Sıbyan Mektebi
Osmanlıların ilköğretim seviyesindeki okullarına genel olarak “Sıbyan mektebi” veya “mahalle mektebi” denilmektedir. Sıbyan okulları her mahallede, oranın zengin ve hayırsever kişileri tarafından kurulur, zengin bulunmayan yerlerde ise halk el birliği ile okul yaptırırdı. Devletin ileri gelenlerinin okul yaptırması ise bir gelenekti. Okula han, hamam, dükkân, zeytinlik gibi gelir kaynakları bağlanır ve öğretmen harçlığı, okulun bakımı gibi giderler bu gelirlerle karşılanırdı.
Çocukların küttaba başlama yaşı, 7 civarında idi. Bitirme ise 13-15 yaşları arasında, buluğ çağında olurdu. Öğretimin esası Kur’an idi. Öğrenciden üç yılda Kur’an’ın ezberlemesi istenirdi. Ama bu çoğu zaman ezber olmaz, Kur’an’ın hatmi olurdu. Programın içinde yazı da vardı. Yazı, şiir ve atasözleri üzerinde olurdu, Küttablar da, bu derslere ek olarak hikâyeler ve aritmetik de vardı, ibadet şekilleri de öğretiliyordu. On yaşına kadar Kur’an’ı hatmeden çocuk, daha sonra kelime bilgisi, hitabet, dilbilgisi, edebiyat, tarih gibi ek konular üzerinde üç yıl daha çalışabilirdi. Perşembe öğleden sonra ve Cuma günleri tatil idi.
Bizans’ta ve İslam âleminde temel öğretim, genel şartlar ve prensipler bakımından birbirlerine çok yakındı. Her iki taraf da, eğitilmiş iyi bir dindar kişi yetiştirmeyi amaç edinmişti. Her iki taraf da, eğitimin ailede verilmesi taraftarıdır. Eğitim yaşı olarak 6 yaşın sonlarını alıyorlar. İslam âleminde okullar camilerle ne kadar içli-dışlı ise, Bizanslılarda da manastırlarda, narthexlerde veya büyük kiliselerde idi. Öğrencilerin oturdukları yerlerde aynı idi: sıralar, toprak, koyun postları, vs… Öğrencilerin kullandıkları malzemelerde birbirine yakındı: tabletler, taş tahta, yazı takımı, mürekkep şişesi, kamış kalemler, her iki tarafta da cevizden ezilerek yapılan mürekkepler kullanılıyordu. İlkokul öğretmenleri, her iki tarafta da sefil ve müşkül bir halde idiler ve alay konusu oluyorlardı. Öğrencilerin çeşitli zamanlarda ve çeşitli vesilelerle getirdikleri hediyelerle yaşıyorlardı. İslamiyet de Kur’an’ı bitirtince hocaya verilen “hitma” Bizans da “nomisms” adını alıyordu.
Öğretimdeki ceza metotları da aynı idi. Arapların falakası, Bizanslılarda “phallagas” şeklinde vardı. Falaka çok eskiden beri Doğu’da da Batı’da da kullanılan bir aletti.
Buradan çıkaracağımız sonuç, Anadolu, Kürdistan ve Doğu Akdeniz (Bizans) çevresinde ilköğretim alanında ayrı dinlerin, kültürlerin ve ulusların birbirine oldukça yakın, birbirinden etkilenmiş bir ilköğretim sistemleri olduğudur. Osmanlılarda uzun yüzyıllar boyunca bu sistemi yaygın olarak kullanmışlardı
Medreseler
Selçuklu Medreseleri
İlk Selçuklu medreseleri 1040 yıllarında Nişabur’da Tuğrul Bey tarafından kurulmuştur. Alpaslan döneminde de 1067 de Bağdat da Nizamiye medreseleri adıyla önemli kurumlar açılmıştır.
Nizamiye medreseleri, tarihte “eğitimde şans ve fırsat eşitliği” sağlamanın mükemmel örneklerinden biridir. O zamanlar yükseköğretim maddi problemi olmayan, kolayca kitap satın alabilen ve çeşitli yerlerde araştırma yapabilenlerin hakkıydı ama Medrese Sistemiyle devlet, medreseleri “yatılı ve burslu” bir eğitim kuruluşu haline getirmekle öğretimde imkân ve fırsat eşitliğini sağlama çalışmalarına girişmiş oluyordu. Bu medreselere bağlanan zengin vakıflar, onların bütün ihtiyaçlarını karşılayacak sürekli bir gelir kaynağı oluyordu. Müderris ve öğrencilerin bütün ihtiyaçları karşılanınca, onlarda kendilerini kayıtsızca bilime ve öğrenmeye verebiliyorlardı. Bu denli nizamiye medreseleri kurmanın bir başka amacı devlet memuru yetiştirmekti.
Selçuklu medreseleri müderris-öğrenci ilişkilerinde bir yenilik getirmemişti; ama öğrenci statüsünde bazı yenilikler olmuştu: Bu, medrese öğrencilerinin büyük bir kısmının yatılı olması ve bu arada medrese vakfından burs alabilmeleriydi.
Osmanlı Medrese Sistemi
Bu döneme Cumhuriyet öncesi eğitim sistemi de denilebilir. Medreseler, ilköğretimden yükseköğretime kadarki eğitim kademelerini içine alırdı. Yetenekli bir öğrenci devre usulüne göre yüksek tahsilini de buralarda bitirebilirdi.
Medreselerde diploma usulü – icazet uygulanırdı. Yani müderris, öğrencinin tam yetiştiğine kanaat getirdikten sonra diplomasını – icazeti verirdi. Medrese hocası, bu konuda tam yetkiliydi. Öğrencisini her yönüyle iyi bir şekilde tanırdı. Günümüz ifadesiyle bireysel eğitim yapılırdı, denilebilir.
Medreseler genellikle vakıflar tarafından kurulur ve yönetilirdi. Her türlü masrafları vakıflar tarafından karşılanırdı. “Öğretmen maaşları mahalli idareler tarafından ödenirdi.” 1947’den itibaren ise devlet tarafından yani genel bütçeden ödenmeye başlanmıştır.
Yüksek kademede belirli bilim dallarına göre ihtisaslaşma söz konusuydu. Ülkenin bürokrat, doktor, yargıç gibi aydın gurubunu yetiştiren bu kurumlarda ileri din bilgisinin yanı sıra mantık, metafizik, geometri, matematik dersleri de verilmekteydi.
Enderun Mektepleri
1455 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulan bu okulların amacı, yönetici ve devlet adamı yetiştirmekti. Sıbyan okulları ve medreselere sadece Müslüman çocuklar kabul edilirken, Enderun okullarına devşirme kanunu gereğince Hıristiyan tebaanın çocukları alınmaktaydı.
Bu okullarda din, edebiyat, tarih, matematik, müzik ve beden eğitimi alanlarında eğitim verilmekteydi, ayrıca bu okullarda öğretim Türkçe olarak yapılmaktaydı. Enderun okullarından Osmanlı dönemi boyunca 79 Sadrazam, 3 Şeyhülislam, 36 Kaptan-ı Derya olmak üzere çok sayıda mimar, şair, ressam ve tarihçi yetiştiği kaydedilmektedir. Amerikalı eğitimci Kazamias’ın Platon’un idealindeki okul olarak nitelediği Enderun aynı zamanda üstün zekâlılara yönelik olarak açılan bir okul olarak görülmektedir.
Kişinin yeteneklerine değer verip onları en iyi biçimde geliştiren Enderun, Türklerin düzenli, kendine özgü bir eğitim sistemini kurup başarılı sonuçlar aldıklarını göstermekte ve dünya eğitim tarihinde de önemli bir yer tutmaktadır.
Sadrazamlığa varıncaya kadar en yüksek devlet görevleri özellikle bu okul mezunlarına verilirdi. Mesela ünlü sadrazam Sokulu Mehmet Paşa da bir Enderun mezunu idi. Yine, ünlü mimar Mimar Sinan da bir devşirme idi. Devşirme olayında baskı yoktu, zeki ve istikbal vadeden çocuklar, anne babalarının rızaları alınarak toplanır ve özel bir eğitime tabi tutulurlardı.
 Tanzimat ve Eğitim
Tanzimatçıların eğitim yaklaşımı, dış faktörlerin etkisini, özellikle laiklik görüşünü taşıyordu. Böylece, eğitim yönteminde yeni yapı ve davranış gereksinmesi daha belirgin olarak ortaya çıkıyordu. Bu dönemin dış destekli aktörü Mustafa Reşit Paşa idi. Reşit Paşa 1845 Mart’ında, devlet için etkili öğretim ve eğitim yöntemlerini araştırma ile yetkili bir komisyon kurmuştu.
1848 yılında açılan Darülfünun (üniversite) bu yeni açılan kurumlardandır. İlköğretim okulları (sıbyan mektepleri) ve orta öğretim okullarında (Rüştiyelerde) reform yapmakla yükümlüydü. Darü’l muallimin adıyla 1848’de yeni okulların öğretmen ve yönetici gereksinmesini karşılamak amacıyla kurulan ilk modern erkek öğretmen okulu öğretmenlik ve yöneticilik rollerini aynı kişide birleştiren ve günümüze ulaşan geleneğin doğmasına yol açtı.
Bu dönemdeki yeni düzenlemeleri şöyle özetleyebiliriz:
a) Fransa eğitim sistemi örnek alınarak bugünkü eğitim sisteminin temeli atıldı. Yani eğitim kademeleri ilk, orta ve yükseköğretim olarak düzenlendi. (1846)
b) Bugünkü Milli Eğitim Bakanlığının başlangıcı olan “Mekatibi Umumiye Nezareti” kuruldu. (1846)
c) İlköğretim programı ve yönetmeliği yayınlandı. (1847)
d) Öğretmen Okulu açıldı. (1848)
e) Kız Rüştiyeleri kurulmaya başlandı.
f) Meslek eğitimine önem verilmeye başlandı.
Mutlakiyet Dönemi
II. Abdülhamit’in tahta çıkışından sonra, Osmanlı-Rus savaşının kaybedilmesi sonucu parlamento kapatılmış ve mutlakiyet dönemi başlamıştır. Bu dönemde eğitimde nicelik bakımından önemli gelişmeler kaydedilmiş ve meslek okulu açılmıştır. Ancak baskı ve sansürün yoğun olarak yaşandığı bu dönemde yeni düşünceler ve bilimsel gelişmeler engellenmeye çalışılmış ve okullarda niteliksel gelişme sağlanamamıştır.
Bu dönemde üç önemli özellik göze çarpmaktadır:
1- İlköğretim anayasal zorunluluk haline getirildi. Yani ilköğretimin zorunlu olması, ilan edilen Teşkilatı Esasiye Kanunu konuldu. O tarihten bu yana ilköğretim, anayasal bir zorunluluk olarak devletin sorumluluğunda devam etmektedir.
2- Eğitimin arz’ına önem verilmiştir. Dikkat edilirse mevcut eğitim kurumlarının çoğu bu dönemde açılmıştır. İstanbul’da bunun örneklerine bolca rastlanır.
3- Toplumun bozulmasının temel nedeninin ahlaki bozulma olduğu kanısına varılarak Din ve Ahlak eğitimine yeniden önem verilmeye başlanmıştır.
Meşrutiyet Dönemi
İttihat ve Terakki dönemi de denilen bu sürede iki önemli özellik göze çarpmaktadır:
a) Eğitim Yönetimi: Bu dönemde eğitim yönetimi için bir kanun, iki kanun hükmünde kararname çıkarılmış ve eğitim sistemi bunlarla yönetilmiştir. Bunlar şunlardır:
• Ortaöğretim Kararnamesi (1910)
• İlköğretim Kararnamesi (1913)
• İl İdare Yasası (1913)
b) Eğitim sorunlarını görüşmek, tartışmak ve karara bağlamak üzere ilk defa “Heyeti İlmiyye” (bugünkü anlamda Milli Eğitim Şurası) toplanmıştır.
Tedrisat-ı İptidai Kanunu Muvakkati adıyla, 1913 yılında kabul edildi. Bu yasanın hedefi; ilköğretimde halk desteğini sağlayarak, sözde daha iyi bir öğrenim programı ve örgütlenmesini gerçekleştirmekti. Aynı yasaya göre; altı yıllık ilköğretim devlet okullarında zorunlu ve parasız hale getiriliyor ve sınıftaki öğrenci sayısı en çok 50 olarak saptanıyordu. Ayrıca; yeni yasanın 23. maddesinde, öğretim programlarının elişi, resim, beden eğitimi, aile bilgisi ve dikiş-nakış gibi derslere de din, matematik, coğrafya, dil bilgisi gibi geleneksel derler yanında yer vereceği belirtiliyordu.
Bu arada yirminci yüzyılın başlarında imparatorluk sınırları içinde Rum, Ermeni ve Musevilere ait 2596 azınlık ilkokulu ve bunun dışında Almanya, Avusturya, Fransa, İngiltere, Amerika’ya ait 215 ilkokul bulunmaktaydı. İlkokulun dışında azınlık ve yabancı devletlere ait 80 orta dereceli okul vardı.
Osmanlı’nın son dönemlerini Türk Milli Eğitim sisteminin temellerinin atıldığı yıllar olarak görmek mümkündür. Ancak yine de Osmanlı döneminden Cumhuriyete kalan eğitim kurumu sayısı çok fazla değildir. Osmanlı döneminden Cumhuriyete 4194 ilkokul, 69 ortaokul, 13 lise, 20 öğretmen okulu, 17 sanat okulu, 1 Darü-l fünun, 6 yüksekokul ve birkaç meslek okulu kalmıştır.
Cumhuriyet Dönemi
Cumhuriyetin Kuruluş Yıllarında Eğitim
Bu yapılanmada eğitim, Atatürk’ün gündeminde özel bir yer almıştır. Bağımsızlık savaşının günlerinde “Maarif Kongresi”ni ve “Heyeti İlmiye adı altında da bilim kurullarını toplamıştır. (1921, 1923, 1924 ve 1925) Bu danışma toplantılarında; ilköğretim programları, zorunlu eğitim, küçük yerleşim birimleri için yatılı bölge okullarının açılması, ilk, orta ve lise eğitim süreleri, öğretmenlik mesleği, Talim ve Terbiye dairesinin kurulması gibi tarihimiz açısından önemli kararlar alınarak yürürlüğe konulmuştur. Her biri ayrı ayrı önemli ve değerli olan ve birbirinin tamamlayıcısı durumunda bulunan bu işlerin arasında en önde geleni, ülkenin insan gücünü hazırlayacak olan eğitim sistemini birleştirerek devletin gözetim ve denetimi altına alan o günkü adıyla Tevhid-i Tedrisat Kanunu’dur (Öğretim Birliği Yasası)
3 Mart 1924’de çıkarılan bu kanun ile tüm okullar Maarif Nezareti’ne bağlanmış ve böylece o zamana kadar süre gelen çok başlılık sorunu ortadan kaldırılarak eğitim ve öğretimde ulusal anlamda bir bütünlük sağlanmaya çalışılmıştır.
Öğretim Birliği Yasası’nın hemen arkasından çıkarılan 1924 Anayasası ile de her türlü eğitim ve öğretimin hükümetin gözetim ve denetiminde olacağı, yasa çerçevesinde yapılacağı ve serbest olduğu (Madde 80), her kadın ve erkeğin ilköğretimlerini yapmaları zorunluluğu (Madde 87) getirilmiştir.
Öğretim Birliği Yasası ile laik eğitimin dışında bir eğitim getirilemez, anlamını çıkarabiliriz. Öğretim Birliği Yasası’nın gereği gibi uygulanabilmesi için de 1926 yılında Maarif Teşkilâtı Kanunu çıkarılmıştır.
İslami bir eğitim veren okulların açılması önü alınmış olmakla beraber sadece Devlet gerekli görürse İmam Hatip Okulu açabilir, şahısların Özel İmam Hatip Okulları açmasına da izin verilmiyor bu eğitim sisteminde.
Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren yaygın eğitim ve yetişkinler eğitimine yönelik çalışmalar yapıldı. Bu anlamda 1928’de Millet Mektepleri, 1930’lu yıllardan itibaren köylerde Halk Okuma Odaları ve 1932’den itibaren de Halk Evleri açıldı. Bu kurumlarda yetişkinlere yönelik olarak okuma-yazma kursları, kültürel ve sanatsal alanlarda ve çeşitli mesleki konularda bilgilendirmeler yapılmaktaydı.
1954 yılında Köy Enstitüleri geleneksel ilk öğretmen okullarıyla birleştirildi yani bir anlamda kapatılmış oldu. Köy Enstitülerinden toplam 15000 kadar öğretmen ve 2000 kadar sağlıkçının yetiştirildiği kaydedilmektedir.
1961 yılında çıkarılan yasayla ilköğretim yeniden düzenlendi. Düzenlemeyle daha önceden köy okullarında 3 yıl olan ilkokulun öğrenim süresi en az beş yıl olarak belirlendi.
1991 yılında Amerikan tarzı bir model olarak ders geçme ve kredili sistem uygulanmasına başlandı ancak kısa bir süre sonra uygulamadan vazgeçildi.1981 yılında 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu ile tüm yükseköğretim kurumları üniversite çatısı altında toplandı.
1970’li yılların başında milli eğitimde model arayışları hızlandı. Bu arayışların bir sonucu olarak 1973 yılında bugünkü Türk Milli Eğitim Sisteminin de temellerini oluşturan 1739 sayılı “Milli Eğitim Temel Kanunu” çıkarıldı.
Bu Kanuna dayandırılarak 28 Şubat’ta zorunlu temel eğitimin süresi 8 yıl olarak belirlendi. Bu modele göre beş yıllık ilkokullar ile daha önceden ortaöğretimin birinci devresini oluşturan üç yıllık ortaokullar “temel eğitim” adı altında birleştirildi. Ve Türkiye genelinde bu yolla Ortaokul İmam Hatip’ler kapatıldı. Lise İmam Hatip’e gidecek öğrenci olmadığından da aşamalı olarak tüm lise İmam Hatip’ler kapanma aşamasına geldi. İmam Hatip’ler ancak 4+4+4 eğitim sistemi ile ihya oldu. Fakat bu kez de velilerimiz İmam Hatip’in kalitesinde şikâyet ederek maalesef çocuklarını İmam Hatip’e göndermekte tereddüt yaşıyor.
Okullarımızın ahlaki düzeyinin gittikçe düştüğü, çocuklarımızın nasihatten çok, örneğe ihtiyaç olduğu bu zamanda biz öğretmenlere ve velilere çok fazla görev ve sorumluluk düşmekte, bu konuda sorumluluk bilinciyle hareket etmemiz gerekmektedir.
Hayatımızda hiç bitmeyecek olan ortak eğitim sistemimizin serüvenini özetlemeye çalıştığımız bu yazımızda 2015- 2016 Eğitim-Öğretim yılımızın hayırlara vesile olmasını diler, öğrencilerimizin öğrendikleriyle topluma, çevresine ve ailesine hayırlı birey olmayı âlemlerin Rabbi ve ilmin yegâne sahibi olan Allah’tan niyaz ederiz.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?