabilir miyim?” düşüncesine sahipti. Çünkü okudukları Kur’ân, onlara bunu öğretmişti. İşte bu yolda onların en büyük muallimi yine Resûlullah (sav) idi. Çünkü şöyle buyuruyordu bütün çağlara: Öldürüleyim, dünyaya döndürülüp yine öldürüleyim, dünyaya döndürülüp yine öldürüleyim.” Bunu ashabına öğretmiş bulunuyordu. Bunu Cafer-i Tayyar’da (r.a) görmek mümkündür. Bunu Mute’nin aslanlarında görmek mümkündür. Resûlullah (sav) onların şehadet sırasını okumuş gibiydi. Allah (c.c) son elçinin (r.a) çizdiği tabloyu doğru çıkardı. Resûlullah (sav) onlar için şehadeti talep etmişti. Onları adeta şehadet meydanına uğurlamıştı. Zeyd b. Harise (r.a), Cafer b. Ebi Talip (r.a) ve Abdullah b. Revaha (r.a), üçü de şehadet şerbetini Resûlullah (sav)’in belirlediği sıraya göre tattı. Bu hayatta pak ve temiz yaşayan bu insanlar, Rablerine ölümlerin en güzeliyle kavuştular.
Onlar Şahid Oldular
Şehid neden şehid/gören diye isimlendirilmiştir? Onlar toprağa şehid olarak düştükleri anda Rablerinin kendileri için hazırlamış olduğu mükafata şahit olmaktadırlar. Bu mükafatı anında görmektedirler. İşte görenler/şehitler diye isimlendirilme nedenlerinden biri budur. Onlar için mükafat olarak cennetler vardır. Onlar Rablerine günahları affolunmuş olarak çıkmaktadırlar. Şehadet, insanı pak ve temiz olarak götürmektedir Rabbin katına. Tertemiz ve arınmış onlarak Adn, Me’va ve Firdevs cennetlerinde konuk edilmektedirler.
Onlar şehadetleri anında çok az bir acı hissederler. Resûlullah (sav)’in bildirdiğine göre bir diken batması kadar bir acı hissederler. Bu da onlar için ayrı bir mükafattır. Büyük bir acıyla karşılaşmamaktadırlar. Allah şehid kulunu katına alırken incinmesini istememektedir. Ona mükâfatın her türlüsünü sunduğu gibi ölüm anında da onu incitmemektedir.
Ey Rabbimiz! Bizleri, her sabah dualarının başına şehadet arzusunu yerleştirip sana el açanlardan kıl! Bizleri bu dünyada şehidler misali her türlü kirden arınmış olarak yaşayanlardan kıl. Ölümlerin en güzeli olan şehadetle canımızı al. Ya bir metropolün soğuk betonlarında ya bir zindanda ya da cihad meydanlarında senin adına çarpışırken canımızı al. Sen şehadeti arzulayan kullarına dilediğini hesapsız verensin.
Ey 21. Yüzyılın mü’min hanımları! İşte Mekke’de Sümeyye (r.a) ve İşte Rabia meydanında Esma. Sizler bu kutlu yolda hazırlık içerisinde olacağınız gibi, yetiştireceğiniz genç nesiller de sizden şehadeti öğrenecekler. Onların bedenlerini besleyip parlattığınız gibi ruhlarını da şehadetle Rablerine kavuşma fikriyle parlatmaya çalışınız. Her biriniz şehadeti öğreten bir anne olabilirsiniz.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?