Harf inkılâbı, yeni cumhuriyetin kurucu aklı tarafından 1 Kasım 1928 tarihinde Latin Harfleri Kanununun kabul edilmesiyle başlayan ciddi bir süreçtir. Bu süreçte genç rejimin yeni bir ulus kimliği inşa etmesi gerekmektedir. Bunun için bazı devrimlere ihtiyaç hissetmekte, sistem için yeni bir aydın tipi ya da yeni bir Türk tipi oluşturmak istemektedir.
Bu konu, aşağıda da görüleceği gibi ağırlıklı olarak harf devrimine en büyük saldırıları, eleştirileri yapan münevverlerden biri olan Cemil Meriç’in görüşleri ekseninde işlenecektir. Cemil Meriç’in şiddetle karşı çıktığı, büyük facia ve tarihi yanılgı olarak gördüğü harf inkılâbı, yeni bir insan modeli ya da makbul vatandaş tipinin üretilmesi için hızla uygulanmaya çalışılan bir rejim projesidir.
Meriç, aydını toplumun her kesiminde konuşulan dilden sorumlu tutmakta ve Osmanlıcanın halis bir Türkçe olduğunu ve harf inkılâbının fikir hayatındaki sürekliliği zedelediğini düşünmektedir (Aydın, 2015: 21). Bu fikirler, aydın açısından bir zorluğun söz konusu olamayacağına, ilerleme için bundan daha farklı çözümlerin geliştirilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Aydın ya da okuryazar oluşturamamanın temel sebepleri arasında elbette ki, alfabeyi zikretmek büyük bir yanılgıdır.
Dil Nedir?
“Meriç için, dil “düşüncenin de, medeniyetin de aynasıdır. Daha doğrusu kendisidir (Meriç, 2013: 160).” Bir başka yerde benzer bir düşüncesini şu şekilde dile getirmiştir: “Dil imandır, ahlâktır, felsefedir, dünya görüşüdür. Haysiyetimiz, nâmusumuz kelimelerin mutlak olarak muhafazasına bağlıdır (Açıkgöz,1993: 76).” Meriç, kendisini ne sağa ne de sola entegre etmektedir. Sol düşünce ile kaynaşamamasının temelinde temel âmil olarak solun “kullandığı dil”i göstermektedir (Aydın, 2015: 22). Bu dil, muhtemelen solun Osmanlı harabeleri üzerine kurulmuş olan yeni Cumhuriyette kendini gerçekleştirirken kraldan daha fazla kralcı olmasıyla ilişkilendirilebilir.
Tanzimatla beraber Osmanlı aydını düşünme eksersizleri yapmaya başlamıştır. Bu durum çıraklık dönemi olarak değerlendirilebilir. Serveti Fünûnla beraber bu durum ileri bir döneme geçmiş, ardından Meriç’in ifadesiyle “kıyma makinasında çekilmiş gibi kolayca yutulan” Fecri Ati edebiyatı gelmiştir. Cumhuriyet edebiyatçıları ile Meriç kavgalıdır. “Sonra tarihi tersine çeviren ve altı yüzyılın emeğini yok eden görülmemiş, işitilmemiş Vandalizm: harflerin ve dilin belkemiğini kıran tekme (Aydın, 2015: 24)” ifadeleriyle harf inkılâbını eleştirmiştir. Tabi burada en büyük azar payı, böyle bir garabete imza atanlar içindir. İnkılâp taraftarlarını “Hülagûzâdeler” olarak tanımlamakla kalmaz, onları “hafızamızı söküp atan”lar, “kütüphanelerimizi yakan”lar olarak değerlendirir (Aydın, 2015: 24).
Osmanlıda ya da Cumhuriyetin İlk Yıllarında Okuma-Yazma, Okullaşma
“1927 nüfus sayımına göre halkın yüzde 11’i okuryazardı. 1924 yılında ilk, orta ve yükseköğretimde toplam 5 bin okul, 359 bin öğrenci ve 12 bin 400 öğretmen bulunuyordu. Öğrencilerin 3 bini yüksek öğrenimdeydi (Acar, 2011: 6).” Bu rakamlar, her okulda niteliği, kalitesi gerçekten ne olduğu bilinmeyen ortalama iki ya da üç öğretmenin varlığına işaret etmektedir. Okullaşma ve okuma-yazma rakamlarının zamanına göre modern aygıtlarla yapılmadığı bir ortamda sosyal hayattaki tekâmülü, ilerlemeyi tabi ki, mevcut eğitim sistemi ve bu kötü ortama teslim etmeye kimsenin niyeti yoktur. Hele hele üstündeki savaş küllerini daha silkelemeye çalışan devlet yöneticilerinin bunu kabul etmeleri mümkün değildir.
Osmanlıca
Osmanlıca denilen lisânî form, çevresine, yakın coğrafyaya, İslâm dünyasına, hatta Tanzimattan sonra Batı dünyasına kulaklarını tıkamayan bir formdur. Bilakis, bu form, gözleriyle sürekli bu koca coğrafyayı adeta bir filozof edasıyla tarayan ve taradıkça Arap topraklarından, Fars diyarlarından, Rum şehirlerinden, Amîd’den, Botan’dan kelimeler alan, bu kelimelere hayat veren, bu yerel objeleri büyük medeniyet merkezlerinde şiirle, sanatla, edebiyatla, felsefeyle buluşturan, tabir yerindeyse, görücüye çıkaran, fark edilmesini sağlayan bir formdur. Bunun yeni bir ulus devletin inşa sürecinde yaşaması ya da yaşatılması mümkün değildir. Netice itibariyle bir önlem alınması gerekmektedir. Harf inkılâbı işte tam da bunu yapmıştır.
“Biz onu akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur’ân olarak indirdik (Yûsuf: 2)”; “Düşünüp anlamanız için onu Arapça bir Kur’ân yaptık (Zuhruf: 3).” Kur’ân’ın kendisine yönelik olan bu ayetler, Kur’ân’ın gelmiş olduğu toplumun kimliğiyle ilgilidir. Başka coğrafyalarda kullanılan alfabelerin ya da dillerin ötekileştirilmesi veya ikinci sınıf seviyesine düşürülmesi şeklinde anlaşılmamalıdır.
Osmanlıca, Kur’ân diline bir lisânın en iyi şekilde intibak olmuş halidir denebilir. Bu intibak, tabi ki, Batı çeşmelerinden sütlerini emmiş olan aydınların hoşuna gitmemiştir. Dine yönelik en ağır eleştirilerini yaparken bile Kur’ânî bir dili kullanma mecburiyetinde kalmak, bu projenin gerçekleştirilmesini onlar açısında zorunlu kılmıştır.
Dilin Bağımsızlığı mı?
Kurucu aklın borazanlığını yapan Falih Rıfkı gibi Encümeni Lisân üyelerinin kaygıları Türkçenin daha da güçlendirilmesi, canlandırılmasına yöneliktir (Acar, 2011: 6). Bu kaygılar için yapılanlara bakıldığında aslında bu işin yürütücülerinin her şeyi bir oldubittiye getirdikleri ve adeta bir “çılgınlık” sendromu yaşadıkları görülecektir.
Ayrıca dilin bağımsızlığı da burada önemsenmelidir. Çünkü dönemin matbuatta kullanılan dilini öğrenenler, sonuç itibariyle sadece bir dilin değil başta Türkçe, Farsça ve Arapça olmak üzere en az üç dilin kurallarını ve kısmen de olsa sözlük bilgisini bilmek zorundadır. Dilin bu özelliği, kitleselleştirilmeye çalışılan bir eğitim modeli için bazı zorlukları içinde barındırmaktadır. Gözden kaçırılan şey ise bu zorluğun başlangıç aşamasında ve geçici bir zorluk olduğudur.
Arap Alfabesi Zor mu?
Rejim bekçiliği yapanlar ya da yeni bir rejimi kurmaya çalışanlar, Arap alfabesinin zorluğundan, Türkçeye uymadığından, Doğulu olmanın göstergesi olduğundan bahsetmekte ve yeni bir alfabenin yani Latin alfabesinin mutlaka alınması ve kullanılması gerektiğinden bahsetmektedir. Bu temel söylem, Batılılaşmak eksenli olunca onu meşru göstermek için memleket içinde eskiye, geleneğe ya da doğuya-şark’a ait olan her şey, bitpazarı ürünü olarak itibar suikastine maruz bırakılmıştır. Normal şartlarda Latin alfabesi ne kadar kolaysa Arap alfabesi de o kadar kolaydır. Problem olan temel şey, artık İslâmî ya da Şark düşünüşünün Tanzimatla beraber Batı düşüncesini tanıyan aydınımıza maalesef bayağı ve sıradan gelmesidir.
İnkılâptan Sonra Ne oldu?
Meriç “Bu milletin bütün kütüphanelerini yaktılar. 1929’da ilk mektebi bitiren nesil kendini bir çöl ortasında buldu. Yeniden başladı alfabeye ve ölünceye kadar alfabe de kaldı. Sonraki nesiller hep aynı yokluk, hep aynı sefalet içinde çırpındılar. 1929’da okuma-yazma bilenler 1930’da analfabet durumuna düştüler ve kendilerine zorla kabul ettirilen bir dili çelik bir korse gibi, bir Çinlinin ayakkabısı gibi, ezip büzen yabancı harflere hiçbir zaman ısınamadılar. Yeni nesiller ise on, on beş yılda şişirilen, sözde millî bir kütüphane buldular. Ama bu kitapların dili boyuna değişiyordu. (Meriç,2002:140) ifadeleriyle 1928’de yapılanın doğurmuş olduğu ağır sonuçlara işaret etmektedir. Burada tarihin derinliklerinden beri bu topraklarda inşa edilen tefekkürün yeniden alfabeye başlamak zorunda bırakılması söz konusudur.
Meriç, Batılılaşma sevdası içindeki aydınlarımızın “devrilen hisarlar karşısında sevinç çığlıkları” attığına vurgu yapmaktadır… Ona göre Dil İnkılâbı “Hiçbir ülkenin eşine rastlamadığı bir vandalizmdir”dir; “bu devrim, Türk insanının zekâsını felce uğratmıştır (Aydın, 2015: 24-25).”
Rejim Neden Başarılı Oldu?
Devlet karşısında savunmasız ve itaatkâr olmak zorunda kalan halkın alfabe inkılâbı karşısındaki deneyimlerine, yaşadıklarına bakıldığında bu reformun bazı sosyal değişimleri ve milliyetçi kültürü doğurduğu söylenebilir (Yılmaz, 2011: 677). Kemalist rejimin bu reformu gerçekleştirirken sebatlı bir şekilde hareket ettiği görülmektedir. Rejimin bu inkılâpta başarılı olması, farklı tepkiler verebilme pozisyonundaki halk için somut bir değişim göstergesi olmuş, halkın rejime teslim olmasına ve yapılan diğer reformları kabullenmesine sebep olmuştur.
Alfabe inkılâbının temel amaçları arasında laik, okuryazar, modern bir ulus oluşturma yatmaktadır. Okuryazar oranının düşük olması, bu geçişi kolaylaştırmıştır. Osmanlı’da sınırlı sayıda bir okuryazar kitlesi vardır. Bu rakam %10’lar civarındadır. Kadınlarda ise yok seviyesindedir. Erken dönemde olmasına rağmen merkezi hükümet birçok yerde kendi iktidarını inşa edememiş iken alfabe reformunda hedeflerine varabilmiştir. Zaten halkın büyük bir kısmı okuryazar olmadığı için onlar için herhangi bir zorluk söz konusu değildir. Ayrıca hükümetin harf devriminde başarılı olması, uzlaşmacı ve kademeli çalışmalar yapmasıyla ilişkilidir (Yılmaz, 2011: 693-94). Ayrıca ülkenin konumu, dönemsel şartlar bu inkılabın başarılı olmasını sağlamıştır. Devrimin olmaması halinde ülkede yaşanacaklar, faraziyeden öteye geçemeyecektir.
Sözlük
“Her kutsalı yıkan Fransız İhtilâlinin saygı gösterdiği tek mukaddes, Meriç’e göre kamûstur. Victor Hugo ve sembolizmin üç büyük şairi de tek kelime uydurmamışlardır (Aydın, 2015: 23).” Bu sözler, dil inkılâbıyla beraber ve ondan da önce süregelen dilin geliştirilmesi esnasında kelime uydurma hareketlerine bir eleştiri mahiyetindedir. Maziye dönüş yapan aydın, elbette kullanmak için epey bir kelime hazinesini bulacaktır. Kelime uydurmanın bu kadar ucuz ve ahmakça yapılması elbette ağır eleştiriyi hak etmektedir.
Batılılaşma
Meriç, yeni harfleri tanımlarken “Batı’dan aktarma, devşirme (Meriç, 2006:407)” ifadesini kullanmaktadır. O, bunun gerçekte bir dil davası olmadığını, ancak burada aydının yabancılaşmasından, düşmanlaşmasından söz edilebileceğini ifade etmektedir. “Türkiye’de halk kendi kitaplarını (okur); aydın Batı’nın kitaplarını okur. Halkın anlayamayacağı bir dil konuşmaktan elbette ki, utanacaklardı. Sonra Kur’ân’daki kelimelere tahammül edemediler. Münevvere kelimelerde bile tahammül edemediler. Hakikatte dil davası yok, Türk insanının hafızasından iğdiş edilmesi var (Meriç, 2006: 295).”
“Önce bu devrimin mazideki mürevviçlerine (itibar eden, yürütenlerine) bir göz atalım. İslâm harflerinin terakkimize (ilerlememize) mani (engel) olduğunu ileri sürenler, Avrupa’nın bizi yok etmeye karar vermiş yazarlarıydı. Bir Volney, bir Baron de Tott vs. İslâmiyet’e düşmandılar. Başlıca hedefleri bizi tarihimizden, irfanımızdan, tek kelimeyle İslâmiyet’ten koparmaktı. … Avrupa irfaniyle sermest (sarhoş) münevverler, elbise değiştirir gibi harf değiştirmemizi teklife yeltendiler. Batılılaşmış entelijansiyamız (aydınlar sınıfımız) bu telkini can kulağı ile dinledi (Meriç, 2013: 479-480).”
Öte taraftan “Resmi ideolojiye paralel olarak basın da Arap harflerinden kurtulmayı yabancı kültürden ve Doğu kültüründen kurtulmakla eş tutmaktadır (Acar, 2011: 21).” Bu ifade, rejimin özellikle medyaya büyük görevler verdiğini göstermektedir.
Plan Başka mı?
Harf inkılâbının eğitimle ve öğretimle ilgili kaygılardan ziyade sosyal ve politik sebeplerle beraber düşünülmesi gerekir (Acar, 2011: 6). Elbette ki, her ülkenin kendine göre ilerleme ve kemâle erme, uygarlaşma gerekçeleri ve hedefleri olabilir. Bu hedefleri gerçekleştirmeye çalışırken etkilenmiş olduğu modeller, o ülkenin aslında nereden alınıp nereye götürüleceğine işaret etmektedir. Avrupa yolculuğuna çıkanlar, aynı yolculuğu geride kalanlara da yaptırma sevdasındadır.
Yabancılar Ne Diyor?
İkdam gazetesi bir Bulgar gazetesinden şu alıntıyı yapmaktadır: “Balık baştan kokar. O baş gitti, balık artık kokmuyor (İkdam, 1.10.1928). Bunun yanında bazı Amerikan ve İngiliz medya birimleri de Türkiye’deki harf inkılâbını öven açıklamalar yapmaktadır (Acar, 2011: 9).”
“Gazetelerin sürümü yüzde 25, 30 ve kimi durumlarda yüzde 50 oranında azalmıştır. Durumları pek sağlam olmayan gazeteler can çekişmektedir. Okuyucular, artık eskiden olduğu gibi gazetelere şöyle bir göz atmakla yetinemiyorlar. ‘Bir Türk gazetesini iki saatte sökmektense Fransızca bir gazeteyi gözden geçirmeyi yeğlerim.’ diyenlere rastlanıyor.” ABD Büyükelçisi Grew’in, Washington’a gönderdiği raporda yeni yazıya geçişle birlikte okur sayısının düştüğüne işaret edilmektedir (Acar, 2011: 9).” Bu sözler aslında aydınımızın Fransız çeşmesinden beslendiğini de göstermektedir.
Dönüş Mümkün mü?
“Dava bir karşı devrimle yeniden eski harflerimize dönmek değildir. Nesillerin hafızası ile oynamanın vahim neticeler doğurduğunu biliyoruz. Dava, irfanımızı yeniden fethetmek… Dava, ecdadın tefekkür hazinelerini bugünkü nesillerin tecessüsüne açmak, bir kelimeyle bugüne bağlamaktır. Dava, Latin harflerinin yanında İslâm harflerine de hayat hakkı tanınması, Osmanlıcanın mekteplerimize girmesi, ilmin ve ihtisasın sesine kulak verilmesi; inkırazın eşiğine sürüklenen zavallı ülkemizin kaderi üzerinde hiçbir peşin hükme saplanmadan düşünülmesidir (Meriç, 2013:480).” İnkılâptan yıllar sonra kullanılan bu sözler, Meriç’in dönüşü imkânsız olarak gördüğünü, lâkin mevcut durum için neler yapılabileceğini artık tefekkür ettiğini göstermektedir.
Sonuç
Harf inkılâbı yeni cumhuriyet rejiminin en önemli ve en köklü reformlarından biridir. Bugün de görülüyor ki, rejim hiçbir reformda böyle bir başarıya ulaşmamıştır. Batıya yönelmeyi arzulayan bir kısım Osmanlı aydını ya da yeni Cumhuriyetin aristokrat-bürokrat yazarları, kısır tartışmaların içine girerek Cemil Meriç’in ifadesiyle “zekâyı felce uğratan” bir devrimi gerçekleştirmişlerdir. Bu durum, yeni bir tefekkür âleminin oluşması için uzun yıllar çalışmayı gerektirmektedir. Böyle bir reform, İslâm medeniyet havzasını teneffüs edenler için bir zaman kaybı olarak değerlendirilebilir. İlim âlemine yapılan böylesine köklü, öldürücü darbeler, bugün ayakta durmaya çalışan Türkiye’nin esas müsebbibidir.

Kaynakça
Acar, Ayla. (2011). Türkiye’de Latin Alfabesine Geçiş Süreci ve Gazeteler. İletişim Fakültesi Dergisi. S. 41. s. 5-25.
Açıkgöz, Halil. (1993). Cemil Meriç ile Sohbetler. İstanbul: Seyran Yayınları.
Aydın, Yahya. (2015). Hazineyi Bekleyen Ejder: Türkçe ve Cemil Meriç. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi. The Journal of International Social Research. c. 8-Haziran. S. 38. s. 21-30.
Meriç, Cemil. (2002). Jurnal. c.1. İstanbul: İletişim Yayınları.
Meriç, Cemil. (2006). Sosyoloji Notları ve Konfranslar. İstanbul: İletişim Yayınları.
Meriç, Cemil. (2013). Kültürden İrfana. İstanbul: İletişim Yayınları.
Yılmaz, Hale (2011). Learning to Read (Again): The Social Experiences of Turkey’s 1928. International Journal Middle East Studies. v. 43, p. 677-697.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?