Başarı Allah’tandır. Başarının sırrı Allah’ın (c.c) koyduğu ölçü ve kurallara uymakla orantılıdır. Yani hangi işi yaparsanız yapın. İnancınız, düşünceniz, dininiz, ırkınız, renginiz ne olursa olsun. Başarmak istediğiniz konudaki kurallara, ölçülere uyarak ve o işin bilgi ve becerisi de varsa ve şartlarda uygun ve müsaitse başarı kaçınılmazdır. Bu işi yapan Müslüman ise Allah’ın (c.c) kesin yardımı vardır.
Sadakat nedir? Sadakat: sağlam, güçlü ve içten bağlılık demektir. Buna göre Müslümanlar sözlerinde ve işlerinde sadık olmalıdırlar. Bir işte sadakat üç şeyde gerçekleşmelidir: Niyette, sözde ve amelde.
Niyette sadakat: Niyet ettiği ameli yapmakta azimli olması, ihmal ve tembellik göstermemesidir.
Sözde sadakat: Kişinin doğru konuşması ve doğru sözlü olmasıdır.
Amelde sadakat: Kulu olduğu Allah’a (c.c) itaat etmek, emir ve hükümlerini yerine getirmek, böylece iman ettiği Rabbi ile gerçekleştirdiği ahde sadık kaldığını göstermektir.
Müslümanlar bütün muamelelerinde birbirlerine karşı sadakat borçludurlar. Meselâ evlilikte eşler birbirlerine karşı sadakatle mükelleftirler. Evlilik süresince eşler birbirlerine karşı sadakat göstermek mecburiyetindedirler. Eşler arasında boşanma sebeplerinden birisi de sadakat borcunun ihlâlidir. Nasıl olursa olsun eşler arasında sadakatin ihlali geçimsizlik sebebidir.
İşçinin yanında çalıştığı işverenin iş sırlarından öğrendiklerini, işverenin rakibine açıklaması doğru değildir. İşçinin öğrenmiş olduğu sırları saklaması bir sadakattir. İşçinin sadakatsiz olması, işveren için haklı bir fesih hakkı doğurur. İşveren, işçinin sadakat borcunu ihlâlinden zarara uğramışsa, bu zararın tazminini isteyebilir.
Muamelelerinde ve iş münasebetlerinde çeşitli hilelerle birbirlerini aldatanlar haindirler. Peygamberimiz “Bizi aldatan bizden değildir” buyurmuştur. Dostluk, kardeşlik ve vefâkârlık da bir sadakattir. Verilen sözü yerine getirmek, ahdinde durmak, borcu ödemek, din ve akılca lüzumlu görülen işleri ifâ etmek, emanetlere riayet etmek, üzerine aldığı vazifeleri hakkını vererek yerine getirmek ve vazifeleri ehline vermek de sadakattir, aksi ihanettir.
Emaneti Ehline Vermek
Emanet, vahyin insanda inşâ etmeye çalıştığı hayat tasavvurunun anahtar sözcüklerinden biridir. El-Mü’min olan (güvenen ve güvenilmesini isteyen) Allah, (c.c) mü’min olan insandan, imanının bir gereği olarak emanete sadakat göstermesini, istemektedir.
Müslüman kendisine bahşedilmiş bütün nimetlere birer emanet gözüyle bakar. Buna göre servet bir emânettir. Sıhhat bir emânettir. Hayat bir emânettir. Şöhret bir emânettir. Evlât bir emânettir. Devlet ve iktidar bir emânettir. Bilgi, beceri, akıl; hepsi birer emânettir.
Emanet, gerçek sahibi tarafından geçici bir süre bir başkasının hizmetine sunulan değerdir. Emanet edilen kimse, emanet karşısında iki farklı tavır takınabilir: Ya ihânet eder, ya da sadakat gösterir. İhânet ederse hain, sadakat gösterirse sadık olur. Bu nedenledir ki her günah emanete ihanettir.
Bu, emanetin Allah-insan ilişkisi boyutudur. Bir de emanetin insan-insan ilişkisi boyutu vardır. O da emaneti ehline vermektir. Emanetin sahiplerinin emanet edecekleri insanda ilk arayacakları şart “ehliyet” ve “liyakat” olmak durumundadır. Kişinin ehil ve lâyık olması için önce bilinç ve bilgi şarttır. Emanete riayet bilinci ve emanet edilen şeyi yerli yerinde kullanma bilgisi. Peki, bir insanın emanete riayet bilincine sahip olduğunun ölçütü nedir? Kısaca, Allah’a ihânet etmemesidir. Yani Allah’a sadakattir. Peki, Allah’ın emanetine ihânet etmekten utanıp sıkılmayan birilerinden kulun emanetine ihânet etmemeleri beklenebilir mi? Ya da, hayatını, her şeyini borçlu olduğu Allah’ın emanetine ihânet edenler gelecek ve iktidarını borçlu olduğu halka ihânet etmekten hangi şey uzak tutabilir?
Müslüman iyi bilir ki, “benim” dediği her şey aslında kendisine bahşedilmiş emanetlerdir. İnsana ait mutlak mülkiyet yoktur. Çünkü mutlak Malik Allah’tır. Kur’an’da geçen Allah’ın güzel isimlerinden “el-Melik” ismi bunu ifade eder. İnsana verilenler hep birer emanettirler. Bu emanetleri var ediliş amacına uygun kullanan, emanete sadakat göstermiş olur; tersine davranan emanete ihânet etmiş olur.
Hayat nizamımız, mutluluk kaynağımız, başarı ölçümüz Kur’an-ı kerimde rabbimiz şöyle buyurmaktadır.
“Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.”(Nisa, 58)
Ayetin nüzul sebebi: Hz. Peygamber (s.a.s) Mekke’yi fethedince, Kâbe’ye bakan Osman b. Talha (r.a.) kapıyı kilitlemiş, Kâbe’nin üzerine çıkmış ve anahtarı vermeyi reddederek: “Senin peygamber olduğunu bilseydim onu verirdim” demişti. Hz. Ali (r.a.) anahtarı zorla ondan aldı, kapıyı açtı, Hz. Peygamber (s.a.s) içeri girerek iki rekât namaz kıldı, çıkınca amcası Abbas, anahtarı ve şerefli bir görev olan bakıcılığı kendisine vermesini istedi. İşte bu münasebetle yukarıdaki ayet nazil oldu. Efendimiz, Hz. Ali’ye (r.a.) “anahtarı eski vazifeliye vermesini ve ondan özür dilemesini” emretti. Bu olay Osman b. Talha’nın (r.a.) da Müslüman olmasına sebep teşkil etmiştir. Burada Hz. Peygamber’in, (s.a.s) görev dağılımında “yakın” olmayı değil; “ehliyet” ve “liyakat”i esas aldığını görmekteyiz.
“Kıyameti soran sahabiye, Peygamberimiz (s.a.s) emanet zayi edildiğinde kıyameti bekle buyurdu. Sahabi Emanetin zayi edilmesi nasıldır? Diye sordu. Peygamberimiz. (s.a.s) İş, ehil olmayana verildiğinde kıyameti bekle buyuruyor.” (Buhari)
Emanetleri ehli olanlara veriniz. Nisa 58 Ayetin muhatabı üçtür.
1. Seçme, tayin etme makamında olan muhataplar,
2. Ehliyet ve liyakat sahibi olmadığı halde, seçilmek için çırpınanlar,
3. Ehliyet ve liyâkat sahibi olduğu halde görev ve sorumluluk almaktan kaçanlar.
Birincilerin sorumluluğu emaneti, ehliyet ve liyakat sahibine vermektir. Bunun için de ehliyet ve liyakat sahibi olanla olmayanın arasını ayıracak bilgi, bilinç, basîret ve ferâsete sahip olmalıdırlar. Birinciler için geçerli olan, ikinciler için de geçerlidir. Eğer ehliyet ve liyâkati doğru tanımlarlarsa, kendilerinin o işe ehil olmadıklarını itiraf eder ve taşıyamayacakları yükün altına girmezler. Üçüncülere gelince… Sözün burasında ehliyet ve liyâkatin olmazsa olmaz şartlarını sıralamak gerek. Bunlar dört şarta göre yapılır.
1. Kişinin Allah’a karşı liyâkat ve ehliyet şartı: Bu, Allah’a karşı sorumluluk bilincidir.
2. Kişinin kendisine karşı liyâkat ve ehliyet şartı: Bunlar, kişinin görev üstleneceği konudaki yetenek ve yeterliliğidir.
3. Kişinin emanete karşı liyâkat ve ehliyet şartı: Bu da meşruiyettir. Meşru olmayan ya da meşru bir usulle verilmeyen emaneti üstlenmemesi liyakat gereğidir.
4. Kişinin insanlara karşı liyâkat ve ehliyet şartı: İnsanlara yararlı olmaktır.
Mevdudi Tefhim’ul Kur’anda bu ayetin tefsirinde şöyle söylüyor. “Burada Müslümanlar, İsrailoğulları’nın daha önce düştükleri hatalara düşmemeleri için uyarılıyorlar. Onların düştükleri en büyük hata, dejenere oluşları sürecinde yetkiyi hep beceriksiz ve ehil olmayan kişilere vermeleriydi. Sorumluluk isteyen, dinî ve siyasî liderlikleri hep beceriksiz, ehil olmayan, dar kafalı, ahlâksız, şerefsiz ve adaletsiz kişilere vermeye başladılar. Bunun sonucu, tüm toplum yapısı çöktü. Müslümanlara bu konuda dikkatli olmaları ve sorumluluk isteyen yetkileri ehil, sorumluluğunun idrakinde ve iyi ahlâklı kişilere vermeleri söyleniyor.”
Emaneti ehline vermeyenler üç kez haksızlık yapmış olurlar:
1 Emanetin kendisine,
2 Emaneti verdikleri ehliyetsiz ve liyakatsiz kişiye,
3 Emaneti esirgedikleri ehliyet ve liyâkat sahibine. Üç kez zulüm; sahibini katmerli zalim yapar.
Müslüman toplumun ana görevi, yeryüzünü ıslah etmek; bozulma ve yozlaşmayı ortadan kaldırıp orada sağlam bir sosyal düzen kurmaktır (Bak. 22/Hacc, 41; 26-Şuarâ, 152; 27/Neml, 48; 2/Bakara, 193, 251 vb.). Bu görev, büyük ölçüde Müslümanların siyasî açıdan örgütlenip emaneti ehline vermeleriyle yerine getirilmiş olur.
İmanlarında, davalarında ve Allah’a verdikleri sözde sadık kalanlara büyük mükâfatları şöyle açıklanır Ayette: “Allah buyurur ki: “Bugün, sadık olanlara sadakatlerinin fayda verdiği gündür. Onlar için altlarından ırmaklar akan ve içinde ebedi olarak kalacakları cennetler vardır. Allah (c.c) onlardan razı, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte kurtuluş ve mutluluk budur.” (Maide, 119)
“Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol.” (Müslim, İman, 13. IV, 65.)
“Size doğruluğu tavsiye ederim. Zira doğruluk iyiliğe götürür, iyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyledikçe, doğruyu araştırdıkça Allah katında doğru yazılır. Yalandan kaçının, zira yalan kötülüğe götürür, kötülük de cehenneme iletir. Kişi yalan söyledikçe ve yalan peşinde koştukça Allah katında yalancı yazılır.” (Müslim, Birr, 29. VI, 2013.)
Sadakat, liyakat sahibi, dürüst, çalışma prensibinin egemen olduğu toplumlarda;
Kaliteli, standartlara uygun, sağlam ve sağlıklı mal, eşya ve ürünler üretilir, binalar inşa edilir; kalitesiz, çürük, sağlıksız, hileli ve standartlara aykırı mal, eşya ve ürünler üretilmez, binalar yapılmaz.
İnsanlar, ticaret, sanayi, sanat, ziraat, kamu görevi gibi meşru alanlarda çalışmak suretiyle bir yandan geçimlerini sağlarken, diğer yandan ülkenin kalkınmasına ve ilerlemesine katkıda bulunurlar; ancak rüşvet, kumar, hırsızlık, gasp, faiz, tefecilik, yolsuzluk, haksız kazanç vb. gayri meşru kazanç yollarına itibar etmezler,
İşçiler, işlerini hakkıyla yaparken, işverenler de onların emeklerinin karşılığını hakkıyla öderler,
Kamu görevlileri görevlerini tam, doğru ve eksiksiz bir şekilde yaparlar; görevi aksatma, savsama ve kötüye kullanma, adam kayırma, haksızlık, kamu malını şahsi işlerde kullanma, kamu kaynaklarını çarçur etme, rüşvet, zimmet gibi bütün yolsuzluk ve usulsüzlüklerden şiddetle kaçınırlar.
Çalışma hayatının her alanı için, iş, meslek ve görevin gerektirdiği bilgi, beceri ve formasyona sahip nitelikli elemanların yetiştirilmeleri sağlanır.
Tembellik, dilencilik gibi insan onuruyla bağdaşmayan kötü davranışlar zamanla yerini, onurlu bir yaşam için çalışma azim ve gayretine bırakır,
Güven ve istikrar ortamı sağlanır; sevgi, saygı ve kardeşlik bağları güçlenir; birlik ve berberlik ruhu pekişir.
Sadakat, liyakat sahibi, dürüst, çalışma ilkesinin gereklerinden olan söz konusu esasları hakkıyla yerine getiren bir toplumun, gelişme, ilerleme ve kalkınmasını sağlayarak, diğer milletler arasında etkin ve saygın bir konuma ulaşacağında, fertlerinin de huzurlu, mutlu ve müreffeh bir hayata kavuşacağında hiç şüphe yoktur.
Şimdi başarı için sadakat mi? liyakat mi? Özetle: Sadece sadakatin yeterli olmadığı gibi sade liyakatinde yeterli olmadığı açık ve nettir. Ruhun bedenle ilişiğini kesmesine ölüm diyoruz. Sadakatin liyakatten, liyakatin de sadakatten ilişiğini kesmesine başarısızlık, hüsran, ihanet, yalan, aldatma, mutsuzluk, zarar, gelişememe, ilerleyememe, kalkınamama ve benzeri sorunları da beraberinde getirir. Çünkü sevgili peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Emanete riayeti olmayanın imanı, ahdine sadık olmayanın da dini yoktur.” (Ahmed, 3, 135)
Rabbim fert, aile, toplum ve devlet yetkilileri olarak yapacağımız işlerimizde sadakat ve liyakat esaslarına uyarak iş yapmayı ve yaptırmayı bizlere nasip etsin. Âmin.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?