Oryantalizm nedir?

Oryantalizm, İngilizlerin Hindistan’daki yönetimi için daha öncesinde ise (1683) Doğu ve Yunan kilisesinin üyeleri için kullanılan bir kavramdı. Doğu ile meşgul olmanın kökleri her ne kadar çok eskilere dayansa da oryantalizm, günümüzde modern bir kavram olarak durmaktadır. Zira ilk olarak İngilizcede 1779 yılında kullanılan oryantalist kelimesi, Fransızcada ise 1799 yılında kullanılmış ve Dictionaire de l’Académie Française ‘orientalisme’ kelimesini 1838’de yani yaklaşık yarım yüzyıl sonra sözlüğüne dâhil etmiştir.

Oryantalizmin farklı tanım ve algılayışları mevcuttur. Bu kavram, özellikle Edward Said’in (1935-2003) 1978 yılında kaleme aldığı Oryantalizm kitabının ardından özellikle İslâm dünyasında olumsuz çağrışım yaratmıştır. Bu yüzden oryantalizm için genel geçer bir tasvir yapmak oldukça güçtür. Oryantalizm, asıl olarak Doğu’yla ilgilenen ve Doğu’ya odaklanan Doğu’yu tartışmaya açan bilimsel disiplinler için kullanılan bir kavramdır.

Oryantalizm, Doğu Bilimi, Doğu Dünyası bilimi anlamlarına gelmektedir. Bu yönüyle modadan, sanata ve bilime birbirinden farklı birçok çağrışımı vardır. Said’in yaptığı tasvire göre ise oryantalizm, Doğu ile Batı arasındaki ontolojik ve epistemolojik ayırıma dayanan bir düşünme biçimi olarak karşımıza çıkar. Said, Oryantalizm çalışmasında Batı’nın kendisi gibi olmayanı, enstitüler, bilimler, doktrinler, koloni memurları, romancılar ve seyyahlar aracılığı ile kendi dışında var olanı ayırarak ya da yeni varlığa/kalıba büründürerek bir öteki yarattığını iddia eder. Bu anlamda Said, Doğu’nun Batı için kültürel olarak yeniden inşa edilebilen bir mekân ve coğrafyaya dönüştüğüne vurgu yapar.

Doğu’yu kendi medeniyet kalıpları üzerinden görmek istediği gibi tasvir etmeyi deneyen Batı, bunu sanat, edebiyat, siyaset, bilim ve seyahat yazını olmak üzere farklı alanlarda geniş bir perspektifte yansıtmayı başarmıştır. Bu bağlamda Said, Doğu’nun anlaşılmasında, tecrübe edilmesinde ve yeniden var edilmesinde İngilizce ve Fransızca konuşulan dünyadan yaptığı edebiyat, sanat, seyahat ve akademik alandaki seçkilerle oryantalizmi teorik olarak inşa etmiştir. Bu yazı ile oryantalizmin başlangıcı problemine polemikçi yazım üzerinden yaklaşarak oryantalizmin nasıl dönüştüğüne dikkat çekmeyi amaçlıyoruz.

Oryantalizmin bir başlangıcı var mıdır?

Oryantalizmin tasvirinde ortaya çıkan problem, ona bir başlangıç noktası belirlemekte de yaşanmaktadır. Oryantalizmin tam olarak ne zaman başladığına kesin bir tarih vermek oldukça zor olsa da biz bu yazıda oryantalizmin, başlangıç olarak iki ana damardan beslendiğini iddia ediyoruz. Başlangıcını Emevîler dönemine kadar geriye götürebileceğimiz İslâm’ı nasıl cerh edebilirim düşüncesinden doğan birinci damar; diğeri ise İncil’in daha iyi anlaşılabilmesi amacıyla Aramice, İbranice, Arapça gibi Sami dillerinin öğrenilmesiyle doğan ve gelişen ikinci damar şeklinde tasnif edilebilir.

İslâm’ı nasıl çürütebilirim düşüncesi, bazı misyonerlerin de Arapça öğrenmesinin önünü açmıştır. Bu da aslında birinci durum ile alakalı bir alt sınıflandırma olarak düşünülebilir. Sonuçta hedefi İslâm dünyası olan bir misyoner, Arap dilini İslâm düşüncesinde polemik yaratmak ve İslâm coğrafyasından adam kazanmak amacıyla öğrenmeyi gaye edinmiştir.

Hz. Muhammed’in vefatının ardından İslâm’ın mesajının Arap yarımadasını aşarak uzak coğrafyalara ulaşması, İslâm’ın Hristiyan dünyası için sadece ideolojik ve düşünsel bir tehlike olmanın yanı sıra artık siyasi bir tehlikeye de dönüşmüştü. İslâm dini ile askerî olarak mücadele etmenin yan ısıra düşünsel olarak da mücadele etmek gerekiyordu. Bunun öncelikli yolu, İslâm’ın özgün bir din olmadığı üzerine metin üretmekti.

Hz. Muhammed’in İslâm’ı aslında ‘heretik’ bir rahip olan Bahira’dan öğrendiği yönündeki ilk uydurmalarla polemikçi oryantalizm diyebileceğimiz akımın ortaya çıktığı söylenebilir. Tabi bu İslâm’ın özgünlüğüne yapılan son saldırı olmayacaktır. İslâm’ın çok eşliliğe müsaade etmesi, cihat, ganimet, peygamberin evlilikleri, vahiy vb. konular Ortaçağdan günümüze kadar oryantalistlerin en çok saldırdıkları konular olmuştur.

Ortaçağda doğan ve 19. yüzyılda sıklıkla kendini tekrar eden bu saldırılardan hareketle aslında polemikçiliğin Batı’da bir geleneğe dönüştüğü söylenebilir. Zengin ve entelektüel bir Melkit Hristiyan ailesinden gelen ve Emevîler’in hâkimiyetinde maliyede memur olarak çalışan Yuhanna b. Mansûr nâmı diğer Şamlı Aziz İonnes (ö. 749) polemikçi oryantalizmin erken bir örneğini teşkil eder. Hz. Muhammed’in Ariusçu bir keşişten eğitim aldığını, Kur’ân’ın vahiyleri Eski ve Yeni Ahit’ten aldığı gibi farklı konularda İslâm’a saldıran Yuhanna b. Mansûr benzer polemiklerin yazılmasında bir gelenek oluşturmuştur.

Yine benzer bir üslupla kaleme aldığı bir risale ile Hristiyan bir Arap olan ve Abbasî sarayında kendine bir yer edinen Abdülmesîh İshâk el-Kindî, Kur’ân’a ve Hz. Muhammed’e farklı konularda saldırmaya devam etmiştir. el-Kindî’nin İslâm’a ve Peygambere yönelik uydurduğu hikâyeler, attığı iftiralarla dolu ve tam olarak ne zaman yazıldığı bilinmeyen (aslında tam olarak kimin yazdığı da tartışmalı olan) risalesi 12. yüzyılda Toledo’da Cluny rahibi Pierre tarafından Arapçadan Latinceye çevirtilmiş ve bu çalışma yüzyıllarca Avrupa’da Hz. Muhammed’in yaşamı için bir kaynak olarak kullanılmıştır. Buradan hareketle Avrupa’da İslâm’ın anlaşıl(a)ma(ma)sının nasıl bir temelden çıktığını anlamak zor olmayacaktır.

  1. yüzyıldan itibaren İspanya neredeyse İslâm’a karşı ideolojik savaşın merkezi olmuştu. Müslümanların Kastilya Kralı VI. Alfonso’ya yenik düşmesi, Arapça el yazmalarının Hristiyanların eline geçmesine neden oldu. 1143 yılında Cluny rahibi Pierre, Kettonlu bir rahip olan Robertus Ketenensis eliyle Kur’ân’ı Latinceye çevirtmiştir. Hz. Muhammed’e hakaretler içeren ve ilk çevirilerden biri olan bu kitap, bir Kur’ân çevirisinden ziyade bir propaganda metni olmuştur. Pierre, bu çeviriyle İslâm’ı çürütmeyi amaçlamış ve benzer çevirileri desteklemeye devam etmiştir. Bunun yanı sıra Pierre, İslâm’ı çürütebilmek maksadıyla Sarazenlerin İğrenç Sapkınlığı başlığı ile bir kitap yanında buna benzer kitaplar da yazmıştır

Rahip Pierre gibi İslâm’a karşı polemik kitaplar yazan Raimond Lull’un (1232-1316) başlattığı Arapça metinlerin çevrilmesi hareketinin asıl amacı da İslâm’ı nasıl çürütebiliriz düşüncesinden kaynaklanmıştır. Lull’a göre bir misyonerin Arapça bilmesi gerekiyordu. Bu düşüncede oryantalizm, düşmanını tanımanın önemli bir aracına dönüşmüştür. 1311 yılında işte bu saiklerle toplanan ‘Viyana Konsülü’nde Lull’dan etkilenerek beş Hristiyan üniversitesinde Yunanca, İbranice, Arapça ve Süryanice dillerinin öğretilme kararının alınması, Avrupa’da Doğu çalışmalarının başlangıcı kabul edilir. Bu gelişme Avrupa’da Arapça çalışmalarının zaman içerisinde teolojinin bir yardımcı dalı olarak algılanmasına sebep olmuştur.

Viyana Konsülü ile yukarıda bahsedilen ikinci damar yani İncil’in daha iyi anlaşılması, sapkın Hristiyan akımlar ile mücadele ve misyonerlerin Doğu dillerini bilmesi gerekliliği aynı zamanda oryantalizmin kurumsallaşmasının ilk başlangıcı sayılabilir. Zikredilen örnekler aracılığı ile oryantalist söylemin kaynağının nasıl oluştuğu ve zaman içeresinde nasıl bir geleneğe dönüştüğü böylece anlaşılabilir.

Oryantalist söylemde en dikkat çekici unsur İslâm’ın orijinalliğine yapılan saldırılardır. Bunun temel nedenlerinden biri Yahudi ve Hristiyan oryantalistlerin İslâm’ı kendi dinlerine bir rakip olarak görmeleridir. Örneğin 19. yüzyılda Abraham Geiger, ‘Was hat Mohammed aus dem Judenthume aufgenommen? (Muhammed Yahudilikten Ne Aldı)’ kitabı ile İslâm’ın Yahudilikten oldukça etkilendiğini iddia ederek karşılaştırmalar yapmıştır. Geiger’den daha sonra Ignaz Goldziher, benzer bir yaklaşım ile derslerinde İslâm’ın orijinal olmadığını vurgulayarak İslâm’ın Helenizm, Roma Hukuku, İran devlet düşüncesi ve mistisizmi, Hint düşüncesi, yeni Platonculuk ve özellikle Yahudi geleneklerinin yeniden işlenmesi ile meydana gelen bir din olduğunu iddia etmiştir. Buna benzer örnekler elbette ki, daha da arttırılabilir. Görüldüğü gibi oryantalizm, bir taraftan akademik bir disiplin olurken öte taraftan İslâm’a saldırının da bir aracı olmuştur.

Oryantalizmin dönüşümü

Yukarıda görüldüğü gibi Avrupa’da teolojiyi merkez alarak gelişen oryantalizm, zaman içerisinde filolojik çalışmalara evrilerek Doğu metinleri üzerinden bir gelenek inşa etmiştir. Oryantalizmi teolojinin zincirlerinden kurtaran ve modern Arabiyâtın kurucusu olarak kabul edilen Fransız oryantalist Silvestre de Sacy (1758-1838), bu dönüşümde önemli bir yere sahiptir. 1795’te Ecole des Langues Orientales kurulduğunda Arapça kürsüsünün başına geçerek Paris’i oryantalizmin merkezi haline getiren Sacy, birçok öğrenci yetiştirmiş ve öğrencileri Avrupa’nın neredeyse her tarafına dağılmıştır.

Tüm Avrupalı oryantalistleri etkileyen Sacy, Avrupa’da Arap dili filolojisinin kurucusu ve oryantalizmin genel olarak Avrupa’da filolojileşme, bilimselleşme ve enstitüleşmesine 19. yüzyılda yön veren bir şahsiyettir. Sacy, yeni bir boyut kattığı Arabiyâtı, Ortadoğu dilleri ile sınırlı tutmayarak Hindistan ve Çin dilleriyle daha da genişletmiştir. Sacy’nin bilime verdiği önem, o dönem Fransa’sının siyasi ve ekonomik çıkarlarına ters düşmesine rağmen konuşulan Arapça yerine klasik Arapçaya verdiği önemden anlaşılabilir. Yani iktidarın beklentisi, Fransa’nın yayılmacı çıkarlarına hizmet edecek şekilde günlük pratik Arapçayı öne çıkaracak bir metodolojinin hayat bulması yönündedir.

  1. Yüzyılın sonlarına doğru sömürgeciliğin kurumsallaşması, yani Batı’nın Doğu’yu siyasal keşfi ile oryantalizm geleneği, disiplinleşme sürecinde antropoloji, etnoloji, hukuk ve siyaset bilimleri ile ilişki kurarak sosyo-kültürel çalışmalara yönelmiştir. Peki, bu değişimi zorlayan şey nedir sorusunun cevabı, Avrupa kolonyalizminde aranmalıdır. Hâkim olunan toprakların iyi anlaşılması düşüncesi, filolojiye itirazları yükseltmiş ve oryantalizmin içerisinden yeni bir yöntemin zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Zira ölü Doğu’yu işlemek, artık çağın gereksinimlerini karşılamıyordu.

Ölü Doğu’ya can vermek gerekiyordu. Bu düşünceden hareketle yeni bir kültür konsepti ile şekillenen oryantalizm, bilgiyi Batı’ya aktaran aynı zamanda siyasal bir disipline dönüşerek kolonyalizmin hizmetine girecekti. Oryantalizm, bilgiye hükmedebilmenin en temel dayanaklarından biridir. İktidarı ayakta tutan şey, onun bilgiye ne kadar hükmettiği ile yakından ilişkilidir.

Yeniden Said’e dönersek Said, oryantalist bilginin masum ve objektif olmayıp belli menfaatleri yansıtan bir sürecin sonucu olduğunu iddia etmiş ve bilgi-iktidar ilişkisi tezleri üzerinden Batı’nın oryantalizmi bir araç olarak kullandığını vurgulamıştır. Söz konusu bu ‘araçla’ elde ettiği bilgi ile Doğu’ya hükmetmeyi amaçlayan Batı, aynı zamanda Doğu’yu belirli kültürel kalıplarla değerlendirmiştir, yani Said’in deyimiyle oryantalizm, Doğu’yu doğululaştırma (orientalizing the orientals) sürecidir. Bu bağlamda oryantalizm, Batı’nın ötekisi olan Doğu’yu inşa etmede, onu kendi karşısına yerleştirmede ve bunu kendi toplumlarına aktarmada önemli derecede birinci elden metinsel araca dönüşmüştür. Yani hem bilgiyi hükmetme aracı olarak kullanma hem de bilgiyle Doğu’yu belirli kültürel kalıpların içerisine hapsetme…

Kaynakça

1) Edward W. Said, Şarkiyatçılık: Batı’nın Şark Anlayışları, Çev. Berna Ülner, Metis Yayınları, 2013, İstanbul. 2) Mangold, Sabine, Eine weltbürgerliche Wissenschaft: Die deutsche Orientalistik im 19. Jahrhundert, Franz Steiner Verlag, Stuttgart, 2004. 3) Remzi Avcı, Alman Oryantalizmi: Carl Heinrich Becker ve Martin Hartmann Örneğinde Osmanlı Toplum ve Siyaset Söylemi, Yayınlanmamış Doktora Tezi. 4) Robert Irwin, Oryantalistler ve Düşmanları, Çev. Bahar Tırnakçı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2007.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?