Suriye’de, Irak’ta Mısır’da, Arakan’da Filistin’de… kısaca tüm İslam coğrafyasında meydana gelen zulüm, haksızlık, ölüm ve mukaddes gördüğümüz her şeyin ayaklar altına alındığını, ümmetin izzeti ve şerefinin yerle bir edildiği bu günlerde çalıyor kapımızı Ramazan…
Ümmetin bu kadar öncelikli meseleleri varken, dertlerinin içinde boğulacak durumdayken, ceviz kabuğunu dahi doldurmayacak boş meseleler içinde bocalayan, ihtilaflar içinde kaybolmuş durumdayken çalıyor kapımızı Ramazan…
Ümmetin diğer bir kısmı da günahlara dalmış, Müslüman kimliğini neredeyse kaybetmiş, kendi zevk ve sefasına dalmışken çalıyor kapımızı Ramazan…
Diğer bir kısmı ise gaflet içinde, adımları sağlam olmayan, sorumluluk duyan ama gereğini yapmayan, kalbi ile buğz etmekle yetinen bir haldeyken Ramazan çalıyor kapımızı…
Üzerimizde ölü toprağı atılmışken gelen bir kurtarıcı var… Bizi kendimize getirecek, silkelenmemize vesile olacak, yeniden dirileceğimiz ve derilerimizi yenileyeceğimiz bir fırsatla gelen kurtarıcı Ramazan… Geldi, geliyor.
Sevgili Kardeşlerim;
Ümmetin durumu ortada, yılda bir iki defa günah çıkarır gibi bir iki damla göz yaşı akıtarak ümmetin durumunu düzeltemeyeceğimiz aşikâr, geceleri uykularımızın kaçması gerekiyor, Allah yolunda koşturmamız, yorulmamız, Müslümanların dertleriyle dertlenmemiz gerekiyor. Sadece sorumluluk duymamız yetmiyor; bu güzel duyguları harekete geçirmemiz, imanı salih amel ile buluşturmamız gerekiyor. Bu dünya imtihan dünyası, imtihanın farkında olmamız gerekiyor. Bizler bu dünyaya sadece karnımızı doyurmak, neslimizi devam ettirmek için gelmedik. Mısır darbesinden önce Müslüman Kardeşler Genel Mürşidi Muhammed Bedi’i bir televizyon programında aklıma kazılan şu müthiş sözleri sarf etmişti: “Karın tokluğunu hayatın amacı haline getiren sadece bu uğurda yaşayan ümmet kaybetmiştir.’’ Hakikaten de tam bir hüsran hali ve ümmetin şu anki durumunu özetleyen bir tespit…
Sevgili Kardeşlerim; Ümmetin durumunu zevk ve sefaya dalanlar, ihtilaflar içinde boğulup asıl meselelerini unutanlar ve gaflet içinde bocalayanlar değiştiremeyeceklerdir. Değiştirmek için değişmek lazımdır. En başta kendi nefsimizden başlamalıyız. Çok susayan bir insan yarım bardak su ile yetinemez. Yarım bardak su, susayan kişiye bile fayda vermezken etrafımızda kana kana su içmek isteyen insanlara kim su dağıtacak, kim onları davet edecek!
Sevgili Kardeşlerim;
Su bardağı, nefsimiz; içindeki su, kitabımız Kur’an-ı Kerim; zikrimiz, gece kıyamımız; tövbe istiğfarımız, ibadetlerimiz olsun. İnsanlara dağıttığımız ‘Su’ ise Allah’a davetimiz, alnımızdan akan terimiz olsun… Nefsimizin azığını vermediğimiz müddetçe insanlara dağıtacağımız bir damla suyumuz olamaz. Doğunun değerli alimlerinden Molla Salih Turgut hocamız bir konuşmasında şöyle söylemişti: “İslam davasının 3 damlaya çok ihtiyacı var;
1. Allah korkusundan geceleri akan gözyaşı damlaları,
2. Allah yolunda koştururken akıtılan ter damlaları,
3. Ve Allah yolunda şehit olan mücahidin kan damlaları.’’
O halde gelin Sevgili Kardeşlerim;
Halid Ebu Şadi’nin Ramazan ayı için yazmış olduğu “Ramazan Baharı – 30 Günde Manevi Devrim” kitabı ile bizlere sunmuş olduğu reçeteyi gözden geçirelim. Hepimiz hastayız, bunu kabul edelim ve bu reçeteye ihtiyacımız var. Nefsimizi ıslah etmeye ve başkalarını Allah’a davet etmeye ihtiyacımız var. Buna mecburuz. Aksi halde yukarıda bahsetmiş olduğumuz İslam ümmetinin durumunu nasıl değiştirebiliriz. Sonra ırzına geçilen bacılarımıza, katledilen körpecik yavruların yüzüne nasıl bakar, hiç kimsenin torpilinin bir işe yaramadığı kıyamet gününde Allaha nasıl hesap veririz?
Halid Ebu Şadi bu değerli kitabında bizlerden aşağıdaki şekillerde de görüleceği üzere kısaca iki şey istiyor. Onlar da nefsimizi ıslah edip başkalarını davet etmemizdir.
Gelin hep beraber üstteki şekillerde ilginize sunulan reçetenin kullanma talimatlarını Halid Ebu Şadi’nin bu değerli kitabından öğrenelim. Bu ramazan son ramazanımız olacakmış gibi ibadetlerden gerekli azığımızı bolca alalım. Bıkmadan usanmadan çeşitli araç ve vesileleri kullanarak insanları Allaha davet edelim.
Yüce Rabbimden niyazım bizleri Hz. Muhammed sallahü aleyhi vesellem’in ümmetine layık kılması, İslam ümmetine hakkettiği izzeti, şerefi bizlerin elleriyle, gayretleriyle nasip etmesidir. Unutmayalım ki Üstad el-Benna’nın da söylediği gibi yarınlar yorgun olanların değil Allah yolunda çalışanların olacaktır.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?