Kimi zaman gerçeklerin açıklanmasının önünde bazı engeller olur! Fırtınalı havada rüzgârın nüfuz edeceği delikler kapatılır. Kişi bazen, dıştan gelen tehlikelere karşı, içeriyi huzursuz eden bazı sorunlara ses çıkaramaz. Çünkü zaman, kenetlenme zamanıdır! Düşmanın iştahını kabartacak türden bir duruma düşmek bir milletin yok olması anlamına gelebilir. Gidişat kötüdür ama olabilecekler çok daha kötü olabilir. Yara acıtıyordur ama kangren çok daha kötüdür. Ayağa taş takılıyordur ama o taşa çok takılmak, kimi zaman ayakla beraber başı da götürür…
Kur’an bizlere, “Sakın ola bir an dahi düşmanınızdan habersiz kalmayın, gafil olmayın, kendinizi düşmana yem etmeyin” der. “(Ey Muhammed!) Cephede sen de onların (mü’minlerin) arasında bulunup da onlara namaz kıldırdığın vakit, içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun. Silahlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar secdeye vardıklarında (bir rekât kıldıklarında) arkanıza (düşman karşısına) geçsinler. Sonra o namaz kılmamış olan diğer kısım gelsin, seninle beraber kılsınlar ve ihtiyatlı bulunsunlar, silahlarını yanlarına alsınlar. İnkâr edenler arzu ederler ki, silahlarınızdan ve eşyanızdan bir gafil olsanız da size ani bir baskın yapsalar. Yağmurdan zahmet çekerseniz ya da hasta olursanız, silahlarınızı bırakmanızda size bir beis yoktur. Bununla birlikte ihtiyatlı olun (tedbirinizi alın). Şüphesiz Allah, inkârcılara alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.” (Nisa, 102)
Bir anlık unutkanlığın, ucuz bir hesap peşine düşmenin, ulvi gayeden uzaklaşmanın bedeli okçular tepesinde katliama uğratabilir bizleri. Tarih nice acı olaylarla doludur, göz kamaştıran medeniyetler nice pişmanlıklarla bitmiştir. Nasihati de, ders çıkarmayı da pişmanlığın fayda vermeyeceği bir zamana ertelememek gerekir. Mümin kişi ders çıkarmalı, ibret almalı ve adımını ona göre atmalıdır. Yıllarca yapılan hataları yapmamalı; istişare etmeli, yaşanan acı tecrübeleri dinlemeli, cesur olmalı ama tedbirini de ona göre almalıdır. ‘Mümin aynı delikten ikinci bir kez ısırılmamalıdır.’ Sürekli alternatifleri düşünmesi gereken müminin A, B, C planları olmalıdır. Çünkü zaman, hayatın ta kendisidir, mümin şahsiyetin ne kaybedecek bir zamanı, ne de bir adamı vardır.
Öyleyse gelin hep beraber muhasebe yapalım. Yapalım ki eksikliklerimizi, hatalarımızı, niyetimizi, üzerinde yürümemiz gereken yolu bilelim ve aslımıza dönelim. Belki uzun bir zaman susmak zorunda kaldık, çünkü şartlar bizi konuşturmuyordu. Hepimiz hala bir ateşin kenarındayız… Millet olarak bir ateşten kurtulduk ama ateşimiz hiç bitmiyor ki. Şimdi nasihati buzdolabından çıkarma zamanıdır. İçimizdeki ateşleri anlatma zamanıdır! Dost acı söyler ama doğru söyler..!
Hayat Bir İmtihandır, Takdir Yüce Allah’ın Elindedir
Allah var, keder yok! Mülk onun, korkuya gerek yok… Olacak ve öleceğe çare de yoktur… Yüce Allah, bizleri ya bollukla ya da darlıkla imtihan edecektir. Korkumuz sadece onun yolundan ayrılma üzerine olmalıdır. Tereyağından kıl çeker gibi bir imtihanı beklememeli, lüks bir hayatı da… Hayat bu, ya düşe düşe, ya takıla takıla, sonrasında tevbe ede ede devam edecek, ya da düşünce kalkamayacak, takıldığımız yerde duracak, tevbe fırsatı dahi bulamayacak bir hayat yaşayacağız. Biz zor olana, mükemmel olana, bize merdiven çıkartana talibiz. Bu dünyada en yüce gaye; Allah’ı bulmak, onu anlamak ve ona yönelmektir. Bu hayat ne mal, ne makam, ne de şehveti ele geçirmek içindir. Bilakis yüzümüzün akıyla imtihanı kazanıp ebedî hayatı kazanmak içindir. Yozlaşmaya, çürümeye, gevşemeye, harama izin vermemeli; bununla beraber kimseden korkmamalıyız. Hiç bir şeyi Allah’ın takdirinden büyük görmemeliyiz. “Onlar, Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O’nun elindedir. Gökler de O’nun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir.” (Zümer, 67)
İbadet ve İstiğfar Zamanı
Önder olanlar, öncü olanlar, önde gidenler, örnek olanlar; Önce siz..!
Önce kendinizden başlayın! Allah’tan korktuğunuzu, haşyet içinde yaşadığınızı, ibadet ehli olduğunuzu önce kendinize gösterin. Düzeltin artık kendinizi… Örnekliğiniz, Kur’an okumanız, sürekli zikriniz, cami adamı olmanız, rabbaniyetiniz; hayatınızın vazgeçilmez konuları olursa gerçek anlamda lider olabilirsiniz. Resulullah’ın hayatı camiye, bilgileri Kur’an’a bağlıydı, bağlılığı ise müminlereydi… O sürekli müminlerle beraber, istişare ve hasbihâl içerisinde idi. Gece abid, gündüz mücahitti… Onu arayan ya mescitte ya da cihat meydanında bulurdu. Bugün biri hangimizi mescitte bulabilir; “Şu şahıs sabah, ikindi veya yatsı namazı kesin şu camidedir” diyebilir? Nesil böyle yetişmez! Nesil bu şekil gevşek yetiştirilemez! Nesil önündeki örneklere bakarak ilerliyor. Samimiyet görünce samimi, fedakarlık görünce fedakar, rabbaniyet görünce rabbani oluyor! Biz, bizden önceki neslin ürünüyüz, bizden sonraki nesil de bizim ürünümüz olacaktır. Allah rızası için kendimize çekidüzen verelim. Kişilerin gücü, maddi güçten önce maneviyat gücüdür. Maneviyatın varsa bakışın korkutur, varlığın hissedilir, tepkin bir anlam ifade eder. Beş vakit namazı aşkla bekle, Kur’an’ı sürekli mütalaa eyle, zikri diline dost eyle, duayı yâran eyle ki; Allah da tevfiki refik eyleye… Dindar nesil, işte bu anlamlar üzerine yetiştirilmeli. Dünyaya, lükse, bolca harcamaya alışan nefis, daha iyisi verildiğinde sana sırt dönecektir. Kendini ıslah et, daha sonra başkasını davet et! Bardak dolmazsa taşmaz, kalp irfana doymazsa vermez, akıl Kur’an’a açılmazsa almaz, beden disipline alıştırılmazsa çalışmaz, dil zikretmezse hikmet çıkmaz, el vermeye alışmazsa tutmaz… Önce biz, önce biz kurtulmalıyız! Önce biz camileri doldurmalıyız! Önce biz nefsimizle amansız bir cihada tutuşmalıyız ki samimi olduğumuzu önce biz anlayalım. “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.” (Maide, 105)
Uhuvvet Zamanı
Uhuvvet, kardeşini kendisi gibi görmektir. Uhuvvet, adil olmaktır. Uhuvvet, basit bir hesap ve menfaat uğruna kardeşini satmamaktır. Uhuvvet, kardeşinin meziyetine sevinmektir, onu güçlendirmektir. Onu şartlar ne olursa olsun sevmektir, işte bu imandır! İsar duygusuyla kendini kardeşine feda etmektir, işte bu sadakattir! Küçük hesap peşinde olmamaktır. Kini kalpte tutmamaktır. Ne yazık ki bazılarının kini uhuvvetten büyüktür. Kardeşlik yardımdır, kardeşin acizlik halinde el uzatmaktır, itibarını korumaktır, adını yere düşürmemektir. Kendi gibi bilmek, nefsi gibi düşünmek, gerekirse sadece onu hesaba katmaktır. Kurnazlık yaparak ayrılığı derinleştirmek değil, elini uzatarak “bendeki bu” diyebilmektir. Kardeşlik, akide bağı ile birbirimize bağlanmaktır. Öfke, nefret ve alınganlık; imandan büyük olmamalıdır. Bizim en büyük siyasetimiz, kardeşlerimize sahip çıkmak, onları korumak olmalıdır. Kardeşliği öfkeye teslim etmemeli, aynı ağacın meyveleri olduğumuzu unutmamalıyız. Düşmanlarımızın gücü bizim ayrılıklarımız ve kavgalarımızdır. Müminlerle diyaloglarımızda ihtiraslarımız, bencilliklerimiz ve anlamsız arzularımız baskın olmamalı ve uhuvvetimize set çekmemelidir. “Bir de, tehdit ederek Allah’ın yolundan O’na iman edenleri çevirmek, Allah’ın yolunu eğri ve çelişkili göstermek üzere her yol üstüne oturmayın. Hatırlayın ki, siz az (ve güçsüz) idiniz de O sizi çoğalttı. Bakın, bozguncuların sonu nasıl oldu?” (Araf, 86)
Tevazu ve Yumuşaklık
Ne başarı kişiyi yoldan çıkarmalı, ne zafer kişiyi sarhoş etmeli, ne de güç kişiyi zehirlemelidir. “Yüce Allah hiç bir şeye vermediğini hilme/yumuşak huyluluğa vermiştir.” Etki ve tesir tevazudadır. Etkiyi yetkiye kurban etmemeli, hikmeti hüküm karşısında boğazlamamalısın. Güçlüsün, beysin, kudretlisin ama senin gücünün üstünde Kadir-i Mutlak’ın olduğunu unutmamalısın. Kaideye uyma pahasına sevgi ve muhabbeti öldürmemelisin. Gücünü pekiştirmek için acı ve gözyaşına sebebiyet vermemelisin. O güç bir gün zehir olur, ah olur, döner seni bitirir. Tevazu çoğu zaman sessiz kalmaktır, derdini Allah’a havale etmektir. Konuşmak her zaman hayır getirmez. Susmaktan çok, konuşmayı seven kişi fitneye düşmüştür… Bir kadında haya ne ise, âlimde/önderde/liderde tevazu odur. Bir evde hilm/yumuşak huyluluk yoksa o ev bir çok hayırdan mahrumdur. Öfkelenmek en basit olanıdır. Güçlü her tuttuğunu deviren değil, öfkesine hâkim olandır. Allah için şefkat kanatlarını gereceksin, susacaksın, kalbinde taşıdığın manaya bakacak, hatayı önce nefsinde arayacaksın. Unutma! Her şeyden önce “ben haklıyım!” çıkışı, seni adaletten alıkoyacak ve hataya düşürecektir…
Cesaret ve Safı Korumak
Tedbiri elden bırakmamalı, gevşeklik göstermemelisin. Düşmanı boş bırakmamalı, önce kendi safını, yanındaki insanları düzeltmelisin. Bedel ödemekten korkmamalı, ancak bedel ödeyenlerin tarih yazdığını bilmelisin. “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir ve size zulmedilmez.” (Enfal, 60) Dünya sevgisi ve ölüm korkusu kişiyi ecelinden ayırmaz! Bilakis kişiyi ölümünden eceli korur. Eceli geldiği zaman ne bir dakika ileri, ne de bir dakika geri kalır. Ölüm gelecekse bizi şerefli bir halde bulmalı… Nasıl yaşarsanız öyle ölecek, nasıl ölürseniz öyle haşrolunacaksınız.
Aranızdaki gevşek inançlı, dünya sevdalısı, tamahkâr kişilere yardım etmeli, onları tehlikeye maruz kalacakları görevlere getirmemeliyiz. Aksi takdirde bu, onlardan önce herkesin helakidir. “Düşman topluluğunu izlemekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı duyuyorsanız, kuşkusuz onlar da sizin acı duyduğunuz gibi acı duyuyorlar. Üstelik siz Allah’tan, onların ümit edemeyecekleri şeyleri umuyorsunuz. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisa, 104)
Şükretmek ve Kadir Kıymet Bilmek
Şükretmek, durumun farkında olmaktır! Her ne olursa olsun şükretmek mümin kulun azığıdır. Şükürsüzlük şeytanın vuracağı ilk darbedir. “Şeytan dedi ki: “(Öyleyse) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım. Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.” (Araf, 16/17)
Az da olsak, çok da olsak şükür… Darda da olsak, genişlikte de olsak şükür… Şükür, mevcut durumu kabul edip yerine sinmek demek değil; ilerlemek, daha iyisi için çaba göstermektir. “Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: “Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim, 7)
Allah’ım! Günahlarımız sana ayan, anlattığımız birkaç kelime ise hâlimizi beyan, senden tek dileğimiz hayatımıza ismi Ğufran… Ya Hannan, Ya Mennan, Ya Rahman… Allah’ım! Üzüntüyü kalbimizde kalıcı kılma. Çaresiz kaldığımızda rahmetini esirgeme. Allah’ım! Üzüntümüzü, kederimizi, hasretimizi gider. Bizlere kanaatin, rızanın ve tevbenin kapılarını aç. Bizi hırçınlaşan, çirkinleşen, çoraklaşan insanlardan eyleme. Bizleri ancak sen duyarsın, bizlere ancak sen yardım edebilirsin, bizleri ancak sen affedersin. Rabbim! Affına layık olmasak da bizi affet…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?