İslam, tabii devrim hareketidir. Geldiği toplumları şirkten tevhide, batıldan hakka, kötüden iyiye doğru evirerek, tabii bir devrim yapar. Bunu yaparken yakıp yıkarak, imha ederek yapmaz. Yürekleri fethetmek suretiyle doğal olarak ve toplumların kendi elleriyle gönüllü olarak gerçekleştirir. Çünkü İslam, insanların fiziki yapısından çok daha önce onların manevi dünyalarına hitap eder. Kaleyi içerden fethetmek de böyle bir şey.
Malumdur ki toplum ailelerden, ailelerde fertlerden meydana gelir. Fertlerin değişimi, ailelerin, ailelerin değişimi de toplumların değişimi demektir. Tabi bu üç aşama, aynı anda birbirine paralel devam edecektir. Bir taraftan kâmil manada Müslüman fertler oluşturulmaya çalışılırken aynı anda Müslüman ailelerde inşa edilecektir. Bu aileler doğal olarak kâmil manada bir Müslüman toplumun sonucunu doğuracaktır. Ve böylece toplumsal dönüşüm gerçekleşecektir.
Allah (cc) eşrefi mahlûkat olarak yarattığı insanı elbette başıboş bırakmamıştır. “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!” (Kıyame 75/36) “Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.” (İnsan 76/3) adili mutlak olan Allah (cc) tüm mülkünde, kudretinin yüceliğini ve sanatının inceliğini izhar ettiği gibi, eşrefi mahlûkat olan insanda bu çok daha belirgindir.
İşte bu sünnetullah gereği Allah (cc) ilk insanı aynı zamanda ilk peygamber olarak görevlendirmiş. Daha sonra peygamberler zinciri aralıksız devam etmiş. Taki bu altın silsilenin son halkası Resulullah (s.a.s.) a kadar…
Yüz yirmi dört bir Peygamber gelip geçmiş. Bu peygamberlerden hiç biri kendi zamanının askeri idaresi veya üst düzey bürokratlarla anlaşma yaparak, tepeden inme darbeyle gelmemiştir.
Tam tersine her birisi iğneyle kuyu kazar gibi, dini motifleri ilmek ilmek yüreklere işlemiş, önce yürekleri fethetmiştir. Ondan sonra iman edip tevhidi kuşanan halklar, kendi idareleri oluşturmak suretiyle, doğal olarak dönüşmüşlerdir.
Tepeden inme ve zoraki bir dayatmayla insanları bir fikir ve inanca icbar ederseniz, doğal olarak onların çoğunluğunu münafıklaştırmış olursunuz. Zira insanlar sizin dayattığınız fikir veya inanca gönüllü olarak kabullenmedikleri halde sadece can korkusuyla inanmış gibi görüneceklerdir. Tabi ellerine ilk fırsat geçtiğinde de hemen isyan edip eski hallerine dönme çabasında olacaklardır. Bunun için içeriden veya dışarıdan kendileriyle işbirliği yapabilecek her renkten oluşumlarla gizli aşikâr sinsi planları da ihmal etmeyeceklerdir.
Yani kısacası tepeden inmeci, dayatmacı ve zoraki teslim alma metodu İslam’ın ruhuna aykırıdır. Bu sebepledir ki tüm peygamberler; vahyi ilahinin de gereği olarak davet, eğitim ve terbiyeyi asıl esas olarak almışlardı. Bunun için her türlü bedeli ödemiş, her zorluğa katlanmışlardır. Öyleki davası uğrunda memleketinden sürülmeyen bir Peygamber dahi yoktur.
Şehit İmam Hasan el-Benna (rh.a) neredeyse 89-90 yıl önceden çok mükemmel bir tespit yapmış. Müslüman fert, Müslüman aile, Müslüman toplumu oluşturma projesi. İmam çalışma metodunu bu esas üzere kurmuştur ki, bu aynı zamanda gelmiş geçmiş tüm Peygamberlerin ve onların yolundan giden tüm davetçilerin de takip ettikleri yoldur. Bu aynı zamanda doğal ve toplumsal dönüşümün de ta kendisidir.
Bir toplum; kafası ve kalbiyle düzelip iyileşmediği ve iyiliğin taraftarı olmadıkça, sizin zorlamanız sonucu, değişmiş gibi görünmesi, asla çare değildir. Allah (cc) şöyle buyurur: “Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez.” (Ra’d 13/11) Bu ayet iki yönlü anlaşılmaya müsaittir. Yani bir toplum kendisini iyiye doğru değiştirirse, Allah (cc) onların gidişatını iyiye doğru değiştirir. Tam tersine kendi kendini kötüye doğru değiştirirse, o zaman Allah (cc) onların gidişatını da kötüye doğru değiştirir.
İşte bu değişimin lokomotif gücü, nübüvvet çağlarında, peygamberler idi. Ama Resulullah (s.a.s.) tan sonra peygamber gelmeyeceğine göre asrımızda bu güç, peygamberlerin varisleri olan ulemadır.
Âlimlerin rehberliğiyle olacak toplumsal dönüşüm,
En doğal, en sağlıklı, en az risk taşıyan bir devrim niteliğinde olur. Çünkü toplumun rızasıyla ve kendi isteğine bağlı olarak gerçekleşecektir.
Böyle bir dönüşüm, tüm tarafları sevabdar kılar. Çünkü dönüşüm için didinen ulema ve onların talebeleri vs. Allah (cc) ın emri, Resulullah (s.a.s.) ın sünneti gereği bu işe girişmişlerdir. Onların çağrısına uyarak dönüşen toplum bireyleri de tek tek Kur’an ve Sünnete uymuş, nebevi bir hayatı kucaklamış olacaklardır.
Böylesi tabii bir devrimin tek gayesi Allah (cc) hedefi ise insanlığın dünyada zilletten izzete kavuşması… Ahirette de cehennemden kurtulup ebedi saadete Cennete kavuşmasıdır. Bu devrimin hedefinde süfli arzular veya herhangi fani ve değersiz menfaatler yoktur.
En sağlam, istikrarlı ve kalıcı olan bir devrimdir. Çünkü bu devrim toplumun rızası ve gönüllü teslimiyetiyle gerçekleşmiştir.
Artık toplumun her bir ferdi, gücü oranında bu devrimin koruyup kollayıcısı olduğundan, bu Devrim rayından sapmadıkça asla sarsılmayacak, sonlandırılamayacaktır. Seyyid kutup (rh.a) meşhur tefsiri “Fizilal-il Kur’an” ın girişinde şöyle der: “Müslümanlar az bir süre tadına vararak İslam şeriatının gölgesinde yaşasalardı, sonra diğer insanlar ordular kuşanıp İslami hayatlarını almak isteselerdi, İslam toplumu son nefesine kadar direnir cihat eder ama İslami hayatı vermezlerdi. Hayatlarını seve seve İslam’a feda ederlerdi.”
Bu devrim vahye dayandığı gibi, yönetimi de vahye dayandığından, hiçbir beşeri sistemle kıyaslanamayacak bir huzur, güven, emniyet ve selamete sahiptir. Devrisaadet ve sonrasındaki İslam’ın yaşandığı devreler bunun açık bir örneğidir. Bir de şu an afra tafra reklamı yapılan, çağdaş, ilerici, özgürlükçü (!) musır medeniyet vs. diye yutturulmaya çalışılan beşeri sistemlere bakın. Ne kadar da içler acısı bir durumdadırlar.
Doğal olarak böyle mükemmel sonucu olan bir devrim tüm dünya halklarının dikkatini çekecek, en güzel örnek olacaktır. Ve kısa zamanda dünya halkları gönüllü olarak İslam’la şereflenirlerdi.
Böyle bir toplumda teba da idareciler de hasbi ve sadece Allah (cc) ın rızasına matuf davranacaklardır. Dolayısıyla siyasi çekişmeler ve politik cambazlıklar da son bulacaktı.Hesap belli bir toplum % 50 iyileşmişse, % 50 iyi idareciler tarafından yönetilecektir. Bu iyileşme oranı yükseldikçe, idarecilerin iyileşme oranı da yükselecek, düştükçe de düşecektir. Çünkü idareciler gökten inmeyecek yerden de bitmeyeceklerdir. Toplumun kendisinden çıkacaklardır. Nitekim efendimiz (s.a.s.) bu gerçeği sarahaten ifade etmiştir. “Nasıl olursanız, öyle idare edilirsiniz.” (Deylemî, Müsned, 3/305.)
Tabi bu değişim sihirli bir değnekle olmayacaktır. Ve bunun sadece resmi kurumlar ve siyasi çalışmalarla olması da mümkün değildir. Çünkü insan eğitiminde gönüllülük esastır ve resmi kurumlarda bu gönüllüğü yakalamak maalesef kolay değildir. Çünkü maaş, para, makam vs. girdiği yeri ciddi manada bozmaktadır. Acil bir manevi kalkınma hamlesine ihtiyaç vardır. Duble yollar, teknolojik hamleler, sağlık, ekonomik ve askeri güç önemli ama aynı oranda gönül köprüleri ve kalplere varan yollar da inşa etmek zorundayız. Bu konuda yine tüm eğitim ve irşat camiaları; üniversiteler, milli eğitim, medreseler, diyanet, tarikatlar, cemiyet ve cemaatlere büyük görev düşmektedir.
Ama kesinlikle tekraren söyleyelim ki bu değişimde lokomotif güç ulemanın gücü olacaktır. O zaman ilmin ve ulemanın gücünün farkında olan yeterli âlimleri daha hızlı yetiştirmek zorundayız. İlim talebeleri de kendilerini bekleyen bu büyük misyonun farkında olarak ilim tahsiline devam etmelidirler. Böyle büyük bir görev bekliyorken, ilim ehlinin ilmi basit dünyalıklar, küçük maaşlara satmasından daha büyük ihanet olamaz. Evet, işimiz çok, derdimiz büyük, yükümüz ağır, sorumluluğumuz çokyönlü…Farkında mıyız? 33/AHZÂB-72: Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar. Onu insan yüklendi. Şüphesiz o çok zalimdir, çok cahildir.” (Ahzab 33/72)
Selam… Dua…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?