Kur’ân’da infilak et, toprağa düş, filizlen
Sünnetin bahçesinde artık sende şekillen
Sahabe, Peygamberimiz Hz. Muhammed’i (sav) görmüş, iman etmiş ve bu iman üzere ölen kişilere denir. İnfak, Allah’ın insana ihsan ettiği malını sağlığında Allah yolunda ve O’nun rızasına uygun bir biçimde Allah’ın razı olacağı kişiler, kurumlar ve kuruluşlara verme ve harcamadır. Miktarı sınırsızdır. Kişinin kendisine verilen ihsan derecesinde ihsanda bulunmadır. Kur’ân-ı Kerim’in pek çok ayetinde varlıklı mü’minlere “Allah yolunda infak edin.” emir ve tavsiyesinde bulunulmuş, Allah yolunda infak edenler övülmüştür.
Genelde infak; Mü’minin kendisinde mevcut her nimeti başkalarına yansıtması, başkalarını o nimetlerden yararlandırması demektir. Her türlü malî yardımlarla davranış biçimindeki yardımlar infak kavramının içine girer. İnfak paradan, maldan olduğu gibi, ilimden, güzel sözden, güler yüzden de olur. Ayrıca sağlığın, saadetin, gençliğin de infakı vardır. İnfak, farz olan cihadın bir şubesidir. İnfak, malın geri gelmesini beklemeksizin karşılıksız yapılan yardımdır.
“Ey iman edenler, kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardığımız ürünlerin en helal ve iyisinden Allah yolunda harcayın.” (Bakara, 267)
“Mallarını gizli ve açık olarak gece ve gündüz harcayan kimseler var ya, işte onların Rableri katında ecirleri vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.” (Bakara, 274)
“Mallarını Allah yolunda harcayanların hali, her başağı yüz daneli yedi başak bitiren bir tohumun hali gibidir. Allah dilediği kimseye kat kat verir. Allah’ın ihsanı çok geniştir. Her şeyi hakkıyla bilendir.” (Bakara, 261)
“Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcayıncaya kadar birre (Cennete ve iyiliğin en güzeline) eremezsiniz.” (Âl-i İmrân, 92)
“Sarfettiğiniz her hangi bir şeyin yerine O, daha iyisini koyar.” (Sebe’, 39)
“Allah, faizi tüketir (faiz karışan malın bereketini giderir), sadakaları ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez.” (Bakara, 276)
“Sizden birinize ölüm (alâmetleri) gelip de: ‘Ey Rabbim, beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de, sadaka versem ve salihlerden olsam’ demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak edin.” (Münâfikûn, 10)
Zekât ve her çeşit infakın önemini anlatan çok hadis-i şerif vardır.
“Mallarınızı zekâtla koruyun, hastalarınızı sadaka ile tedavi edin. Belâya dua ile karşı koyun.”
“Malın zekâtını ödedin mi, kendinden onun şerrini def ettin demektir.”
“Sadaka, malın miktarını eksiltmez, artırır.”
“Zekâtını ödeyen, üzerinde bulunan (fakirin) hakkını ödemiş olur, fazla vermek efdaldir.”
“Farz zekâtı öde. Zira o seni temizler. Sıla-i rahmi eda et. Dilenci, komşu ve fakirin hakkını gözet.”
“Zekâtı ödeyen, misafire ikram eden, musibete uğrayanlara veren cimrilikten kurtulur.”
“Allah, zekâtını ödemeyen kimsenin namazını kabul etmez, ikisini birlikte yapıncaya kadar. Zira Allah Teâlâ namazla zekatı (Kur’ân’da yanyana birlikte zikretmek suretiyle) birleştirmiştir; Siz aralarını açmayın.”
“Allah imanı ve namazı ancak zekatla kabul eder.”1
Bu ayet ve hadislere muhatap olan o zamanki Müslümanlar yani sahabeler, bu ilahi direktiflerin anlamını gerçekten kavradılar. Sevdiklerinden fedakârlık ederek, mallarının en değerli olanlarını Allah yolunda dağıtarak iyiliğe ulaşma çabasına girdiler. Zira iyilik bütün güzel şeylerin bütünüdür. Daha büyük ve daha üstünlerini elde etmek umuduyla cömertlik örnekleri verdiler. Sahabe efendilerimizin hepsinden Allah razı olsun. Bu bilinç ve şuur ışığında infakı hayatlarının bir parçası yapmışlardı. Ve hayatları bu ulvi örneklerle doludur. Bunlardan bazıları…
Hz. Ömer (r.a) şöyle anlatıyor; Hz. Peygamber (sav) bir gün bizlere sadaka vermemizi emretti. O sıralarda mal bakımından oldukça zengindim. Kendi kendime eğer Ebu Bekir’i (r.a) geçebilmem mukadderse, ancak bugün olabilir. Dedim ve malımın yarısını getirdim. Hz. Peygamber (sav) ‘Aile efradına bir şey bıraktın mı?’ diye sordular. ‘Evet, onlara da bir şeyler bıraktım’ dedim. Ne kadar bıraktığımı sorduklarında da bunun kadar da onlara bıraktım cevabını verdim. Biraz sonra da Ebubekir (r.a) geldi. Hz. Peygamber (sav) ona da ‘Ey Ebu Bekir! Sen aile efradına ne bıraktın?’ diye sordu. O da ‘Onlara Allah’ı ve Onun Resûlünü bıraktım. Yetmez mi ya Rasulallah, kâfi gelmez mi ya Rasulallah?’ dedi. Bunun üzerine onu hiçbir zaman geçemeyeceğimi anladım.2
Abdullah b. Zübeyr (r.a) şöyle diyor: ‘Aişe ile Esma’dan daha cömert kadın görmedim. Ancak bunların cömertlikleri birbirinden farklıydı. Şöyle ki; Aişe biriktirir ondan sonra dağıtırdı, Esma ise elinde bulunanı ertesi güne bırakmazdı.”3
Hz. Ömer’in (r.a) oğlu Abdullah hastalanmış, canı balık çekmişti. Aradılar, ancak bir tane bulabildiler. Yemek için pişirip önüne koyduklarında bir fakir gelerek Abdullah’ın yanına oturdu. Abdullah ona ‘şu balığı ye’ deyince oradakiler, ‘Subhanallah. Biz bu balığı güç bela bulabildik, onu sen ye, bu adama da başka bir şey veririz.’ dediklerinde o, ‘ben bu balığı çok istedim. Öyle ise onu sadaka vereceğim.’ dedi.4
Hz. Peygamber (sav) bir hutbe irad ederek mali sıkıntı çeken İslâm ordusuna yardım etmek hususunda sahabeleri teşvik etti. Bunun üzerine Hz. Osman (r.a) kalkarak ‘Eyerleriyle birlikte yüz deve veriyorum.’ dedi. Hz. Peygamber (sav) bulunduğu yerden bir basamak inerek yine teşvik yollu şeyler söyledi. Hz. Osman (r.a) bu kez de kalkarak aynı şekilde ikinci bir yüz deveyi de verdiğini söyledi. Hz. Peygamber (sav) hayrete düşen bir insanın yaptığı gibi mübarek elleriyle işaret ederek, ‘Bundan sonra yapacağı şeyler Osman’a bir zarar vermez.’ buyurdular.
Hz. Aişe (r.a) validemiz Medine’de evinde bulunduğu bir sırada dışarıda bazı sesler duydu, ne olduğunu sordu. ‘Abdurrahman b. Avf’ın (r.a) Şam’dan yiyecek getirmekte olan kervanı döndü. Bu sesler ondan’ dediler. Bu kervan 700 deveden meydana gelmiş olup Medine onların sesleriyle çınlıyordu. Bunun üzerine Hz. Aişe (r.a), ‘Ben Hz. Peygamber’in (sav) ‘Abdurrahman b. Avf’ın cennete sürünerek girdiğini gördüm.’ buyurduğunu işitmiştim.’ dedi. Bu sözler Abdurrahman’ın (r.a) kulağına gittiğinde, ‘Eğer yapabilirsem oraya (cennete) sürünerek değil, ayakta ve yürüyerek girmeye çalışacağım.’ dedi. Ve gelen kervanları bütün yükleri ve hayvanlarıyla birlikte Allah yolunda infak etti.5
Ebu Talha (r.a) Medineli Müslümanların en zenginiydi. En çok sevdiği malı da Beyraha bahçesi idi. Bu bahçe Mescidi Nebevi’nin karşısındaydı. Hz. Peygamber (sav) oraya girer, orada bulunan tatlı bir kaynaktan içerdi. ‘Sevdiğinizden dağıtmadıkça iyiliğe ulaşamazsınız’ ayeti inince, Ebu Talha dedi ki, ‘Allah “Sevdiğinizden dağıtmadıkça iyiliğe ulaşamazsınız” buyuruyor. Benim en sevdiğim malım ise Beyraha bahçesidir. Onu Allah yoluna bağışlıyorum. Onun iyiliğini umuyor ve yüce Allah katında bana azık almasını ümit ediyorum. Ey Allah’ın Resûlü, Allah’ın sana gösterdiği şekilde onu kullan.’ Peygamber (sav) ‘Çok güzel! Çok güzel! Bu kârlı, verimli bir arazi, bu kârlı bir arazi. Ben işittim. Ben, onu akrabalarına dağıtmanı uygun görüyorum buyurdu.’ Ebu Talha da ‘Öyle yaparım ey Allah’ın Elçisi’ dedi ve onu akrabaları ile amcaoğulları arasında paylaştırdı.6
Hz. Ömer (r.a) “Ey Allah’ın Resûlü, Hayber’de payıma düşen arazi kadar benim yanımda değerli hiçbir malım olmadı. Onu ne yapmamı önerirsin?” dedim. Resûlullah (sav) “Aslını bırak, ürününü Allah yolunda vakfet.” buyurdu.7
Mekke müşrikleri Suheym b. Sinan er-Rumi’yi (r.a) dininden döndürmek için işkence etmişlerdi. Suheyb (r.a), Mekkelilere “Ben ihtiyar bir adamım. Malım da var. Sizden veya düşmanlarınızdan olmamın size bir zararı olmaz, ben bir söz söyledim, ondan caymayı iyi görmem, malımı ve eşyamı size verir, dinimi sizden satın alırım” demişti. Onlar buna razı olmuşlar, Suheyb’i (r.a) salıvermişlerdi. Oradan kalkıp Medine’ye girerken kendisine rastlayan Hz. Ebubekir (r.a), “Alışverişin karlı olsun ya Suheyb” demiş, o da “Senin alışverişin de zarar etmesin” cevabını vermiştir.
Sahabenin çoğu bu şekilde davrandı. Kendilerini İslâm’a kavuşturduğu günde iyiliğin tümüne kavuşturan Rablerinin direktiflerine sarıldılar. Bu yönelişleri onları malın köleliğinden, nefsin cimriliğinden ve egoistlik sevdasından özgürlüğe kavuşturdu. Bu aydınlık ufuklara özgürce, serbestçe ve rahatça yükseliverdiler.
Sahabeyi yıldız yapan, infaka teşvik eden asıl güç, Rablerine olan şüphesiz imanlarıdır. Rızkın Allah’tan olduğuna olan kat’i inançlarıdır. Ahiret yurdu arzuları ve infakın malı azaltmayıp bereketlendireceğini kabul etmiş olmalarıdır. Tereddütsüz infak etmelerinin ana sebebi işte budur.
Acaba imanım ne durumda, diye düşünüyorsanız, infaktaki seviyemize bakmak lazım. İmanın sağlamasını ve göstergesini infak ile anlayabilirsiniz. İnfakta nasibiniz yoksa, iman ışığınız ya sönmüş, ya da sönmek üzeredir.
Rabbimiz bizlere ve tüm ümmete sahabenin infak şuurunu versin. Âmin

1) Kütüb-i Sitte, c. 7, s. 322 – 323, 2) Ebu Davud, Tirmizî, 3) Buhârî, 4) Ebu Nuaym, 5) Hayat’üs Sahabe, 6) Buhârî, Zekât, 44; Müslim, Zekât, 14, 7) Buhârî ve Müslim

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?