Yüce Allah bu ümmete hayırlı bir yol ve hayırlı bir iş tutmalarını emretmiştir. ‘Siz, insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan, Allah’a inanan hayırlı bir ümmetsiniz’ (Ali İmran, 110) ayeti kerime ile; bu ümmetin diğer ümmetler içerisindeki konumunu hatırlatır. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ‘kıyamete kadar ümmetimden bir kesim hakkı ayakta tutacaktır’ sözüyle bu ümmetin mücadelesine işaret eder. İslam ümmeti doğru akideyi sağlam tutmakla kainata en büyük hayrı ve iyiliği yapmaktadır. Bu ümmet, hayrın devamı için bedel ödeyen, yerinden ve yurdundan edilen bir ümmettir. ‘Rabbimiz Allah’tır dediği ve O’na teslim olduğu için hak ve batıl mücadesinde ‘hakkı’ temsil etmektedir. ‘Size ne oluyor da: Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lutfet’ diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?’ (Nisa, 75) Aynı zamanda bu ümmet tüm fertleri ile doğru ve gerçek bir ibadet, yaşayış ve ahlak için de mücadele vermektedir. Sadece Resulullahın rehberliğinde şekillenen hayatı, ibadeti, ahlak ve mücadeleyi esas aldığı için materyalist kültürün saldırısı altındadır. İslam ümmeti sağlam akideyi ve doğru ibadeti bütün insanlara ulaştırmak gibi büyük bir görevle sorumludur. Cihadı, daveti, devleti ve hayatı bunun için ister, bunların önündeki engelleri aşmak için mücadele eder ve etmelidir. Yahudi ve Hristiyanlarla olan mücadelenin temelinde ise ‘doğru akidenin’ korunması ve bu mesajın aktarılması vardır.
“Allah, ‘Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, ‘Beni ve anamı, Allah’tan başka iki İlâh bilin’ diye sen mi dedin?’ buyurduğu zaman o (şöyle dedi): Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, hâlbuki ben senin zâtında (nefsinde) olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin.” (Maide, 116)
Sağlam bir Akide Doğru bir İbadet…
Bu iki konuyu en ciddi bir şekilde gündemimize getiren kişilerden biri de hiç şüphesiz, İslam davasının üstadlarından; Üstad Hasan el Benna’dır. Aktif, üretken, dayanıklı, dünya ve ahireti hedefleyen denge sahibi müslümanın 10 özelliğini sayarken, özellikle sağlam bir akide, doğru bir ibadet kavramlarını kullanır. Üstad Hasan el-Benna’nın her bir müslüman şahsiyette oluşmasını gerekli gördüğü 10 özellikten bahseder. Bu özelliklerin bütün müslümanların vazgeçilmez görevleri olması gerektiğini ifade eder:
1 Güçlü bir vücut
2 Sağlam bir ahlak
3 Çok yönlü bir kültür
4 Geçiminde kendine yeten
5 Sağlam bir akide
6 Doğru bir ibadet
7 Nefsiyle mücadele eden
8 Zamanının değerini bilen
9 İşlerinde planlı
10 Başkalarına faydalı
Bizim özellikle ele almak istediğimiz konu ise bu özelliklerden 5. özellik olan ‘Sağlam akide’ konusudur.
İnsan aklı, yaratıldığı günden bu yana üç hal arasında dönüp durmuştur. İnsan aklının bu kararsızlığı Allah’ın hidayetiyle tanışıncaya kadar böyle devam etmiştir. Düşünce ve tasavvurun üç farklı rengi diye tabir edebileceğimiz insan aklının bu halini şu şekilde sıralamak mümkündür:
1. Hurafelere inanmak, aklının ermediği şeylere ve anlamaktan uzak olduğu gizli kuvvetlere körü körüne teslim olma halidir. Maalesef günümüzde bu tür düşüncelere sahip insan toplulukları hala vardır.
2. Materyalist düşünce tarzının benimsendiği ve insanın hislerine uzak gaybi alemin inkar edildiği hal. Bu durum, insan aklının bir takım deney ve derin düşünceler sonucunda ulaşabildiği bir takım kurallar dahilinde kainattaki tüm olguları maddeye dayalı bir bakış açısıyla açıkladığı durumdur.
Bu düşünce tarzı, insanın, tabiatın birçok gizliliklerini keşfettiği, evrenin birçok sırlarını öğrendiği ve bu tür çalışmalarla her şeye aklının erişebileceğini zannettiği modern çağda insan aklına hakim olmaya başlamıştır. Halbuki, insanın bildikleri şeyler bilmediklerine oranla uçsuz bucaksız bir çöldeki kum taneleri mesabesindedir.
“Üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki, onu nasıl bina etmiş ve nasıl donatmışız! Onda hiçbir çatlak da yok. Yeryüzünü de döşedik ve ona sabit dağlar koyduk. Orada gönül açan her türden (bitkiler) yetiştirdik. Allah’a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ibret vermek için (bütün bunları yaptık). Gökten bereketli bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik. Kullara rızık olması için birbirine girmiş, küme küme tomurcukları olan uzun boylu hurma ağaçları yetiştirdik. Ve o su ile ölü toprağa can verdik. İşte hayata yeniden çıkış da böyledir.” (Kaf, 6-11)
İnsan modern çağda, biraz da materyalist düşüncenin etkisiyle Allah’ı, peygamberliği, ahireti, cezayı, ruhlar alemini, kısacası gaybi aleme ait ne varsa her şeyi inkar etmiştir. İnsan aklı bu dönemde bu sınırlı ve basit alemden başka hiçbir şeyi kabullenmemiş, her şeyi materyalist düşüncenin kanunlarıyla açıklamaya kalkışmıştır.
3. Vahyin ışığı: İslam’ın bu evrene bakışı, insan aklına, bu konuda yeni bir anlayış ve düşünmeye dair değerler ve imkanlar kazandırmıştır. İslam’ın, insanlara kazandırdığı bu anlayış, hayatın gerçeklerine uyum sağlayabilmek ve varlıkların mantığını kavramak için en mükemmel, en doğru ve faydalı olan bir anlayıştır. Bu anlayışın özü hem gayp alemine inanmak ve hem de akıldan faydalanmaktır.
İslâm dini gayba alemin varlığını kabul ederek, insanın, bu evrendeki her şeyin Rabbi olan Allah’ı ve bu hayattan sonraki ahiret hayatı ile olan ilişkilerini açıklamıştır. Gaybi alemin bir unsuru olan nefsin terbiyesinde temel dayanağın, Allah’a iman olduğunu belirtmiş, bu şekilde akıl ötesi gayb aleminin yakınlığını adeta insanlara hissettirmiş ve bu alemi insan aklının anlayabileceği çerçevede açıklamıştır.
‘Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde süzülen gemilerde, Allah’ın gökten indirip yeri ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgarları ve yerle gök arasında emre amade duran bulutları döndürmesinde, düşünen kimseler için deliller vardır.’ (Bakara, 164)
İslam dini gaybi aleme bu kadar fazla önem vermekle birlikte, İnsanların, yaşadıkları maddi alemi imar etmeleri ve ondan meşru sınırlar dahilinde faydalanmaları şartıyla bu maddi alemin önemini de belirtmiştir ve bu kainattaki varlıklara gerçekçi bir şekilde bakmalarını emretmiştir. İşte bu doğru bakış açısı Allah’ı tanımanın en güvenilir yöntemidir.
Sonuç olarak; insanlığın, Allah’ı bilme şerefine eriştiren bir inançla ancak düzelebileceğini düşünüyoruz. Bu nedenle insanlığın; Allah’a, peygamberliğe, âhiret hayatına ve orada amellerin karşılıklarının verileceğine yeniden inanmaları zaruridir.
İslam akidesi dünyanın materyalist düşüncenin ateşinde yandığı günümüzde Doğu ve Batı’daki bütün insanları kurtaracak olan bir akidedir. Bu akide, insanları, madde ile mânayı birleştirmeye, gayb ve şehadet alemine iman etmeye ve Allah’ı tanımaya çağırıyor.
Üstad Hasan el-Benna bahsettiğimiz bu akidenin sağlam bir şekilde korunması ve Müslüman fertlerin bu akideyle güçlü bir şekilde hayatta tutunmaları için bazı kurallar ortaya komuştur. Bu kurallar/esaslar bütün Müslümanların olarak ortak müşterekleri olmadığı müddetçe temel düzelmeyecek, düşünce çarpıklıktan kurtulmayacaktır. Bunun etkisi kendisini, hurafe, bid’at ve zulüm olarak ortaya çıkacaktır.
İlkeler Risalesinin Direk Akide ile İlgili Esasları…
İlkeler Risalesi 1. Esas: İslam, hayatın bütün yönlerini kuşatan kapsamlı bir nizamdır. Şu halde o; hem devlet ve vatan, hem hükümet ve ümmettir. Hem ahlak ve kuvvet hem rahmet ve adalettir. Hem kültür ve kanun hem ilim ve hüküm vermedir. Hem madde ve servet hem kazanç ve zenginliktir. Hem cihad ve davet hem ordu ve fikirdir. Hem doğru bir inanç hem de aynı şekilde sahih bir ibadettir.
İlkeler Risalesi 2. Esas: Kur’an ve sünnet İslam’ın hükümlerini öğrenmek için her Müslüman’ın başvuru kaynağıdır. Kur’an-ı Kerim Arap dilinin kaidelerine uygun olarak kolayca anlaşılabilir. Tertemiz sünneti anlamak için de güvenilir hadis alimlerine ve kaynaklarına başvurmak gerekir.
İlkeler Risalesi 3. Esas: Sadık bir imanda, sıhhatli bir ibadet ve mücadelede güzel bir lezzet ve insanı aydınlatan bir nur vardır. Allah Teala, bu lezzet ve nuru dilediği kimsenin kalbine yerleştirir; ancak ilham, düşünce, keşif ve rüya, şer’i delillerden değildir. Bunlar, dina hükümlere ve nasslara ters düşmediği müddetçe muteber kabul edilir.
İlkeler Risalesi 5. Esas: Muska ve muskacılık, nazar boncuğu takmak, falcılık, büyücülük, kehanet, geleceği (gaybı) bilme iddiası ve bu türden şeyler, kendisiyle mücadele edilmesi gereken batıl ve hurafelerdir. Ancak Kur’an’dan bir ayet veya sahih hadislere dayanan bir dua okumak (rukye) bunun dışındadır.
İlkeler Risalesi 6. Esas: Günahlardan korunmuş Peygamber’in (sav) dışında her kim olursa olsun söyledikleri kabul de edilebilir, amel edilmeyip terk de edilebilir. Masum olanlar sadece peygamberlerdir. Seleften nakledilen görüşler Kur’an ve sünnete uygun olduğu müddetçe bizce makbuldür.
İlkeler Risalesi 10. Esas: Allah Teâlâ’yı tek ilâh olarak tanımak, onu her türlü eksik sıfatlardan tenzih etmek İslam’ın en yüce inancıdır. Allah’ın sıfatlarıyla ilgili ayet ve sahih hadisleri te’vil (yorumlama) ve ta’til (yok sayma) edemeyiz. Onları olduğu gibi kabul ederiz. Bu ayet ve hadislerde bize bildirilen hususlar alimler arasında ihtilaflı olsa da onlara muhalif davranmayız. Allah’ın sıfatlarıyla ilgili hususlarda Resulullah (sav) ve ashabı nasıl bir tavır takınmışsa biz de aynı şekilde bir tavır takınırız.
İlkeler Risalesi 13. Esas: Salih insanları sevmek, onlara saygı duymak ve bilinen güzel amellerinden dolayı onlara övgüde bulunmak, Yüce Allah’a yakınlık vesilesidir. Allah’ın dostları ise şu ayette zikredilen kimselerdir: “Onlar, iman edip de takvaya ermiş olanlardır.” (Yunus, 63) Onlar şer’i bir takım şartlar dahilinde keramet ehlidirler; ancak başkalarına bazı şeyler ihsan etmeleri bir yana, kendileri için bile bir fayda ve zarar taşımadıklarına inanmak gerekir.
İlkeler Risalesi 14. Esas: Rivayetlerde gelen şekliyle her nerede olursa olsun, kabir ve türbeleri ziyaret etmek sünnettir. Fakat ölülerden medet ummak, onlara bu anlamda çağrıda bulunmak, onlardan bir ihtiyacı karşılamalarını istemek, onlara adak adamak, kabirlerini süslemek, oraları aydınlatmak için mum ve ışık yakmak, onlara yüz sürmek, Allah’ın dışındakilere yemin etmek ve bunun gibi bid’atler kendileriyle mücadele edilmesi gereken büyük günahlardır.
İlkeler Risalesi 15. Esas: Dua ederken Allah’ın kullarından birilerini aracı kılarak vesile kılmak, duanın keyfiyetiyle ilgili örfi bir ihtilaftır. Bu konu itikadî meselelerden değildir.
İlkeler Risalesi 17. Esas: Akide amelin temelidir. Kalbi ameller diğer azaların amelinden daha önemlidir. Her iki amel çeşidinde kemale erişmek şer’an hedeflenen şeylerdendir.
İlkeler Risalesi 20. Esas: Kelime-i şehadeti ikrar eden, gereğini yerine getiren ve farzları eda eden bir Müslüman’ı tekfir etmemeliyiz; ancak küfre girerse, dini bir hükmü inkar ederse, Kur’an’ın açık ayetlerini yalanlarsa, Kur’an ayetlerini Arap diline asla uygun olmayan bir şekilde tefsir etmeye çalışırsa veya küfür olduğu kesin olan bir iş yaparsa o durumda kişinin kâfir olduğuna hükmedebiliriz.
Hasan el-Benna, akidenin korunması ve hayata hakim olması için 40 vecibe ile Müslümanın inanç, ibadet, ahlak ve mücadele alt yapısını güçlendirmesini ve aktif bir fert olmasını hedefler. Öyle ki yetiştirilecek fertlerde hiçbir boşluk olmayacak bir şekilde bir düşünce haritası ortaya koyar. Akide konusunun hayatiyet taşıyan öneminden dolayı, Yüce Yaratanı tüm sıfatları ile tanımamız için ‘Akidemiz Risalesi’ adlı müstakil bir eser kaleme alır. Gerek Üstad Hasan el-Benna ve gerekse ondan önceki birçok alimin; önemine vurgu yaptığı akide konusunu çok iyi özümsemeli, akidenin yaşadığımız sorunlar karşısında bizi dayanıklı kılmadaki rolüne özellikle dikkat etmeliyiz.
Akide, amel üretmeli, amel de akideyi daha da sağlamlaştırmalıdır..!
‘Şüphesiz iman edip salih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekâtı verenlerin mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.’ (Bakara, 277)

Recep Songül

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?