Fikrin müebbetinde; soğuk zindanlarda kâğıdın kalemden, kalemin kâğıttan ayrı düştüğü davasıyla hemhal ruhun, etten ayrıldığı bir devrin deveranıdır benim şarkım…
Davasını canından evla gören yiğitlerin; dillerine gem vurulsa dahi davalarına, İnançlarına sırtını dönmeyen babaların evlatlarına son bakışlarındaki soğuktur benim kışım…
Kaç Eylül daha geçecek on ikinci eylülün sonbaharından? Kaç kez daha yaşanacak 28 Şubat’ın kışından? Rahatça yürüdüğümüz kaldırımlar, baş üstü ettiğimiz ayetler zindana sığamadılar. Her kelam, güvercin kanadına hafif! Talep eden kalplere sükûnet oldular.
Oğullarına bisiklet sürmeyi öğretecek taze babalar, kızlarına yoğurdun üzerindeki kaymağı almayı öğretecek anneler, davaları uğruna ayrıldıkları topraktan, ruhları sağ salim Rabbe kavuştular.
Ölüm; topraktan gelişimizin toprağa seferiydi. Bir nevi eve dönüştü. Suretleriyle değil de siretleriyle yaşayanlar bildiler ki, ölüm ancak sureti yakalar. Siret; davasını kardeşçe, omuz omuza yaşayanların ayrılışıdır dünyadan. Bu yüzdendir ki, iki parçadan oluşur insan.
Bana ağlayan birileri var avuçlarımda. Günahlarıma benden daha evvel yas tutanlarım… Huzuru; çatı katlarında ve unutulmuş, tozu tek nefeste geçmeyecek raflarda aratan birilerim var.
Henüz denizin; rengini denizin dibindeki kumlardan mı, yoksa bulutlar başımıza düşmesi diye tutan gökyüzünden mi aldığını düşündüğüm yaşıma kefil olacak, sırılsıklam dünlerim var.
Dikenli telleri kanatan ruhumun sancısından ölüme niyetlenmiş kelimelerden başka bir hal değil bu benimki… Ölüm ki, sevdasına yıllarımı boncuk boncuk dizdiğim ömür ipimin kopması. Her tanesi Allahın adını anarak dağılmalı arza.
Ey Ruhum! Sağ salim ayrıl! Daha etimde tutarken seni yaratan…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?