Peygamber Efendimizin (s.a.s.) hayatına bakıldığında hayatın her alanında, insanlığa ve öncü kuşaklara önderlik etmiş bir lider olduğu görülecektir. Sosyal, siyasal, toplumsal hayatı düzenleyen kurallar ve yorumlarda bulunmuştur. Bu düzenlemelerin ve uygulamaların temelini oluşturan unsurların başında eğitim ön plana çıkmaktadır. Onun eğitim anlayışına baktığımızda Peygamber Efendimiz ümmi bir peygamber olmasına rağmen kendisini, kâinatı ve kitabı okuyabilmiş, bizim için üsve-i hasene olmuştur.

Eğitim alanında Peygamberimizin (s.a.s.) İslam’a davetine baktığımızda ilk önce yakınlarından daha sonra akrabalarından başladığını görürüz. Bizler de tıpkı fahr-ı kâinat gibi nefsimizden, ailemizden, akrabamızdan, komşumuzdan ve dışarıya doğru açılan halkaya doğru uzanmalıyız. 13 yıl zorlu Mekke dönemi, 10 yıl Medine dönemi olmak üzere 23 yıllık süre zarfında bu kadar köklü değişimlerin oluşmasının yegâne sebebi eğitimdir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) zorlama ve baskı yapmadan Mekke’yi, Mekke-i Mükerreme; Yesrib’i ise Medine-i Münevvere yapmıştır.

Efendimiz (s.a.s.), sadece Arapların kalbine dokunmamış, Yahudi, Hristiyan, Zerdüşt, Mecusi birçok insanın gönlüne dokunmuştur, İslam’ın diriltici mesajlarını kalplerine yerleştirmiş ve onları, ashabı yapmıştır. Tabii her şeyden önce Peygamberimizin (s.a.s.), İslam’dan önceki hayatına baktığımızda onun “el-emin” olduğu görülmektedir. Müşriklerin bile ona güvendiğini, Kâbe’nin inşasındaki hakemliğinden anlayabiliyoruz. Saf, temiz ve duru bir hayatın ardından peygamberliğe hazırlık aşamalarını ahlakının güzelliği ile tamamlamıştır. Daha sonra sürdürdüğü güvenirlilik, yumuşak başlılık, tatlı söz, öfkelenmeme, muhatabına değer verme, muhatabının seviyesine inme, onları önce dinleme sonra ise çözümler üretme, kargaşaya sebebiyet verecek şeylerden kaçınma, ashabın her birine en çok onu seviyormuş gibi bir his vermesi ile eğitime atılacak adımların zeminini hazırlıyordu.

Medine dönemine baktığımızda, sosyal toplumun şekillendiği bir döneme denk gelir. Peygamberimizin (s.a.s.), Medine’ye gider gitmez bir mescit inşa etmesi, oraya Suffa’yı kurması, eğitime ve öğretmenlere ne kadar değer verdiğinin göstergesidir. Kur’ân-ı Kerim günümüze kadar ulaşmış mucizelerden en büyüğüdür. İçerisinde, inanca ve hayata dair nice prensibin yanında fizik, kimya, matematik, biyoloji, coğrafya, edebiyat vs. bize yol gösterecek birçok işaret mevcuttur. Kevni ayetlerde kozmolojiden, insanın doğum ve ölümünü anlatan ayetlerde biyolojiden, kâfirlerin çektikleri ruhsal darlığı anlatan ayette ise fizikten bahsedilmektedir.

Anlattığımız, okuduğumuz, gördüğümüz her şeyde Allah’ı (c.c.) görmek mümkündür. Eğitim ortamında bu fırsatları avantaja çevirip değerlendirmeli, tüm kâinatı İslam ile ilişkilendirmeliyiz. Birçok ayette kulak, göz ve kalpten bahsedilmektedir. Neden bu üç duyu organı bir arada kullanılıyor hiç düşündünüz mü?

Kulak duymayınca, göz görmeyince, kalp hisseder mi hiç? Allah’ın (c.c.) ayetlerini işitmeyen, görmeyen biri muhatabını nasıl bilgilendirebilir. Bu bağlamda kulak ve göz aracılığı ile, kevni ve diğer ayetler aracılığı ile kalplere dokunmalı bunları harekete geçirmeliyiz. Dilde, sözde, yazıda, havada kalacak söylemler değil, gönüllere dokunabilecek anlamlar geliştirmeliyiz.

Günümüz okullarındaki eğitime baktığımızda, sınıf düzeninden, giyim kuşamdan, ders içeriklerinden, ortama kadar birçok yozlaşma mevcuttur. En iyi öğrenme biçimi ise, İslami sınırlara dikkat edilen ortamlardır. Kız ve erkeklerin karma ortamlarda eğitim görmesi öğrencileri olumsuz etkilemekte, eğitim seviyesini düşürmektedir. Toplumda fitne ve fesada yol açacak sebepler doğurmaktadır. Sünnet-i seniyye yolunda gidildiğinde ise, başarıya ulaşılacak, böylece hedeflenen aydın kuşaklar yetişecek ve yetiştirilecektir.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?