Ramazan-ı şerif, Allah Teâlâ’nın bizi cennete hazırlayacak en büyük müjdelerindendir. “Ramazan’ı on bir ayda yaşayabilmek” için öncelikle Allah tarafından Ümmet-i Muhammed’e (s.a.s.) rahmet, bağışlanma ve arınma vesilesi olan “Ramazan ayı”nı ve “orucu” iyi anlamak gerekir. Bu münasebetle ilk önce bu kavramların ne anlama geldiğini açıkladıktan sonra önemi ve hikmetlerini açıklamaya çalışacağız.
Ramazan kavramı ile ilgili birçok tanımlama yapılmıştır. Ancak biz sadece muteber iki görüş zikretmekle yetineceğiz. Rağıp el-İsfehânî şöyle tarif etmektedir: Ramazan, aşırı sıcak olma, kavrulma, güneşten yanmış toprak demektir. Zemahşeri de bu görüşü destekler nitelikte, eski dillerden ayların isimleri nakledileceği zaman o ayların denk geldiği zamana nispetle isimlendirildiğini söylemektedir. Ramazan ayı da aşırı sıcak bir döneme denk geldiğinden böyle isimlendirilmiştir. İkinci görüş ise sâlih amellerin günahları (yakmasından) ve yok etmesinden ötürü Ramazan diye isimlendirildiği şeklindedir.
Istılahi manasına gelince Ramazan; kameri takvime göre şaban ayından sonra gelip kendisini şevval ayının takip ettiği dokuzuncu aydır. Oruç ise sözlükte bir şeyden kendini alıkoymak ve onu terk etmektir. Istılahi olarak ise kişinin niyet ederek fecrin doğuşundan batışına dek kendini yeme, içme ve cinsel ilişkiden alıkoyup haramlardan sakınmasıdır. Peki, Ramazan ayı ile orucun nasıl bir ilişkisi olabilir. Yüce Allah Bakara Sûresi’nde “Ey iman edenler sizden öncekilerin üzerine farz kılındığı gibi sakınasınız diye size de oruç farz kılındı.” buyurmaktadır. Bu ayetten orucun bizden öncekilere de farz kılındığı anlaşılmaktadır. Tefsirlerde bu grupların ehl-i kitap veya sadece Hristiyanlar olduğu zikredilmektedir. Ayrıca müfessirler burada Yüce Allah’ın onlara orucu farz kıldığını ancak onların oruç tutma zamanı Ramazan’a yani aşırı sıcak vakte denk gelmesinden ötürü (orucun) zamanını değiştirdiklerini zikrederler.
Orucun Ramazan ayı içerisinde tutulmasının bir diğer sebebi ise Kur’ân-ı Kerîm’in o ay içerisinde bulunan ve bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi’nde indirilmesidir. Bu da oruç ibadetini en hayırlı ayın en hayırlı günlerine denk getirmek manasına gelmektedir. Yani netice itibarıyla Yüce Allah kuluna bire bin vermek istemektedir.
Orucun Mahiyeti ve Önemi
Bu hususta birçok hadis vârid olmuştur. Bu hadislerde orucun şehevi arzu ve isteklere karşı kalkan olduğu, inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek tutanın geçmiş günahlarının bağışlanacağı ve yine oruç tutanın cennette “Reyyan” kapısından gireceği zikredilmektedir. Bütün bunlar orucun dinimizce ne kadar önemsendiğini göstermektedir. Hatta başka bir hadis-i şerifte “Âdemoğlunun her ameli katlanır, iyilikler on katından yedi yüz katına kadar katlanır. Yüce Allah dedi ki: Oruç bunun dışındadır, o benim içindir ve onun mükâfatını ben vereceğim. Çünkü yemesini, içmesini ve arzularını benim için terk etmiştir.” buyurmaktadır. Ancak şurası unutulmamalıdır ki bütün bu övgü ve mükâfatlara nail olabilmenin tek şartı samimiyet ve ihlastır. Aksi takdirde “Nice oruç tutanlar vardır ki orucundan susuzluk çekme ve açlıktan başka bir kazancı olmaz.” diye devam eden hadiste varit olduğu üzere orucun o kişiye zarardan başka getirisi olmayacaktır. Hâsılı on bir ayın sultanı olan Ramazan ayı ve oruç ibadetinden sevap kazanmamızın olmazsa olmaz şartı sahih bir niyettir.
Peki, içerisinde sayısızca bereket ve mükâfatı barındıran bu mübarek ayda hangi ibadetler yapılmalıdır? En başta kendisinde Kur’ân-ı Kerîm’in indirilmesi hasebiyle bu ayda yapılabilecek en faziletli amel Kur’ân-ı Kerîm’i okumak ve onunla hemhal olmaktır. Nitekim ayeti kerîmede Ramazan ayını Kur’ân’ın inzaline vasfetmesi bu ayda yapılabilecek en hayırlı amelin de onu okumak ve tedebbür etmek olduğunu gözler önüne sermektedir. İkincisi ise bu ayda semavatın kapılarının açılması ve rahmetin bardaktan boşanırcasına yağması hasebiyle çokça istiğfar, dua ve zikir yapılmasıdır. Çünkü hadis-i şerifte oruçlunun duasının makbul olduğu zikredilir. Üçüncüsü ise bu ayın bir diğer paha biçilmez ibadeti olan itikâftır. İtikâf; akıl sağlığı yerinde ve ergenlik çağına girmiş bir Müslüman’ın bir mescitte ibadet niyetiyle bir süreliğine kendini sosyal hayattan soyutlayıp Allah ile baş başa kalmasıdır. Yani bu süre zarfında sadece zaruri ihtiyaçlar için mescitten çıkabilir. Orada yer, içer, uyur ve ibadet eder. Nitekim Peygamber Efendimiz de özellikle Kadir gecesine denk getirmek maksadıyla Ramazan’ın son on gününde itikâfa girerdi, bize de bunu tavsiye ederdi. Bu saydığımız üç ibadet en faziletli olanlarıydı. Bunlarla beraber fıtır sadakası vermek, sahura kalkmak, oruçluları doyurmak ve bu ayda umre yapmak gibi ibadetleri de sayabiliriz.
Peki, Ramazan’ı on bir ayda nasıl yaşayabiliriz?
Unutmayalım ki bu dünya bir imtihan yeridir. Müminin görevi Allah’a (c.c.) kul olmaktır. Yani hayatın tamamını Allah’ın (c.c.) emrine göre programlamaktır. Nitekim Allah (c.c.) Zâriyât suresi 56. ayette “Ben insanları ve cinleri yalnızca bana kulluk etsinler diye yarattım” buyurmuştur. Dolayısıyla mümin kulluk bilincine vararak hayatının her anını Allah Teâlâ’nın rızasını düşünerek yaşamalıdır. İşte senede bir defa gelen on bir ayın sultanı Ramazan ayı bize kulluğumuzu hatırlatan en büyük nimetlerdendir Mümin bu ayı Kur’ân, namaz, oruç, tesbih, itikâf, fitre, zikir gibi ibadetlerle geçirerek günahlarından arınmış olur. Ve günahlarından arınma vesilesiyle Ramazan’ın sonunda bayram eder. Mümin gerçek ve halis bir niyetle Ramazanını geçirirse Allah Teâlâ’nın rahmeti, bereketi ve mağfiretine mazhar olur. Nitekim Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Ramazan ayı girince Cennet kapıları açılır, Cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur.” Mümin Ramazan ayında girdiği bu halet-i ruhiyeyi devam ettirerek yaşadığı her anı kendisine Ramazan ilan edebilir. Burada önemli olan ibadetlerin çokluğu değil, sürekliliğidir. Çünkü amellerin en hayırlısı az da olsa, sürekli olanıdır. Biz Ramazan gibi bir ömür yaşayalım ki ahiretimiz bayram olsun.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?