Furkan çok narin, saygılı, edepli biriydi. Yüzüne ba- kıldığında dahi gözlerini eğerdi. Yüzünden tebes- süm hiç eksik olmazdı. Kimsenin sözünü kesmez, asla ses tonunu yükseltmezdi. Çocukluktan bu yana sakin bir kişiliği vardı. Annesi küçükken onu sohbetlere gö- türür, o ortamlarda asla ağlamaz, hırçınlık yapmaz, kimseyi rahatsız etmezdi. Güzel ahlakı ve maneviyatını annesi ve ablasından edinmişti. Özellikle annesinin ye- tişmesinde büyük emekleri vardır. Aslında Furkan anne- sinin eseriydi. Çünkü annesi onu abdestsiz emzirmezdi. Bundan dolayı gemide tuttuğu hatıra defterindeki son yazdıklarında “şehadet mi annem mi?” yazmıştı. Neden baba yazmamıştı ki? Çünkü o annesinin eseriydi. Çok yardımsever ve karşılıksız iyilik yapma aşkıyla dolu biriydi. Şehadetinden sonra yaşanan bir tanıklığı anlatayım size; Mahalleye haftada bir süt satmak için belirli bir günde gelen yaşlı bir sütçü vardı. Yine süt satmak için mahal- leye geliyor. O günlerde apartmanın önünde Furkan’ın taziyesi kurulu olduğu için bir hayli kalabalıktı. Sütçü merak ediyor, kalabalığa yaklaşıp soruyor: -Ne oldu, bu kalabalık niye? Oradakiler Furkan’ın asılı resmini gösterip, “İsrail’in sal- dırdığı mavi Marmara gemisinde şehit olanlardan bir çocuk işte bu apartmanda oturuyordu “ diyorlar. Yaşlı sütçü, posteri gördükten sonra oturup ağlamaya başlıyor. Etraftakiler ağlama sebebini sorunca, Yaşlı sütçü gözyaşları içinde ben apartmana hafta- nın belli günü, belli saatlerde gelirdim. Bu çocuk da bunu öğren- miş olacak ki her haf- ta aynı saatte yanıma gelir: – Amca sen yaşlısın, yorulmuşsundur. Ben sütleri taşır, dağıtırım derdi ve benimle bir- likte gelir evlere sütleri dağıtırdı. Bu bizim görmediği-miz bir hasletiydi. Giz- lice insanlara yardım eder, bunu açıktan belli etmezdi. Hizmet etmeyi çok se- verdi, fedakârdı ancak hiç ön planda olmak istemezdi. İyiliklerini hep gizlerdi. Evimiz okuduğu liseye yakın olmasına rağmen yatılı olarak yurtta kalmak istiyordu. Gerekçesi, oradaki ço- cuklara faydalı olmak, öğrendiklerini başkalarıyla pay- laşmak için daha fazla insan ile içli dışlı olmak arzusuydu. Helal ve harama riayet konusunda çok hassastı. Ücretli özel okula Yüzde yüz kazandığı burs ile kayıt yaptırmıştık. Yurt ücretti de ücretsiz olmasına rağmen bana, en azından yemek ücretlerini ödeyelim diye ricada bulunmuştu.

Şehit Furkan’ın babası Ahmet Doğan

Şehadetinden sonra Kayseri’de özel bir üniversitede derslere giriyordum. Okulun en çalışkanlarından biri olan Osman isimli genç sezon sonunda; Hocam ben Furkan’ın ortaokuldan sınıf arkadaşıyım size söyleme­miştim. Ancak şimdi söylemek istiyorum. Ortaokulda iken bana namazı anlatan ve beni camiye götürüp namaza başlamama Furkan vesile oldu. O zamanlarda eğer o bana bu bilinci kazandırmamış olsaydı, ben şu anda çok farklı yerlerde olabilirdim.

Bunu Osman’ın ve başkalarının tanıklığıyla şe­hadetinden sonra öğrenebildik. Meğer o yaşlarda dahi arkadaşlarını da sabah uyandırır, camiye götürürdü de bizim haberimiz olmazdı.

Şehadetinden sonra mahallenin camisinde Furkan’ın fotoğrafının altında bir branda üzerinde şu yazıyı gör­düğümde çok sevinmiş ve Allah’a hamdetmiştim.

“Furkan Doğan camimizin devamlı cemaatinden biriydi.”

Sabah namazına birlikte kalkardık. Ben namazı evde kılar yatağıma geçerdim. O ise abdestini evde alır na­mazı ise camide kılardı.

Okuldaki başarısı nedeniyle Kayserinin en prestijli okullarından biri olan Anadolu Lisesini kazanmıştı.

Ancak 1. Dönem sonunda bize okuldan ayrılmak istedi­ğini Özel Fen Lisesine kayıt yaptırmamızı istedi. Okul yö­netiminin kaydını aldırmaması çabalarına rağmen ikna olmamıştı. Sebebini daha sonraki zamanlarda dolaylı yollardan öğreniyoruz; meğer okulun kız öğrencilerin­den biri Furkan’a arkadaşlık teklif ediyor. Kızdan gelen ısrarlı ilgi yetiştiği prensiplere aykırı olacağından okul değiştirmeyi göze almış ancak hayâsı nedeniyle bunu dahi açıklamamıştı. Çok narindi, kimsenin kırılmasını is­temezdi.

Çok okuyan biriydi, süreli yayınları zengin içerikli der­gilere aboneydi. Ablası evleninceye kadar ortak bir kü­tüphaneleri vardı. Ablasının evliliğinden sonra kendi kü­tüphanesini oluşturmuştu.

Çok merhametliydi. Doktor olmak istiyordu. Göz Dok­toru olup Afrika’daki âmâların gözlerini açmak ve Filis­tin’deki insanlara gönüllü olarak hizmet etmek istediğini söylüyordu. Okulda çok başarılıydı. Diplomasını dahi alamadan Şehit oldu. Kendisi göremedi ama sınavda İstanbul Tıp Fakültesini kazanmıştı. Filistin’deki kardeşleri yardıma muhtaçken, şimdi yardım etmek için bir fırsat doğmuşken bize gitmek istediğini söyleyince kıramadık kendisini. Nasıl hayır diyebilirdik ki! Furkan bizi hiç kır­mamıştı ki, bir kere olsun bizi hiç üzmemişti ki…

Yakın tarihimizde yaşantısı ve şehadetiyle gençlere örnek gösterebileceğimiz genç şahsiyetlerimiz yoktu. Fedakârlığı cesareti ve adanmışlığı Rachel corrie gibi­leri anlatıyorduk. Ancak artık Müslüman birer şahsiyet olarak Furkan’ımız, Esma’mız var. Şimdi gençlerimize anlatabileceğimiz şehitlerimiz var. Biz ailesi olarak “keş­ke göndermeseydik ”demedik hiçbir zaman. Şehidimle gurur duyuyorum Çünkü ben şehit babasıyım, Rabbime sunabileceğim en güzel amelim bu…

Allah mükâfatlandıracağı kullarını seçiyordu. Şimdi Mavi Marmara şehitlerinin hayatlarına bakıyorum da hepsi birbirinden değerli şahsiyetler… Seçkin kullar, her birinin apayrı bir hikâyesi var.

Furkan’ın da hayatı küçük ama değerli adımlarla bü­yük bir sona – şehadete – hazırlanan bir hayattı. Şehit olabilmek için şehit gibi yaşamak gerek!

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?