Ramazan ayı içerisinde gerçekleşen birçok önemli olay vardır. Yine bu ayda birçok ilk yaşanmıştır. Bunlardan en önemlisi diyebileceğimiz olay Mekke’nin Fethi hadisesidir. Bu ayın Kuranın indiği ay olması elbette önemli bir cihettir. Oruç ayı olması, mü’minlerin bu ayda sosyal bir dayanışma örneği olarak oruç tutup hem nefis tezkiyesi yapmaları ve hem de açlık içinde bulunan insanların halini ahvalini idrak etmeye çalışmaları bu ayda gerçekleşir. Lakin Fetih hadisesi, üzerinde durulması gereken daha önemli bir olaydır.
Mekke’nin fethi hadisesi; Müslümanların Kureyşlilerin elinde bulunan Mekke’yi 11 Ocak 630 senesinde (Ramazanın 20. günü Hicretin 8. yılı) alması ile gerçekleşmiştir. Mekke şehri Hz Muhammed’in dünyaya geldiği, çocukluğunu ve gençliği geçirdiği, Nübüvvet kitabının baştan sona indirildiği, Hz Âdem döneminden itibaren tevhit inancının merkezi olmuş ve daha önemlisi Müslümanların Kudüs’ten sonra 2. kıblesi olan Kâbe’nin bulunduğu şehirdir. Bu nedenlerden dolayı Müslümanlar açısından ayrı bir önemi bulunmaktadır.
İslam Ordusu, 11 Ocak günü Hz Muhammed’in komutasında savaş için hazırlandı. Hz Muhammed orduyu dört kola ayırarak şu emri verdi; “Size karşı koyulup, saldırılmadıkça, kimseyle çarpışmaya girmeyeceksiniz. Hiç kimseyi öldürmeye yeltenmeyeceksiniz.” Hz Muhammed’in hareket emriyle, Fetih suresi okunarak, Mekke’ye girildi. Halid bin Velid’in komuta ettiği 4. kolun dışında, diğer kollar herhangi bir direnişle karşılaşmadılar. Neticede Mekke kan dökülmeden Fethedilerek hasret sona ermiş, Müslümanlar uzun bir aradan sonra öz vatanlarına kavuşmuşlardır. Muhacir durumuna düşen mü’minlerin bu zaferle elde ettikleri kavuşma duygusu Ramazan ayındaki duyguyu daha bir kavileştirmiş, oruçla zirvesine çıkılan itaat şuurunun Fetihle de zaferi kutlanmıştır.
Zafer mü’mine çok yakışan bir elbisedir. Onun sahibi ise Allah’tır. Allah dilediğinde bu elbiseyi mü’minlere giydirerek ödüllendirir. Fetih suresi okunarak girilen Mekke de coşkun bir sel gibi akan mü’minler, kimseyi öldürmeden şehri teslim almış ve Kâbe’yi putlardan arındırmışlardır. Eğer mü’minler daha önce, yüreklerini istila eden putları kırmamış olsalardı, Kâbe’de bulunan putları kıramazlardı. Önce kendi nefislerinde yaşadılar fethi. Kendi azalarını fethettiler. Yürek devrimini kendi bedenlerinde gerçekleştirdiler.
Hicretten bir buçuk sene sonra Ramazan orucu farz kılınmıştır. Hicretin sekizinci senesinde de Mekke’nin fethi gerçekleşmiştir. Mü’minlerin bu zafere oruçlu bir ağız ile girdiklerini görmekteyiz. Bu nedenle rahatlıkla söyleyebiliriz ki, ”Ramazan ayı Fetih ve Zafer ayıdır.”
Oruçla zihnen ve fikren tekâmüle ulaşan insanoğlu için bu güzellik, zaferin de muştulayıcısı olmakta bir bakıma. Fetih, durduk yere elde edilecek bir sonuç değildir. Ona ulaşmak güçtür. Öncesinde yapılacaklar vardır. Tekrar tekrar yapılacaklar… Sadece güç ile olsaydı bu güç zaten ehli salipte vardı. Küfür zaten bu maddi güce sahipti. Onların sayıca ve de silahça güçlü olduğu aşikâr. Bununla birlikte korkuları ve zaafları vardı. Bu zaaflar ve onları bir yaprak gibi titreten korkuları olduğu sürece onların zafer elde etmeleri, düşünülecek şey miydi? Kesinlikle hayır. Nefis canavarı bir budama makinesi gibi karşında dururken ve sendeki tüm güzellikleri, olumlu tüm hasletleri budayıp dururken, seni dünya şaşkını, mal düşkünü ve ölüm korkusuyla deli divaneye çevirmişken bunu yapman ve zafer elde etmen asla kabil değildir. Bu nedenle düşman tüm bu noksanlıklar içinde ama asker sayısı ve mühimmat noktasında bolluk içinde… Bu durum onlara asla üstünlük sağlamadı.
Ramazan ayı mü’minin geri planda her türlü zaafından arınıp bilendiği ve düşmanı olan her türlü varlığa ve duruma karşı güçlendiği bir kışla. Aslında oruç ayı devasa bir kale… Tüm mü’minler, bu kalede fabrika ayarlarına döner. Sonra, hisseden ve fikreden, hulusu kalp ile Rabbine yönelen bir kul olur. Böylece fethe çıktığında daha ölçülü, daha hazır ve daha makul davrandığı, her türlü olumsuz eylemlerinden de arındığı için zafere yakın durduğu ve nihayetinde zafere kavuştuğu gün ışığı kadar aşikâr.
Rabbimize dayanıp onunla iş kurmak, onun dininin yardımcısı olup onun yardımına nail olmak, zakiri olup onca zikredilmek, ona doğru yönelip koşmak ve onunda bize koşmasını sağlamak o kadar kolay bir olaydır ki, bunun için niyet etmek yeterli. Bunun için bir adım yeterli. Gerisi hikâye. Yeter ki sen buna karar ver. Rabbin yüreğinden yakaladı mı artık oraya şeytan giremez. Rabbin oraya nurunu doldurdu mu, fethetti mi sen de fethedilen o yürekle nice yürekleri fethedersin. Namazların anlam kazanır. Daha önce kıldığın namazları beğenmez ve yeniden kılmak istersin. Bu donanımla öyle bir yükselirsin ki, artık hiçbir dünyevi ağırlık seni aşağı çekemez. Ağırlıklarından kurtulmakla miracın ne demek olduğunu daha iyi anlarsın.
Her mevsimin bir güzelliği var. Sen dilersen her mevsime en çok hoşuna giden anlamı yükleyebilirsin. Oruç mevsiminde yaşadığın baharı diğer mevsimlerde de zaman zaman oruç tutarak yaşayabilirsin. Orucun ikliminde gerçekleştirdiğin yürek devrimini böylece diğer zamanlara da taşımış olursun. Bu seni oldukça güçlü ve izzetli kılar. Yorgunluğunu unutursun. Dünya işleri ile ilgili yapmakta oldukların, üzerinde muhakkak bir yorgunluk ve yılgınlık bırakır. Güzelliğinin solduğuna, huzurunun kaçtığına tanık olursun Nerdeyse dünyevileşir, uhrevi kimliğinden ödünler verirsin. Tam da bu noktada devreye giren oruç, seni parlatarak özgünlüğüne kavuşturur. Üzerine sinen ne kadar toz ve is varsa üfürerek güzelliğine güzellik katar.
“Oruçlunun ağız kokusu misktir” demez mi Kâinatın efendisi. Oruçlunun ağız kokusu misk ise gerisini siz düşünün. Peki, bu ayda şeytanlar nasıl zincirlere vurulur. Herkesin şeytanı zincirlere vurulur mu? Eğer bir güç tüm şeytanları zincirlere vurmaktaysa, o halde günah işlemekte olanlar bu günahları nasıl işlemekteler. Biliyoruz ki her kişiye musallat olan şeytanlar vardır. Ramazan ayında oruç tutan kişinin şeytanı, ondan umudunu keser hale geldiğinden dolayı, vurgun yemişe döner. Dizlerinin bağı çözülür. Onca zikrin, okunan kuranların ve yapılan ibadetlerin arasında… Zincirlenir… Senin dudaklarından dökülen her zikir, zincirin bir halkası olur. Şeytan, bir halt işleyemez olur. Dizginlenir. Nefis de öyle. O da takatsiz bir vaziyette bir köşede yığılır kalır. Oruç tutularak onlara gereken ders verilmiş olur.
Mü’min fethin ve zaferin hazzını yaşar. Bunun öteki zamanlara da taşıması gerektiğini düşünür. “Sadece Ramazan ayında kalmamalı. Diğer aylara da taşımalı bu iklimi” diye tefekkür eder. Eğer bu bilinci sonraki zamanlar da ada devam ederse, bunu başarabilir. Çünkü bu ayda Kuran inmiştir. Bu ayda Kadir gecesi vardır. Bu ayda toplu ibadetler vardır. Allahın lütfü, beraber yapılan ibadetlerle gökten yağmurlar misali akar. Bu güzelliklerin hepsini hep beraber diğer aylara da taşırsak fetihte zafer de devam edecektir. Ama bu bizim irademize bağlıdır. Var mıyız bu duyguyu, bu olgunluğu, zikir ve ibadet iklimini diğer aylara da taşımaya? Var mıyız şeytanları bağladığımız zincirleri hiç açmadan kıyamete kadar esir etmeye, imanımızı özgür kılmaya?

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?