Hayvanlar, doğar doğmaz fıtri bir şekilde kendi hayatlarını idame ettirebilir ve genellikle tüm ihtiyaçlarını karşılayabilirken insan, hassas bir bakıma ve özel eğitime ihtiyacı duymaktadır. İnsanın eğitim ve terbiyesinde, maddi-manevi birçok faktör vardır. Onun eğitiminin manevi yönü, Yaratan’a yönelik ibadetleriyle yakından ilgilidir. Çünkü her ibadetin insan terbiyesi üzerinde olumlu etkisi vardır. İhlasla ve samimi bir şekilde ibadet eden insan, kendisi farkına varmasa da zaman içinde iyiye ve doğruya doğru yönelmektedir. Nitekim birçok ayet bu konuya dikkat çeker.

“Onlar, iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle huzura erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla (ona ibadetle) huzur bulur.” ((R.a.)’d, 28) “(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” (Ankebut, 45) “Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekât) al.” (Tevbe, 103)
İbadetler, insan üzerinde çok derin bir etki bırakır. Bu ibadetler içinde orucun etkisi ise daha özeldir. Zira oruç, manevi yönün yanında bizzat fiziki bir terbiye etkisine de sahiptir. Açlığın insan bedeni ve ruhu üzerinde derin etkileri vardır. Mide acıktıkça insanın fiziki güç ve takatinde gevşeme olur. Bu da doğal olarak insanın şehvet, hırs, tamah, kin, nefret vb. birçok olumsuz his ve duygularını frenler. Nitekim birçok hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.s.) orucun kötülük, günah ve yanlışlara karşı kalkan mesabesinde olduğunu ifade etmektedir.
Bu özellik diğer ibadetlerde de bulunmakla beraber oruç ibadetinde çok daha güçlüdür. Zaten bu ibadetin özel olduğu ifade edilmektedir. Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “Âdemoğlunun her amelinin sevabı on mislinden yedi yüze kadar katlanır. Allah bu¬yurdu ki: “Ancak oruç müstesna. Çünkü o be¬nim içindir; onun mükâfatını ancak ben vere¬ceğim. Çünkü o, şehvetini ve yemesini sırf be¬nim için terk ediyor. Oruçlunun iki sevinci vardır: Birinci sevinç, iftar ettiği zaman, ikin¬ci sevinç de Rabbine kavuştuğu zamandır. Oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha hoştur.”
Tabi ibadet eden bireyde gerçekleşen bu olumlu etkiler, aile ve topluma da sirayet edecektir. Zaman içinde ailelerde belirgin iyileşmeler olacak, ailelerdeki iyileşmeler neticesinde ise toplum ve dolayısıyla ümmet de iyileşmiş olacaktır. Şehit İmam Hasan el-Bennâ’nın, “Müslüman fert, Müslüman aile, Müslüman toplum” sıralaması malumunuzdur.
Her ibadette birçok ders ve ibretler vardır. Mesela tüm ibadetlerde mükemmel bir disiplin ve program vardır. Ayrıca her ibadet kendine has bazı ders ve hikmetler içerir. Bu ders ve hikmetler açısından en yoğun bir ibadet de oruçtur. Özellikle iki asra yakındır, maddiyatı putlaştıran sistemler, insanlar arasındaki şefkat, merhamet, yardımlaşma ve paylaşma gibi duyguları tahrip etmiş, “Her şey benimdir, altta kalanın canı çıksın” diyerek insanı maddi manevi çıkmazlara sokmuştur. İşte oruç bu gibi sorunların en etkin reçetesidir. Zira dünyalık hırsı, cimrilik, bencillik gibi manevi hastalıkların en güzel ilacı, cömertlik ve fedakârlıktır. Aç kalmak ise bu fedakârlığa götüren en etkin yöntemdir. Tok açın halini yeterince bilemez. Fakir ve muhtaçların içerisinde bulunduğu darlık ve sıkıntıları yeterince hissetmek için onların yaşadıklarını yaşamak lazımdır.
Oruçtan Bazı Ders ve Hikmetler
Oruç, Allah’ın (c.c.) emrine inkiyad yani boyun eğmektir. Ulûhiyet ve kulluk sözleşmesini yenilemedir. Her yıl Ramazan ayında kul, “Yarabbi sen Rabsin, ilahsın, ben ise kulum; sen emredersin, ben itaat ederim” der. Her ibadet gibi oruç da kulluk sözleşmesine atılan bir imzadır. Oruç, Resûlullah (s.a.s.)’in ve peygamberlerin sünnetine ittibadır.
Nefsi açlıkla terbiyedir. Nefsi terbiyede en etkin vesile, oruçla aç kalmaktır. En güzel sabır ve sebat okuludur. İrademizi kontrol etmemizi sağlayan mükemmel bir öğretmendir. Açların hâlini pratik olarak öğretip, yardımlaşma ve dayanışmaya çağıran münadidir. Sosyal barış, yardımlaşma ve dayanışma pratiğidir. Sınıf ayırımcılığını ve sınıflar arasında var olan uçurumları ortadan kaldıran yegâne çözüm yoludur.
Sağlıklı beslenme ve tedavide şefkatli bir doktordur. Programlı ve disiplinli yaşamayı öğreten dikkatli bir hocadır. Ebedi yolculuk için yol azığı biriktirmek için en verimli iklimdir. Nefis ve şeytanın saldırılarına karşı, sağlam bir kalkandır. Cehennem ateşine karşı, en muhkem kaledir. Cennete “reyyan” kapısından girmeye hak kazandıran pasaporttur. Hem de VİP pasaportu!
Tüm bu ders ve ibretlerin bireyler, aileler, toplum ve sonuç olarak ümmet üzerinde gayet olumlu etkileri tartışma kabul etmez bir gerçektir. Tüm bunların gerçekleşmesi için de orucun tüm organlar hatta tüm hücrelerimizle tutulması gerekir. Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Oruçlu olduğunuzda çirkin söz ve davranışlardan sakının. Şayet biri size sataşırsa ben oruçluyum deyin.” Bunun gibi nice hadis, orucun sadece mideyle değil, tüm organlarla tutulması gerektiğini açıkça ifade etmektedir.
Yani oruç madden bozulduğu gibi manevi olarak da bozulabilir. Kendi irademizle bilerek harama bakmak, haram konuşmak veya dinlemek, madden orucu bozmasa da manen bozar. Başka bir tabirle böyle bir durumda kişi orucu zahiren eda etmiş olsa da ondan alacağı sevabı kaçırabilir ki bu, büyük bir kayıptır. Nitekim bazı hadislerde nice oruç tutanların açlık ve susuzluk dışında bir kârlarının olmadığı ifade edilir.
Ramazanlar Ramazan Ola!
Mevsimlik iş yapanlar için iş mevsimi çok önemlidir. Niceleri bir yıl boyunca işlerin mevsimini beklerler. Avcı av mevsimini, ziraatçı harman zamanını iple çeker. İşte hayır ve erdem bilen mümin de Ramazan’ı iple çeker. Bir rençper için nasıl ki hasat mevsimi önemlidir, her Müslüman için de Ramazan ayı önemlidir.
Her Ramazan üzülerek şahit olduğumuz bir konu da teravihin rekât sayısına dair tartışmalardır. Evet, Resûlullah (s.a.s.) teravihi farklı rekâtlarda kılmıştır: 8-10-20-32-36. Ama şu gerçeği de unutmayalım ki sahabe ve tabiin gibi kulluğun hakkını veren önderlerimize kıyasla, biz ibadet fukarasıyız. Şu hâlde neden biraz olsun çoğaltma tarafına değil de hep azaltma tarafına meylediyoruz? Hiç “Arada bir teravihi 36 rekât kılalım” diyen gördünüz mü? Ama birçok insan hemen 8 rekâta indirivermektedir. Bunu da genelde güya ilim sahibi kimseler yapmaktadır. İlim sahibi olmayan insanların böyle bir dertleri yoktur. Onlar yirmi rekâtı kabullenmiş devam ediyorlarken onlara örnek olması gerekenler, her yıl kafa karışıklığı oluşturmakta, üsve-i hasene olmaları gerekirken, usve-i seyyie olmaktadırlar.
Bilindiği üzere tadili erkân cumhura göre farz, Hanefi ulemasına göre vaciptir. Şu an ülkemizde kılınan teravih tadili erkânın en asgari sınırındadır. Biraz daha acele yapılsa teravih ibadet olmaktan çıkıp, spora dönüşecektir. Ancak buna rağmen bazıları hala daha da hızlandırma taraftarıdır. Bunun da sebebi, yine bu konuda kötü örnek olan kimi hocalardır. Hâlbuki hocalar, mümkün olduğunca cemaati uyararak, onları tadili erkân konusunda bilgilendirmelidir. Spor değil ibadet etmek ve emeğimizi zayi etmemek gerektiğini anlatmalıdır.
Unutmayalım ki bir millet parası, silahı, teknolojisi gibi maddi güçleriyle değil, iman, ahlak, fazilet ve erdem gibi manevi değerleriyle, komşuluk, sıla-ı rahm, karşılıklı saygı-sevgi, yardımlaşma ve dayanışmayla huzurludur, güvendedir, güçlüdür. Yine bir toplum, yeme-içme, gezip-tozma ve eğlence alanlarında kurt dökmeyle mutlu, huzurlu ve medeni olmaz. Huzur ve mutluluk ancak insanların manevi dünyalarının imarıyla mümkündür. İşte tüm bu manevi değerler için Ramazan büyük bir fırsattır.
Can çekişen ve acillik olan “huzur” ve “güvenin” ambulansı, “komşuluk” ve “sıla-i rahim”dir. Huzurlu toplumun temeli olan komşuluk ve sıla-i rahmi ihya için, komşularımız ve akrabalarımızla ilgi ve alakamızı yoğunlaştıralım. Onlarla ziyaretleşelim. Karşılıklı iftar davetlerinde bulunalım. Davet edelim ve davetlere icabet edelim. Onlarla selamlaşalım. Hâl hatır soralım, bir sıkıntıları olduğu zaman, imkânlarımız dâhilinde halletmeye çalışalım. Kendimiz bizzat sorunlarını çözemesek de çözülmesinde yardımcı olmaya çalışalım. Hiçbir şey yapamazsak, en azından teselli edelim. Mesela her iftarda komşumuza en az bir tabak yemek gönderelim. Onlar da bize çam sakızı çoban armağanı bir hediye gönderdikleri zaman severek ve teşekkür ederek kabul edelim.
Ramazan Sirk Zamanı Değil İbadet Mevsimidir
Ramazan ayı eğlence, konser, komedi ve festival zamanı değil, ibadet ve kulluk ayıdır. Bu ayda eğlenceyi ibadet ve kulluğa tercih etmek, leş etini helal kebaba tercih etmekten daha çirkindir. Müslümanların oylarıyla seçilmiş kimi belediyelerin, Ramazan ayını bazı haram yöntemlerle karnaval ayına çevirme girişimleri asla doğru değildir. Bu konuda tüm yetkililer sorumludurlar. Ancak bizler de her birimiz kendi çapımızda sorumluyuz. Böylesi yanlışlara itiraz etmeliyiz. Sosyal medyada ve CİMER gibi yetkili yerlerde şikâyetlerimizi iletmeliyiz. Bu vesileyle onlara, eğer hayra vesile olmayacaksanız bari şerre de sebep olmayın, demeliyiz.
Hayatımın En Zor ve En Tatlı Orucu
Orucun yaz mevsimine geldiği yıllarda ağır işlerde çalışan birçok kişi, mütemadiyen şunu soruyor: “İş ağırlığından dolayı oruç edasını kış aylarına erteleyebilir miyiz?” Bu sorular bir anımı hatırlatır. Bu anıyı, hem böylesi sorulara cevap olarak hem de teşvik kastıyla sizlerle de paylaşmak isterim:
Allah’ın (c.c.) hidayet ve lütfuyla ilkokul 5. sınıftan hemen sonra namaz kılmaya başladım. Dolayısıyla aynı yılın Ramazan ayında da kesintisiz Ramazan orucuna başlamış oldum. Galiba 1977 yılıydı. İkinci Ramazan orucu ise 78 yılı Ramazanıydı ve haziran veya temmuz gibi en sıcak zamana denk geliyordu. Yaşım 13-14 civarı idi ve kamyon tamir atölyesinde çalışıyordum. Ramazan’ın ilk günü, iki ustamız, kalfalar ve biz çıraklar tam kadro oruçluyuz. İkinci gün sadece ben ve ustalar kaldık. Üçüncü gün ise ustalar da oruçlarını yediler ve ben yalnız kaldım. İş olduğu zaman, zamandan tasarruf için öğle tatiline gönderilmezdik. Ustalar pratik bir şeyler aldırırdı, hep beraber yerdik.
İşte oruçta yalnız kaldığım o Ramazanın üçüncü gününde usta yemeğe beni de davet etti. Ben oruçlu olduğumu ve yemek yemeyeceğimi söyledimse de o çok ısrar etti. Önce şefkatlice; yaşımın küçük olduğunu, işin ağırlığını, hasta olabileceğimi, yeterince büyüyünce telafi edebileceğimi vs. ard arda sıraladı. Ben ise onun her ısrarına uygun bir cevap vererek özür beyan ettim ve orucuma devam edeceğimi söyledim. Tabi bir çırak olarak ustaya isyan etmişim gibi sinirlenip azarlama ve hakaretlere başladı. Ancak ben sabrettim ve karşılık vermedim. Sonraki iki gün daha aramızda aynı şeyler geçti. Ondan sonra, “madem öyle işte böyle” dercesine bana işkence edercesine eziyetlere başladı. Tamircilik işlerinde ayak işlerini en yeni olan çıraklara yaptırırlar doğal bir kural olarak. Ancak ben işyerinin en kıdemli çırağı olmama rağmen, tornacı, civatacı, balatacı, lastikçi, kaportacı, bakkal vs. tüm ayak işlerine koşturulmaya başlandım. Ramazan boyu da böyle devam etti.
Komşu işyerleri, oruç tutsun, tutmasın tüm işçilerini Ramazan hürmetine öğleden sonra saat bir civarında eve gönderip paydos yaparlardı. Bizim işyeri ise iş varsa diğer aylar gibi gecenin bir vaktine kadar çalıştırmaya devam ederdi. İş olmadığı zaman ve Ramazan ayında bile akşam namazından önce bırakmak yoktu. Dolayısıyla ustam, iftara beş on dakika kala veya ezan sesini duyunca beni hatırlayıp “gidebilirsin” derdi.
Tabi o zamanlar toplu taşıma aracı falan yok. Evle işyeri arası asgari yarım saat. Bir Ramazan boyu, genelde yirmi dakika veya yarım saat gecikmeli olarak eve iftara ulaşabiliyordum. Yol üstünde bir çeşme, cami varsa suyla iftar edip yoluma devam ediyordum. Bazen mecalsiz kalıp yol üstünde herhangi bir evden bir tas su istemek zorunda kalırdım. Evet, bu Ramazan benim en derin hazla oruç tuttuğum Ramazanım oldu elhamdülillah!
Kıssadan Hisseler
Oruç tutabilecek kıvama gelmişsek, yaşımızın küçüklüğü, işin zorluğu ve extra zorlaştırmalar, oruca engel değildir, olmamalıdır. İnsan inanarak ve sevabını Allah’tan umarak ibadet ettiği zaman, Allah kolaylık, sabır ve azim lütfediyor ve başarıyorsunuz. Zor zamanlar aynı zamanda fırsat zamanlarıdır. Bu fırsatları devşirmenin anahtarı ise sebattır.
Ramazan’a ve ibadete saygı gösteren işyerlerinin işleri her zaman daha bereketli olur. Bizim işyeri, Ramazan ayını dahi normal zamanlar gibi gecenin bir vaktine kadar mesaiyle geçirdiği halde eninde sonunda dağıldı. Zira başarılı olmak için sebepler yetmez, şükür de gerekir. “Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim 14/7) Namaz konusunda da işyerinde yalnız kalmıştım ve maalesef çokça eziyet ve hakaretlere maruz kaldığım için sonunda orayı terk etmek zorunda kalmıştım. Bu durumlar, iş yerinin neden bereket göremediğinin de delili idi.
Sonuç olarak işimizin zorluğunu vs. ileri sürerek orucu ertelemek veya tutmamak mümine yakışmaz. Azmedelim, sebat edelim, Allah (c.c.) da yardımını ihsan eder inşallah. Sıyam ve kıyamın hakkını verelim ki, kıvama gelelim.
Subheneke… Bihamdike… Esteğfiruke…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?