Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla
Yüce Allah bizi en güzel şekilde yarattı. Hilkatimizdeki fiziki kusurlarımız veya sağlamlığımız bizim için imtihan sebebi kılındı. Ama öz olarak beyaz ile siyahın, doğulu ile batılının farkı olmadan yaratıldık. Fıtrat üzere doğduk hepimiz. Yani Müslüman olarak. Sonra doğduğumuz evden başlayarak çevre ile beraber bir şekle büründük.
İlk insan, aynı zamanda ilk Peygamber olan Âdem (a.s), bütün beşerin babası olarak nihai nimetin olduğu yerden, cennetten dünyaya gönderildi. Fert olarak yaratılan ilk insan, aile ve toplum olacak şekilde sevk edildi. İnsanın yaradılış gayesi hilkatine uygun davranış sergilemesi, yani ahlaklı olmasıydı. Ferdin ahlaklı olması kişisel olarak gerçekleşirken, aile ve toplum halini alan insanlığın ahlaklı olabilmesi artık kişiselliği çoktan aşmıştı. Çünkü toplumun ahlakı yasalardır. Hemcinsleriyle beraber insanlığı ahlaklı düzeyde tutmak kişisel tercihe bırakılamaz. Asgari ahlak olan yasalar, fertlerin haklarının teslim edilmesi için elzemdir. Ama kişisel olarak ahlaklı olmayı benimsemiş fertler, azami derecede hukuka riayet ettiklerinden yasaya ihtiyaç hissetmezler. Yasalar toplum merkezli yapıldıkça hakların teslimi daima zarara uğrayacaktır.
Nefis daima daha aşağıda olana taliptir. Her seferinde daha aşağının yasalarla teminat altına alınması demek, uçuruma doğru giden insanlığı yasal olarak uçurumdan yuvarlamaktır. Oysa yasaların kaynağı insan üstü yani vahiy olursa, insan zaman içerisinde aşağılara düşse de yasal olana zorlanacağı için asgari ahlaklı olmaya mecbur olacaktır.
Bizim bir toplum hayalimiz var. Müslüman fert ile başlayan ve tüm cihanı yaratılış gayesine uygun hareket etmeye çağıran bir hayal. Tüm peygamberlerin görevli olduğu hayal. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömen insanlardan, fıratın kenarında eziyet gören kuzunun hakkını üzerinde gören bir toplum hayali bu. İçerisinde bulunduğumuz kokuşmuşluğa sadece lanet eden olmayı reddeden, kıyametin koptuğunu görsek de elimizdeki fidanı dikmeye çalışacak bir gayret hali.
Evet toplum, şeytan ve dostlarının, israiloğulları ve küreselcilerin elbirliği ile tüm helaklere sebep olacak kadar bozulmuştur. Ve tam gaz da bozulmaya devam etmektedir. Zaten bütün Peygamberler de bozulmuş toplumları yeniden Rablerine yöneltmek için gönderilmiştir.
Allah (c.c), bu ümmeti bir daha peygamber göndermeye ihtiyaç hissetmeyecek şekilde merhum bir ümmet olarak seçmiştir. Peygamberlerin görevini üzerine alan, iyiliği emreden kötülükten men eden hayırlı bir ümmet olarak isimlendirmiştir.
Peygamberler, gönderildikleri toplumun tamamını bir anda değiştirmediler. Toplumu topyekûn değiştirmeye çalışanlar daima hüsrana uğradılar. Çünkü topluma ait olan bir günde elde edilmediği gibi, bir günde de kaybolmayacaktır. İslam, insanlığın ruhuna taliptir. Ruhunu elde edince bedeni de ruhunu takip edecektir. İslam’ın istediği toplumsal değişim, badana boya yapar gibi sadece dış görüntü değişikliği değildir. Binlerce, milyonlarca insanın sadece bir kereliğine bir yerde toplu fotoğraf vermesini sağlamak, bizim anladığımız İslam’ın değişim şekli olamaz. İslam toplumu, melekler topluluğu değildir. Hiç günah işlemeyen, hisleri, arzuları, hevesleri olmayan, her şeyin güllük gülistanlık olduğu bir toplum hiç değildir. İslam toplumu, yasaların asgari ahlakı sağladığı, imanın azami hukuka riayet ettiği, ara sıra ise buralarda geçici sıkıntıların olduğu bir karaktere sahiptir.
İslam, darbeyle, silah zoruyla, tehdit ve şantajla, ayartma ve satın almayla bir toplum oluşturmaz. Aksine tüm bunlara direnecek erdemi gösteren fertler ile toplumsal düzeye çıkar. En düzenli ve en büyük toplumsal yapıyı oluşturan devletin ayakta durması, hakların teslimini sağlayan yasalar sayesinde olur. Hakların teslimini en üst düzeyde sağlayan da ahlaklı fertlerden oluşan bir topluma sahip olmaktır. Var olan kokuşmuşluğu, ahlaksızlığı, haksızlığı değiştirecek olan fertlerin değişmesini sağlamaktır. İşte bu değişimin yolu, vahyin gölgesinde Âdâb-ı muaşeret kurallarının benimsenerek uygulanmasıdır. Edebini kaybetmiş gelişim ve değişimin varacağı yer, ahlaksızlığı yasalarla koruma altına almak, ilahi kaynaklı ahlakiliği ise kişisel haklara saldırı gösterip özgürlüklerin kısıtlanması diyerek yasaklamaya çalışmak olacaktır.
Toplumsal değişimi sağlayacak olanlar fertler olduğundan, iyiye veya kötüye evirilen bireysel her hareket, bir müddet sonra kitlesel bir etkiye sahip olabilir. Bireysel özgürlük adı altında sunulmaya çalışılan her ahlaksızlık bir müddet sonra ahlaksız bir toplum olmamıza yol açacaktır. Bu dünyada hak ile batıl daima mücadele halindedir. Hakkın taraftarlarıyla batılın taraftarlarının tavırları bu mücadelenin seyrini belirler. Bâtılın riyasetini üstlenen şeytan, kıyamet anına kadar durmayacak ve pes etmeyecektir. Hakkın taraftarları ise iman edenlerdir. Bâtıla güç kazandıran hak taraftarlarının zafiyetidir. Bâtıl, asıl değildir. Varlığını hakkın olmayışından alır. Hak gelince gitmeye mahkumdur.
Küfrün tüm saldırılarına karşı toplumun ahlakileşmesini sağlayacak olan fertlerdeki dirençtir. İman toplumu Medine’sine ulaşmadan önce Mekke’den geçmek zorundadır. Aklını, öfkesini, zamanını, uykusunu kontrol edebilen fertler, toplum olmayı hak ederler. İslam ahlakının yer ettiği fertler ancak İslam’a ait toplumsal ahlaka- yasaya- layıktır. Fert düzeyinde İslamiliği yakalamak, toplumsal olarak İslamî olmayı hak etmemizi sağlayacaktır.
Bir topluluk kendindeki değişimi gerçekleştirmezse Allah, onların halini değiştirecek değildir. İlla ilahi yasalar gelsin de Müslümanlığı yaşayalım diye bekleyen bir ruh hali klinik bir vakıadır. En kısa sürede tedavi edilmesi gerekir. Bütün şartlar nefsin istek ve arzularına uygun olsa da nefsini kontrol altına alabilen bir nesil, toplumsal değişimi gerçekleştirmeye hak sahibidir.
Rabbimize olan imanımızı kullarıyla irtibat kurarak hayata aktardığımızda ahlak ferdin vicdanından sahaya aksetmiş olacaktır. Toplumsal baskı olsa da olmasa da ahlaklı kalmak küresel şeytan planlarını bozacaktır. Kınayanın kınamasına aldırmadan, unutulan, horlanan, aşağılanan tüm erdemli vasıflara sadece ahlaklı olmak adına sahip olan fertler, toplumsal değişimi çoktan başlatmış demektir. Kalabalığa aldırmadan kendimizden başlayarak edeple yürüdüğümüzde edepsizler dağ yığsa da ayağımızın altında kalmaya mahkumdur.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?