Sevgi bir bebek gibidir. Doğar, büyür, gelişir. Doğduktan sonra da ilgi ister. Büyümesi hep devam eder. Onu büyüten ve sağlıklı kılan vesileler vardır. O vesilelere tevessül ettikçe gelişimi devam eder. Onun varlığı kalbe kuvvet kazandırır. Sağlıklı bir bilinç ve iç huzur oluşur. Organlar arasında güçlü bir bağ örülür ve bu bağ sayesinde her zorluğun üstesinden gelinir. Sevginin kendisi güçlü bir kaledir aynı zamanda. Sahibini dış etkenlerden korur. Art niyet olmaz sevgide. Tamamen halisane duygularla gelişir. Sevilen varlığa karşı bağlılık geliştirir. Ondan uzak olmak, arada mesafe olmak veya ulaşamamak sıkıntı verir. Seven, sürekli olarak sevdiğine yakın durmak ister. Sevilene bunu hissettirmek ve ondan da karşılık görmek ister. Bu hal öyle bir noktaya gelir ki, aşk boyutuna erişir. Sevgiden de öte bir duygu.
Beş duyu organının kendine has sevgisi vardır. Bu sevgi sayesinde bu duyular günlük tatminlerini sağlarlar. İlgi alanlarına giren durumlarla karşılaştıkça ve arzularına göre işler yürüdükçe mutlu olurlar. Aksi halde mutsuzdurlar. Sevgi varsa mutluluk vardır. Sevgi yoksa her sevginin aksettiği organ olan kalpte katılaşma oluşur ve bu şekilde mutsuzluk belirtileri ortaya çıkmaya başlar.
Aklın da sevgisi vardır. O bir şeyler öğrendikçe ve bu öğrenilen bilgileri paylaştıkça müthiş bir haz alır ve sevgisi katlanarak artar. Sevince dönüşür. Çünkü akıl nakletmekten hoşlanır. Onun bilgiyi aktarmakla sağladığı bu sevgi aklın sevgisi diye tanımlanır. Bir de kalp vardır. Kalpten duyulan sevgi vardır. Denilebilir ki aslında her ferdin sevdiği bir nesne, bir varlık vardır. Bu sevginin kaynağını bilen ve bulanlar, esas erdemli ve gerçek mutluluğu bulan kişilerdir. Kalpten sevince tüm hücrelerin sahiplenmesi ve kucaklaması gerçekleşir. Aidiyet oluşur. Fedakârlık neticesi bağlılıkta zirveye erişilir. Bu sevginin hasredildiği varlık önemlidir. Fani bir varlıkta tecelli eden sevgi ile Baki olana duyulan sevgi arasında fark vardır. Tüm sevgilerin ulaştığı bir deniz ve hatta okyanus vardır. O okyanus; Allah’a ulaşan ve son noktasını bulan sevginin şekillendiği okyanustur, zirvedir.
Bizler okulumuzu, işimizi, ailemizi severiz. Eşimizi severiz. Geçimimizi sağladığımız maddi imkânlarımızı, bağımızı bahçemizi severiz. Dinimizi, Peygamberimizi ve Allah’ı severiz. Bunlardan bazılarını bazılarından çok severiz. Sonuçta birini hepsinden öte severiz. Eğer tüm sevdiklerimizi Allah için sevmiyorsak, dünyayı ve içindekileri bizi yaratan ve sayısız nimetlerle donatan, karşılığında bizden kulluk vazifesi bekleyen Allahtan daha çok seviyorsak, Allah’ı seviyorum demenin de bir anlamı kalmaz. Tüm sevgilerin başı Allah sevgisi olmalıdır. Sevdiğimiz her ne varsa onun rızası için sevmeli ve hiçbir sevgiyi ona duyduğumuz sevginin önüne geçirmemeliyiz.
Allah’a duyduğumuz sevgi öyle bir bağlılığa dönüşmelidir ki, tüm hücrelerimiz onu solumalı, tüm işlerimiz onun hürmetine başlamalı ve bitmelidir. Onun varlığını öyle hissetmeliyiz ki; yatarken, kalkarken, yerken ve içerken, haddi zatında tüm eylemlerimizde bizi görüp gözettiğini hatırdan çıkarmamalıyız. Ona duyduğumuz sevgi gibi onun da bizi sevdiğini düşünmeliyiz. Bilmeliyiz ki, biz onu ne kadar seviyorsak o bizi bizim onu sevdiğimizden daha çok sever.
Allah sevgisi, onu bilip tanıdıkça daha da artan ve kavileşen, aşka dönüşen bir sevgidir. Bu sevgiyi arttıran unsur ilimdir. Allah’ın yaratıcılığını, esmasını bilen, onun kudretini, azametini ve merhametini bilen ondan daha çok korkar ve onu daha çok sever. Allah korkusu ise ondan uzaklaşmayı değil, ona daha çok yakın durmayı sağlayıcı bir unsurdur. Bu farklı bir durumdur. Günlük hayatta yaşanılanın aksine bir korku… Bu nedenle Allahtan en çok âlimler korkar. En çok âlimler Allah’ı sever. Bir yazar ya da sanatçıyı düşünün. O sanatçı ya da yazarın hayranı demek, ne demektir? Onu en çok dinleyen ve okuyan, Onu araştıran… Eserlerini okumayan ve dinlemeyen birisi onu ne bilsin. Ya da ben onu seviyorum dese bu neyi ifade eder?
Ömer bin Abdülaziz’in bir hizmetçisi vardı. Bu kişi gündüz hizmet eder, gece olunca bir köşeye çekilir, dua eder, gözyaşları içinde Allah Teâla’dan bir şeyler isterdi. Ömer bin Abdülaziz, hizmetçinin neler söylediğini merak etti. Bir gün dinledi. Hizmetçi;” Ya Rabbi, bana olan sevgin hürmetine, beni mağfiret eyle, bana rahmet et.” diyordu. Hizmetçinin duasına hayret edip; “Ey hizmetçi, bu ne cüret?” diye sordu. Hizmetçi; “ Allah Teâlâ beni sevmeseydi, sen uykuda iken, beni uyanık tutar, kendisiyle meşgul eder miydi? Kur’an-ı kerimde, “Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever” buyuruyor. Önce kendi sevgisini bildiriyor. Sonra da sevdiğinin sevgisini bildiriyor. Sevmek için sevilmek gerekir.” dedi.
Bardak, içinde hava olduğu sürece içine suyu kabul etmez. Önce havasını boşaltmalı. Suyu boşalttığınızda hava dışarı çıkar. İkisi bir arada asla durmaz. Suyu koyduktan sonra da içine başka bir şey koyamazsınız. Ta ki boşaltana kadar. Kalplerimizde başka sevgiler yer aldığı sürece Allah sevgisi gerçek anlamda kalbimizde yer almayacaktır. Onu sevmek istiyorsak başka sevgilere yer bırakmamalıyız. Onu sevmek de dünyanın en tatlı lezzetidir. Onu sevmek cennetin anahtarıdır. Ona olan sevgimizi bir daha gözden geçirmeli, varsa hata ve noksanlarımız ölüm gelip çatmadan gidermeliyiz. Kalplerimizin kapısını Allaha sonuna kadar açarak onu orda misafir etmenin mutluluğunu hep beraber yaşayalım.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?