Bismihi Sübhanehu…
Allah yolunda şehit olmak, en büyük arzumuzdur…
Fikir dünyamıza bir katkı sunmasını temenni ettiğimiz ‘Davet Mektebi Dergisi’nin ilk sayısı Şubat 2015 itibariyle yayın hayatına başlamış bulunmaktadır. İlmi, siyasi ve edebi bir çizgi takip edeceğini ve bu konuda ileriye yönelik güçlü kalemler için bir kale olmayı hedeflemektedir. Bu kutlu yolculukta Davet Mektebi ekibine başarılar diler, yapacakları her türlü hayrın bereketlenmesini dilerim.
Şubat ayı acıları, kayıpları hatırlatır bizlere… Hain kurşunlara hedef olan o güzel insanların gidişi çoğu zaman şubatın soğuk yüzüyle buluştu… Bu ay bize bir çok dertler, yaşlı gözler, üzgün kalpler yaşattı hep… Nereye gidiyor, kayıplarımızdan sonra ne yapacak, davamızın erlerini kaybetmemizin telafisini nasıl sağlayacaktık. Güzel insanlar, fedakar öncüler öyle çabuk yetişmiyordu çünkü… Ümit ile ümitsizlik buhranı içerisinde kaldık kimi zaman… Ama Allah’a olan inancımız herşeyden güçlüydü, han değişecek, hancı değişecek ama yol aynı kalacak ve değişmeyecekti…
Şubat ‘Şehadet’ ayı olarak bilinir. Bu ayda özellikle, şehadetleri Şubata denk gelenleri hatırlar, bize bıraktıkları mücadelenin güzelliğini, onların öncülüğünü ve hizmet ettikleri davayı anlamaya çalışırız. Onlar, kendisiyle şeref duyduğumuz bu davanın bir sonraki kuşağa ulaşması adına yoruldular, sıkıntıya düştüler, vazgeçmediler, canlarını feda edip bu kutsal davanın yükselmesini sağladılar. Her bir şehit bir bereket vesilesidir… Onlar şehadetlerinden sonra daha çok hatırlanırlar, anlattıkları hakikatler daha güçlü bir şekilde ele alınır ve böylelikle ölümden sonra hizmetleri ve davaları yaşar ve gittikçe yayılır.
Kimi şehitler vardı, hakikatin parlak ve güçlü bir şekilde herkese ulaşmasını istiyorlardı. Hayatlarını verdiler, sadakatlerini gösterdiler ve bu uğurda can verdiler…
Kimi şehitler vardı, mazlumlara yardım etmek istiyorlardı, uğraştılar, didindiler, sadakat üzerine öldüler…
Kimi şehitler vardı, mukaddesatın korunması uğruna candan, canandan vazgeçtiler, amansız bir cihad ettiler, arkalarında paramparça bedenler bırakarak göçtüler bu diyardan…

Selçuklu Sultanı Alparsalan, Malazgirt harbinden önce şöyle dua etmişti:
“Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor; azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ya Rabbi! Niyetim halistir; bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!” Sonra atına biner ve askerlerine dönerek der ki:
“Biz ne kadar az olursak olalım, Bizanslılar ne kadar çok olursa olsunlar, bütün Müslümanların minberlerde bizler için duâ ettikleri şu saatte kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer oluruz veya şehit olarak cennete gideriz. Ayrılmak isteyen ayrılsın. Bu gün burada Sultan yoktur. Bende ancak sizlerden biriyim
“Ey askerlerim! Eğer şehid olursam bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır.”
Şehadet bir lutüftür, hak edene hediye edilir. Koltuğuna yaslanmış, rahatlık içerisinde gevşek duranlara verilmez şehitlik… Her bir Şehit hayatıyla şehadete layık olduğunu ispat etmiştir. Şehadetlerinin ardından anlarız şehadetin onlara ne kadar yakıştığını…
Hz. Yahya’mı (a.s), Hz. Hamza’mı (r.a), Hz. Ömer’mi (r.a), Hz. Ali’mi (r.a), Hz. Hüseyin’mi (r.a), Said bin Cübeyr’mi, İmam Hasan el-Benna’mı, Üstad Seyyid Kutub’mu, Şeyh Ahmet Yasin’mi, İskilipli Atıf hoca mı, Şeyh Said Palevi mi, Metin Yüksel mi, Mavi Marmara mı… kimler geçmedi ki bu mektepten… Ama her biri bir seda, bir derya ve bir dava bıraktı arkalarından…
Zifaf gecesinin sabahında cihada çağrıldığını duyup, sabah erkenden yıkanma fırsatı bulamadı Hanzala.. Cünüb olarak Uhud meydan muharebesine şehadete koşan, müşriklerle göğüs göğüse çarpışarak şehid olan ve sonra gökyüzünde melekler tarafından yıkanan Hanzala’nın (r.a.) hayatı Müslümanlar için örnek oldu güzel sayfadan…
Nice meçhuller geçti bu diyardan,
Nice atılanlar oldu yüksek burçlardan,
Nice yiğitler can verdi haince esen kasırgalardan,
Hepsinin yaptığı ise çıkarmaktı gemiyi bataklıktan…
Şehitler ne söyler bizlere…
Fedakar olun, büyük davanıza büyük hizmetler edin. Bu dava öyle bir davadır ki kişi herşeyini feda etse azdır. Ölümü sen bekle, ölümü sen üret, ölüm sana gelmesin, sen git ölüme… Büyük davalar büyük adamların elinde büyür. Bundan dolayı mümin ya şehit olmalı yada şahit olarak yaşamalı. Rahmetli Metin Yüksel gibi ‘Şehadet bir çağrıdır tüm nesillere ve çağlara’ demeli ve hayatıyla ispat etmelidir.

“Şüphesiz hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, benim yolumda kendilerine eziyet edilenlerin, çarpışanların ve öldürülenlerin kötülüklerini örtecek ve kendilerini altından ırmaklar akan cennetlere sokacağım.
Bu Allah katından bir karşılıktır. Karşılığın en güzel olanı Allah katındadır. (Ali İmran 195)
Hz. Enes (r.a) anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v) buyurdular ki: “Cennete giren hiç bir kimse dünyaya geri dönmek istemez, yeryüzünde olan her şey orada vardır. Ancak şehid böyle değil. O, mazhar olduğu ikramlar sebebiyle yeryüzüne dönüp on kere daha şehit olmayı temenni eder” (Buhari, Cihad; Müslim,İmaret)
Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız.
(Bakara 154)
İmam İbni Teymiye’nin, Moğol ve Tatarların kılıçları gölgesinde şu unutulmaz cümlesi bizim şehadete ne kadar aşık bir ümmet olduğumuzu göstermez mi?
‘Düşmanlarım bana ne yapabilir ki; sürgün edilmem seyahat, hapsedilmem halvet, öldürülmem ise şehadettir’
Şehidin ne için uğraştığını ve amacının ne olduğunu Ebu Dücane’den (r.a) daha güzel ifade eden olmuş mudur acaba? “Biz, ne Medine hurmalıkları, ne de cahiliye damarı için harb ettik. Biz, Allah (cc) ve Resulü’nün (sav) dinini tebliğ yolunda cihad etmekteyiz. Bu uğurda akan kanların, alınan yaraların, kaybedilen canların hiçbiri boşuna değildir.”
Şaire Hz. Hansâ’ının Kadisiye savaşında dört oğluna söylediği söz:
Din düşmanlarına ilk hücum eden sizler olmalısınız. Sizlerin arkada değil, daima en ön safta çarpıştığınızı görmeliyim. Çünkü bu harp, eski savaşlarımız gibi adi, basit çıkarlar uğruna yapılan çapulculuk ve yağmacılık hareketi değildir. Kısaca bu cihadda emir Allah (cc)’tan, kumanda da Rasûlullah (sav) efendimizdedir.”
Sahabe-i Kiram’dan Hubeyb (r.a.) şehit edilmeye götürülürken söylediği şiirin sonunu şöyle bağlıyor:
“Mü’min öldürüleyim de, dünya umrumda değil.
Yolum Allah’a gitsin de, şekli önemli değil.”
Dostlar! Bu din, bu Kur’an ve bu medeniyet şehitlerin, salihlerin ve alimlerin gayretleri sayesinde geldi bu topraklara… Cennete girme ümidimiz varsa yine onların gayretlerinin eseridir. Biz, bizden öncekilerin mirasını tüketiyoruz. Bizden sonrakilere kalacak mirası ve fedakarlığı bizim yapmamız gerekmez mi?
“Beni bu değersiz dallarda asmanıza pervam yoktur. Muhakkak mücadelem; Allah, Din’im ve Millet’im içindir.” (Şehid Şeyh Said Palevi)
Ölüm Allah’ın elindedir ve bizi bulacaktır. “De ki: Kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak size bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz de O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.” (Cuma 8) Korkunun ecele faydası yoktur, hayatı şehadete kilitlemeli ve yapılacak hizmetleri bu cesaretle yapmalıyız. Dünya sevgisi bir kalbe girdi mi artık o kalp uslanmaz. Gemi su aldıysa batacaktır. Allah sevgisinin yerine dünya sevgisi yerleştimi, o kalpte batacaktır…
Sadakatle ve ihlasla İmam Hasan el-Benna’nın bir hareketin parolası haline getirdiği ‘Allah yolunda ölmek en büyük arzumuzdur’ demeli, efendimizin (s.a.v) hadisini unutmamalıyız ‘Herkim kalbinden sadık olarak Allah’tan şehitlik isterse, yatağında ölse bile Allah (cc) o kişiyi şehitler mertebesine eriştirir’ (Tirmizi, Ebu Davud İbni Mace)

Recep SONGÜL

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?