Günümüz dünyasında kitle iletişim araçlarının zirve yaptığı bir çağ yaşıyoruz. İnsanları, başta ferdi, daha sonra da aile mefhumu olmak üzere toplumun ana unsurunu oluşturan bu hayati emarelerden koparan “sosyal medya hastalığı” almış başını yürüyor.
Toplumun ahlak seviyesinin deniz tabanı seviyesine düştüğü, her türlü azgınlık ve fenalığın zirve yaptığı bu dönem; maalesef ferdiyet bilincini köreltmiş ve köreltmeye büyük bir hızla devam etmektedir. Kitlesel bir oluşumu meydana getiren en önemli etmenler sırasıyla; fert, aile ve toplumdur. Dikkat edilmesi gereken bu üç temel etmen, hayatın kendisi olmakla beraber üzerinde durulması aciliyet gerektiren konulardandır. Fertlerin kişiliğinin oluşumunda en büyük rolü oynayan aile kurumu ise, günümüzde hak ettiği değeri görmemekte ve hızla yok olmaya yüz tutmaktadır.
İslam’a teslim olan kimse; bilinçli, düzgün karakterli, dürüst ve gayretli olan kimsedir. Değerlerini yaşayan ve yaşatan, kötülüklerden uzak duran, güçlü bir irade sahibidir. Nerede, ne zaman, nasıl davranması gerektiğini iyi bilen, sadece lisan-ı kavl ile değil lisan-ı haliyle yürekleri fetheden, mantık ve zekâsı ile insanları kendisine hayran bıraktıran, söylemleri ve eylemleriyle tutarlı olan örnek bir şahsiyettir. Toplumun temel dinamiklerini oluşturanlar; çocuklar, gençler ve en önemlisi onları yetiştiren -bir zamanlar kendileri de çocuk ve genç olan – anne ve babalardır.
Evet, eğitimin ilk yuvası olan ailenin en önemli iki ismi hiç şüphesiz; anne ve babadır. Dünyanın en kutsal mesleği, en büyük görevi ve hakkıyla yerine getirildiği takdirde kişiyi cennetin anahtarı olma şerefiyle yücelten şey “annelik ve babalıktır.”İlahi değerlerle bağlarını koparan insanlık, bu hatasının bedelini en sevdikleriyle ödemekte ‘’.Bireylerin saygıyı ve sevgiyi samimi tadabildiği tek kurum olan aile kurumunun içi boşaltıldı. Aile içinde yaşanan her türlü nahoşluk, maalesef olağan görülmeye başlandı. Başta kendi ailemizde ve çevremizde gördüğümüz bu durum böyle devam ederse; halimiz ne olur kestirmek pek de zor olmasa gerek. Batı’dan dünyaya yayılan “sosyal medya” adı verilen küresel virüs, Müslüman aile yapısını tehdit etmekten öte; ele geçirmiş durumdadır. Kapitalizmin tüketim üzerine dönen çarkları arasında, maddi ve manevi olarak sömürülen insanlık her türlü sömürüyü kendisi için vazgeçilmez bir ihtiyaç olarak algılamakta ve benimsemektedir. Zamanımız, duygularımız, fikirlerimiz ve ömrümüz sömürülmektedir.
Genç kızlarımız ve delikanlılarımızın sınır tanımayan istekleri; anne ve babalarımızın vazifelerinin önem sırasını unutarak, çocuklarının kalp ve ruhlarını maneviyatla doyurmaktan ziyade, mide ve ceplerini doldurmaya öncelik vermesi neticesinde ahlaki değerlerden yoksun, egoist, kanaatsiz bir nesil yetişmektedir. Anne ve babanın evlada köle olduğu; evladın anne babaya efendilik yaptığı devri yaşamaktayız. Dilden dile dolaşan “Ben yaşayamadım kızım yaşasın, boş ver o daha çocuk, erkektir istediğini yapar vb. “ sözler toplum anlayışındaki bozulmaların cümlelere yansımasıdır. Bu tür hataların ardından ortaya çıkan tablo ortada… Sabahlara kadar bilgisayar başında heba olan zaman, yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalan gençlik! Sadece bununla da sınırlı kalmıyor elbet. Telefon, tablet ve diğer cihazları kullananların yaşları bir hayli düşmüş durumda. 3-4 yaşında ki çocuklarımızın ellerinde tabletler, daha ilkokul çağındaki kız-erkek çocuklarımızın ellerin de pahalı telefonlar yeralıyor artık. Hiçte yabancı olmadığımız sahneler yaşıyoruz, sosyal medyada gördüğümüz rezalet derecesindeki resimler, videolar bunun açık göstergeleri değil mi? Yine birçoğumuzun duyduğu veya bizzat şahit olduğu tablo, sabahlara kadar uyanık kalan çocuklarımızın yorgan altında ellerinde ki telefon ve ya diğer cihazlarla gözleri şişene kadar oynamalarına ne demeli? Kitaptan uzaklaşan bir nesil, toplumun felaketi değil midir? O, tablet ve telefonların yerinde kitapların olması daha doğru olmaz mı? Kaçımız çocuğuna karne hediyesi veya Kur’an-ı Kerimi bitirdiği zaman, elektronik cihazlar yerine, kitap(lar) aldık-alıyoruz?
Evet, Firavun kendi sonunu getirecek olan Musa (as)’ı kendi elleri ile yetiştirdi; ancak korkarım ki, her biri bir Musa(as) olma potansiyeline sahip çocuklarımızı, asrın firavunları gibi yetiştirmekteyiz. Evet, Müslüman dünyasının kanayan yaralarından bir yaradır bu.
Elbette ki, bir kavim içinde bulunduğu hali değiştirmek istemediği müddetçe Allah o kavmi değiştirmez. Memnuniyetsizliğimizi dile getirdiğimiz bu durumdan kurtulmaya ve İslam alemini kurtarmaya kendi ailemizden başlamalı değil miyiz? Başta anne ve babalar olmak üzere lüks yaşam hevesinden uzaklaşmalı, çocuklarımıza kanaatkâr olmayı öğretmeli ve bunu prensip haline getirmeliyiz. Şüphesiz İslami olan da, insani olan da budur. Çocuk eğitiminde bilinçsizce kullanılan metotlar, gelecekte oluşacak beşer enkazının, canlı cenazelerinin temelini oluşturmaktadır. Popüler kültürün süslü, masum, yaldızlı sözlerin barındırdığı çirkinlikleri fark edecek uyanıklıkta olmalıyız her birimiz.”Sosyal arkadaş, internet aşkları, sosyal medya dostlukları.” cümlelerden sadece birkaçıdır.
İnsanlığın en kıymet verdiği değerler “dostluk, sevgi ve arkadaşlık” kavramlarıdır. Evet, İslam’a savaş açan batıl bu güzel kavramları kullanarak ve gerçek manasından saptırarak bize sunmaktadırlar. Bize düşen ise; her zehrin süslü ve temiz kadehlerde sunulduğunu bilecek kadar akıllı ve uyanık olmak; çocuklarımızı, kendimizi ve çevremizi asrın zehirli ballarının cezp ediciliğinden muhafaza etmektir. Peki, nasıl korunabiliriz? İslam’a sarılarak, kendi medeniyetimizi dirilterek! Çocuklarımıza zaman ayırarak, midelerinden önce kalplerini, ceplerinden önce ruhlarını doyurarak korunabilir, koruyabiliriz. Elbette ki çağın gereklerine ayak uydurmalı ve bunu yaparken İslami kimliğimizden taviz vermeden yapmalı; İslam ‘ı hayatımıza uyarlayarak değil, hayatımızı İslam’a uyarlamalıyız. Peygamber efendimizin örnek yaşantısını iyice araştırmalı, iyi analiz etmeli ve onun anne -babalara tavsiyelerini iyi kavramalıyız.
“And olsun ki, Resulullah sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar için güzel bir örnektir.”(Ahzab, 21)
İşimize verdiğimiz ehemmiyeti çocuklarımıza gösterdiğimiz gün; maç, televizyon ve internete ayırdığımız zamanı, çocuklarımızla kaliteli zaman geçirmeye ayırdığımız gün, onlara söylem ve eylemlerimizle doğru bir model olduğumuz gün, ümmet olarak yeniden dirildiğimiz gün olacaktır. Şunu unutmamak gerekir ki; bütün hürmetler karşılıklıdır. Çocuklarımızın maddi ihtiyaçlarına karşıladığımız özeni, manevi değerleri aşılamakta da göstermeliyiz. Aksi takdirde karşınızda sizi, sadece para kasası olarak gören, saygısız ve katı kalpli çocuklar görmeniz kaçınılmazdır. Evine uğramayarak, çocuklarını baba sevgisi ve himayesinden mahrum bırakan babalar, ne bekleyebilir ki oğullarından? Musab bin Umeyr (r.anh) gibi bir gençlik mi? Evet, çok beklersin. Ya sen Anne, buluğ çağını geçmiş kızının giydiği açık-saçık elbise ile dışarda dolaşırken, sen daha küçüktür veya ben giyemedim bari o giysin dediğin kızdan ne bekliyorsun. Asr-ı Saadetten gelen Sümeyye ve ya Nesibe’yi mi? Bekle Anne, bekle Baba gelecektir elbet.
“Ey Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve nesillerimizden gözler(imizin) nuru (olacak iyi insanlar) lütfet ve bizi (fenalıktan) sakınanlara rehber yap.” (Furkan Suresi, 74)
Hem bu ayetleri okuyacağız hem de bizim gözümüzün nuru dışında bütün gözlerin gördüğü açık-saçık kızlarımıza izin vereceğiz. Bu samimiyetsizlik değil de nedir? Zaten İslami tesettür adı altında bazı mağazaların sattığı o kıyafetleri dile getirmek bile istemiyorum. Ama bütün bunlara rağmen ümitsiz olmamak gerek. Hem ne demiş üstadımız Hasan el-Benna; ‘’Ümitsizliğe düşmeyin, çünkü ümitsizlik Müslüman ahlâkından değildir.’’
Çare basit, çok basit; bir an önce Üstad Hasan el-Benna’nın bizlere bir ilaç gibi sunduğu yol haritasını benimsemektir. Müslüman fert, Müslüman aile ve Müslüman toplum. Bize düşen; Havva, Hacer, Hatice, Fatıma -Allah onlardan razı olsun- annelerimiz gibi anne olmak. Âdem (as), İbrahim (as), Muhammed (as) ve Ali (r.anh) babalarımız gibi baba olmaktır. Örneklerimiz, önderlerimiz bunlar ve onların kutlu yolları olmalıdır. Çünkü bunların yolları Kur’an’dır, Allah’tır. Dilimizden peygamber duaları eksik olmasın. Zekeriyya (as) efendimiz gibi, babamız İbrahim (as) gibi;
“Ya Rabbi! Bana kendi katından çok temiz bir nesil (çocuk) bahşet. Muhakkak ki sen duayı hakkıyla işitensin.” (Ali İmran Suresi, 38)
“Ey Rabbim! Beni ve neslimden (gelenleri) de namazı gereği gibi kılanlardan eyle. Ey Rabbimiz! Duamı kabul buyur.” (İbrahim Suresi, 40)
İşte doğru yol budur, doğru olan Kur’an yoludur, peygamber efendimizin sünnetidir.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?